21 Kasım 2013 Perşembe

Çocuklar arasında ayrımcılık!


İnsan ve mülkiyet hakkı arasında güçlü bir ilişki olmalı. Belli ki özümüze mal tutkusu yerleştirilmiş. İyi ki de yerleştirilmiş. Bu tutkuyla koşuşturacağız derken belli bir yaşa geldiğimizde bir hayli malımız olabiliyor. Sonra da bu malı ne yapacağız kaygısı başlıyor.
Bir tarafta ona göz dikenler, diğer tarafta da bizim kendi yapmak istediklerimiz oluyor.
Hesabını bizim vereceğimiz mallar, bu mallar. Hem nasıl kazandığımızın hem de nasıl harcadığımızın sorusu sorulacak deniyor. Öyle olunca da helal-meşru yollardan kazanmak için çaba göstermek lazımdır. Hem de gene meşru yollara harcamak gerekmektedir.
Kişinin mal varlığı arttıkça ailesine genişlik yaşatması iyi bir şey deniyor. Yoksul iken yaptığımız harcamaların aynısını varsıl iken de sürdürmeye çalışmak, nimete şükür gibi görülmüyor. “Allah, nimetlerinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever” deniyor.
Kişinin malı harcamada en çok arzulu olduğu konuların başında belki de sevdiklerini kayırmak ve onlara destek olmak geliyor.
Kişinin arkasında bırakacağı çocukları ve torunları herhalde en çok sevilenlerin başında gelir ve biriktirmiş olduğu mal varlığının onlara intikal edeceğini bilmesi kişiyi rahatsız etmez aksine daha fazla memnun eder ve buna sebep de kendi ihtiyaçları bitse bile çalışmasını ve kazanmasını sürdürür.
İmdi kişi özellikle çocukları arasında bir ayrım yaparak daha kendisi henüz hayatta iken  malını ya da bir kısmını içlerinden birine bağışlayabilir mi?
Buna hukuk açısından bakıldığı zaman cevap elbette yapabilir şeklindedir. Çünkü kişi kendi kazandığı malı hali sıhhatinde istediği gibi harcayabilir. Fiil ehliyetinin tam olması halinde buna herhangi bir mani yoktur.
Ama işin bir de diyanî/ ahlakî boyutu vardır.
Bir babanın çocukları arasında ayrımcılık yapması diyaneten hoş karşılanmaz. Nitekim böyle bir uygulama Hz. Peygamber zamanında da olmuş. Olay şöyle: en-Numan b. Beşîr anlatıyor: Babam bana bir malını (köle) bağışlamıştı. (Annem Amra Bint Ravâha) babamdan  beni Hz. Peygamber’e götürüp, bu bağışa onu şahit kılmasını istemiş. Babam beni götürdü ve Hz. Peygamber’e “Bu çocuğuma bana ait bir köleyi bağışladım. Bu bağışa (çocuğun annesinin isteği üzerine) senin tanık olmanı istiyorum!” dedi. Hz. Peygamber: “Senin başka çocukların var mı?”  diye sordu. O da “Var!” deyince Hz. Peygamber “Peki diğer çocuklarına da aynı şekilde bağışta bulundun mu?!” diye sordu. Babam da “Hayır!” deyince Hz. Peygamber “Allah’tan korkun ve çocuklarınız arasında adaletli davranın! buyurdu ve ekledi: “O takdirde buna beni tanık kılma, başkalarını şahit tut. Ben haksız bir işleme tanık olamam!” buyurdu. Rivayetlerde Hz. Peygamber’in ona “Çocuklarının sana iyilik yapmaları konusunda ayrımcılık yapmaları hoşuna gider miydi!” dediği ve hayır cevabını alması üzerine de “Öyle ise senin de ayrımcılık yapman doğru olmaz” buyurduğu da ifade edilmektedir.
Bu örnek olayda da görüldüğü gibi Hz. Peygamber’in “Olaya beni değil başkasını şahit tut!” demesi bu uygulamanın hukuken geçerli olabileceğini gösterir. Ancak diyaneten/ahlaken bir babanın çocukları arasında ayrımcılık anlamına gelecek ve “adalet” ilkesiyle bağdaşmayacak bir davranışta bulunması asla tasvip edilebilecek bir durum olamaz.
Burada şunu da belirtmekte yarar vardır: Adalet, her zaman eşitlikle sağlanmaz. Çocuklar arasında eşitlik bazen adalet ilkesine uygun düşmeyebilir. Söz gelimi çocuklar içerisinde hali vakti iyi olanlar olur, gerçekten bakıma muhtaç durumunda olanlar olabilir. Bu durumda ille de eşitlik ilkesine uymak gibi bir gereklilik söz konusu olmaz. Aksine herkesin ihtiyacını dikkate alarak –aralarında eşitlik olmasa bile- destekte bulunmak adalet esasına daha uygun olabilir.
Dua ile!
21.11.2013

GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...