20 Aralık 2013 Cuma

Ve teşekkürler öğretmenim can!


Ben Garibce!
Cümlenize selam olsun!
Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim.
Halinizi sual ederim.
Cumamızın bereketi hepimizi bürüsün, Âmin! derim.
Namaza gidiyor ayak bir mesaj düşmüş bir can öğretmenimizden. Okumadan edemedim.
Okudum, bu kez hiç edemedim!
İnancını yitirmiş bir öğrencisi için çırpınıyor ve şöyle diyordu:

“Nilay en son hamlesinde beni arkadaşları arasından çıkarmış hatta ona acımamamı istediğini söylemişti, halbuki acımıyorum biliyor musunuz onu seviyorum, hali beni çok üzüyor olsa da artık müslümanları aşağılayan, dalga geçen bir seviyeye indi, daha kötüsü de olacak mı bilmiyorum, inşallah olmaz inananlara kötü varlıklar gibi davranmasından oldukça bunalmıştım, biraz önce bir arkadaşlık isteği gelmiş baktım o, tekrar kabul ettim, nasıl olduğumu sormuş, ama önemli olan kısmı şu ki, yazdığına bakın:
-“Kimse beni sevmesin hocam artık sevgi istemiyorum. Zira ki insanların samimiyetine güvenemez oldum maalesef”
Can öğretmenim diyor ki:
Bu çocuklar küfrün uçurumlarına tepe taklak yuvarlanırken aslında ne çok şeye birden yuvarlanıyorlar;
Doğru ile yanlışı,
İyi ve kötüyü,
Hak ile batılı,
Güzel ve çirkini,
Sevmeyi ve buğzetmeyi,
Bütün bakış açılarını karanlıklarda kaybediyorlar,
Bu yüzdendir ki, sadece haddini bilmekle yetinemiyorum bir türlü, şu şefkat verildiyse sadece bize benzeyenleri sevmemiz için verilmedi sanırsam, o zaman şefkat diye bir şeye ihtiyaç olmazdı, yine içim üzüldü!!!
İnşallah ki Rabbim onu o karanlıktan aydınlığa çıkarır, Âmin.”
Mesaj böyle idi.
Cumaya gittim.
Ezan okundu, hutbe okundu… Ben kendimde değildim. Buğulu gözlerin ardında, ritmini şaşırmış halde çarpan bir yürekle  o çocukları içine çeken, kimliklerimizi yutan, öz yavrularımızı elimizden alan girdabın karşısında çaresizlik içinde kaybolmuş gibiydim.
Can öğretmenim, öğretmenlik ne kutsal bir şeymiş meğer.
Bir Cuma vaktinde bize şefkatin nasıllığını öğrettin.
Kucağımızdaki bebeğimizi seviyorduk.
Büyüdüler, sevgileri kalbimizde, saygılarına karşılık.
Peki, şefkat nerede!
“Hâlıka itaat, mahluka şefkat” diye özetlemişlerdi hani İslam’ı.
Ne itaatimiz vardı, ne de şefkatimiz kalmıştı.
Hep alır olduk, karşılıklı sevdik birbirimizi eğer sevdiysek. Sevgimize karşılık istedik. Sevgiye bedel ödedik, alınır satılır bildik.
Karşılıksız da verilebileceğini bilemedik.
Hep alarak değil bazen de vererek bir dengeyi kurmasını öğrenemedik.
Nemelazımcı olduk.
Diğerkam hiç olamadık.
Îsarın adını bile duymadık!
Besmelemiz Rahmân ve Rahîm deyu başlardı.
Rahîm özel bir inayetin tecellisi idi. Ama öncelenen Rahmân bütün varlığı kucaklamak değil miydi?
Hatip, Kur’an’dan bahseti, Kur’an nur dedi, etrafı aydınlatır dedi.
Ama gel gör ki hayatımız yeterince aydınlık değil.
Yoksa gün gibi ışık var da, bizlerin gözü mü kör!
Medet kıl ey Rab!
Ey rahmeti bol Padişah!
Ey sevgisi evreni tutan, kafire de nanköre de esirgemeyen Rahman,
Ey Rahîm, ey Deyyân!
Ey Hannân, ey Mennân!
Ve teşekkürler öğretmenim can!
Dua ile!
20.12.2013

GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...