9 Mayıs 2012 Çarşamba

Bu kez İstanbul’a dönüşüme sevinemedim!




Yüreğim sende atıyor, seninle yaşıyorum aziz İstanbul!

Fakat nedense dört günlük bir ayrılığın ardından gözümde tütmene rağmen sana kavuşunca sevinemedim.

Napal’i, Hindistan’ı, İran’ı, Suriye, Mısır, Arabistan gibi Arap ülkelerini, Arnavutluk, Bosna Hersek gibi dünkü bizim havzamızdaki ülkeleri, Nicerya’yı gördüm. Hepsinden dönüşte aziz İstanbul seni çok sevdim, çocuklar gibi sevindim. Çünkü sen gördüğüm her yerden daha güzeldin, daha özeldin, daha temizdin, en büyük sorun haline gelmiş trafiğin bile onların hepsindeki durumdan daha iyi vaziyetteydi.

Fakat dünkü dönüşümde sevinemedim. Torunumun elinden tutup geze geze evlerine götürelim diye çıktık evden. Nato Yolu üzeri, işlek bir cadde. Ferah’tan Yavuztürk sapağına kadar birlikte yürüdük. Elimden boşanır da diye korka korka ilerledik. Çünkü trafik tehlike saçıyor. Karşıdan karşıya geçmenin ne kadar riskli olduğunu gördük. Işıklardan geçmenin ilave bir emniyet sağlamadığını ilgili acılı haberlerle biliyoruz. Kaldırımdan yola inmenin, yoldan kaldırıma çıkmanın ne kadar zorlanmayı gerektirdiğini yaşadık. Her yere sanki pislik boca edilmiş gibiydi. Çok üzüldüm.

İstanbul, geldiğim yere göre hiç mi hiç temiz değildi. Geldiğim yerde sanki hiç kaldırım yoktu. Sonra öğrendim ki kaldırımların engin olması ülkelerin kalkınmışlıklarının bir göstergesi imiş. Ama herkes kendisine tahsis edilen yerde ilerliyordu. Herkes kendine ait kurala uyuyordu. Kargaşa yoktu. Anayoldan çıkıp arka sokaklara geçtiğiniz zaman her şey gene aynı düzen ve intizamda, temizlikte ve huzurda idi.

Sevgili Mustafa Kara, sana çalışmıyorsun desem haksızlık olur. Ama yapacağın o kadar çok şey var ki. Sadece vitrinlerle değil, arka cadde ve sokaklarla da aynı şekilde ilgilenmeniz gerekiyor. Her taraf şantiye gibi her yerden inşaat tozu dumanı yükseliyor, bunlar gelecek için bizim dayanma gücümüzü artırıyor. Ama yine de elimizden gelenin yapıldığına inanmak istiyoruz.

Ben torunumun elinden tutup onu evine götürürken korku duymadan, zorlanmadan, pisliğe bulaşmadan, göz zevkim bozulmadan, Nepal ile kıyaslama yaparak –Eh ne yapalım bizden daha kötü olanlar var! demeden yolculuğumu aynı zamanda gezinti kılmak istiyorum. İşte benim Canım İstanbul! Gelin, görün ve ruhunuz açılsın, bir şehir görün, bir medeniyet temaşa edin…! diye haykırmak istiyorum.

Bu durumun sebebinin de biz olduğumuzu biliyorum. On beş milyon insan yaşıyor İstanbul’da, amma neredeyse hiçbiri İstanbullu değil. Herkes ya Sivaslı, ya Tokatlı, ya Karslı, ya Rizeli, ya Urfalı… Öyle olunca da hiç kimse İstanbul’u kendi şehri olarak benimseyip, ona sahip çıkmıyor. Biri tükürdüğü, izmarit attığı, arabadaki küllüğü pencereden yola boca ettiği zaman… hiç kimse neden benim şehrime bu pislikleri atıyorsun demiyor. Nasıl olsa kendi şehri değil. O yüzden de herkes kendine ait olmayan bu şehirde her yanlışı yapıyor.

Önceki başkanlardan Ali Müfit Gürtuna seyahat kartlarına “Ben İstanbulluyum!” diye yazdırmıştı. O günlerde ben de bu kampanyaya destek olmak üzere bir ramazan akşamı Teravih öncesi vaazımda bu konuyu işlemiş ve herkesin yaşadığı, ekmeği ile doyduğu, suyu ile kandığı, havasını teneffüs ettiği bu aziz İstanbul’a sahip çıkması gerektiğini söylemiş ve kendimce üzerime düşeni yaptığımın huzurunu duymuştum. Namazdan sonra birkaç kişilik sohbet sırasında yaşlı bir amca ile aramızda şöyle bir diyalog oldu:

-Hocam nerelisin.

-Kayseriliyim.

-Az önce kürsüde sen ne diyordun hocam! Hani bundan böyle İstanbullu olacaktık, ne oldu, ne çabuk unuttun.

Hocası böyle olursa cemaati ne yapsın!

Almanya’da yaşayan Türkler de nerelisin sorusuna önce Türkiye, sonra da Rize, Kayseri… diye cevap veriyorlar.

İnsanımız ne kadar birbirine benziyor. Avrupa görenimiz bile özünü değiştirmiyor.

Sana olan borcumuz borç olsun aziz İstanbul, ödeyemesek de onu sen gene de bize kucağını açmaya devam et!

Biliyorum seni pis görmek yüzünden üzüntüm çok sürmeyecek. Nasıl olsa unutacağız, burnumuz alışacak, duymayacağız. Bu halinle de aziz İstanbul seni sevmeye, yoluna baş koymaya devam edeceğiz.

Seni sorumluluklarının bilincinde olanların uhdesine emanet ediyorum.



09.05.2012

Garibce



1 yorum:

  1. Elhak doğrusunuz Hocam! Bir de yapılan yüksek yüksek binalardan bahsetseniz. Çocuklarımızla gidecek ve rahatça gezecek bir park veya bahçenin olmadığını da yazabilirdiniz. Medeniyet kurallara uygun yaşayan insanların yaşadığı kurallara uygun 'şehirleşmek' değil midir? selam ve hürmetler. İsmail Taşpınar

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...