2 Aralık 2013 Pazartesi

Kelam ilmine ihtiyaç var mı!?


İbn Haldun Mukaddime’sinde (Uludağ Çevirisi, Dergah Yayınları, İstanbul,  II. Baskı 1991, II, 1088) Kelam ilmi ile ilgili değerlendirmelerinin sonunda şöyle diyor:
“Velhasıl, ilm-i kelam diye bilinen bu ilmin çağımızda ilim talipleri için zaruri olmadığı bilinmelidir. Çünkü mülhidler ve bid’atçılar yok olup gitmişlerdir. Ehl-i sünnet imamları, onlara karşı tedvin ettikleri ve yazdıkları (eserler) ile bizi bundan müstağni kılmışlardır…
Cüneyd (r.a.) uzun uzadıya kelamdan bahseden mütekellimlerden bir taifeye uğramış ve “Bunlar kimlerdir?” diye sormuş, “Allah’ı hudûsa delalet eden sıfatlardan ve kusur alâmeti olan hususlardan delillerle tenzih eden bir kavimdir” denilince şöyle demiş: “Kusurun bulunması imkansız olan bir yerden kusuru reddetmek asıl ayıp ve kusurdur!”
Lakin yine de halktan olan biri (ahad-ı nâs) ve ilim talipleri için kelam ilminin faydası muteber ve geçerli bir faydadır. Zira sünnetin hamili ve bekçisi olan bir kimsenin, sünnetten alınan akideler üzerine nazari delillerle istidlal etmeyi bilmemesi hoş bir şey değildir.”
İşte böyle diyor ünlü İbn Haldun (ö. 808/1406).
Malum kelam ilminin amacı, naslarla belirlenmiş olan akaidi (dinî inançları), aklî deliller ile yerleştirmeye çalışmak ve özellikle de bir bilgi kaynağı olarak vahyi kabul etmeyen inkarcı zümrelere karşı bu inançların savunusunu yapmaktır.
Akaid ilmi inançları belirler ve delil olarak da nasları kullanır. Mesela Allah birdir, delilim de “Kul hüvallahu ahad = De ki Allah birdir” ayetidir der.
Kelam ise Allah’ın varlığı ve birliği inancını aklî deliller üzerinden yerleştirmeye ve  karşı inançlara ve saldırılara karşı savunmaya çalışır.
İki Azeri tartışıyorlarmış. Biri inançlı diğeri ateist. İnançlı olan Allah’ın var ve bir olduğunu söylüyor, delil olarak da  “İşte bak Allah şöyle buyuruyor diye Kul hüvallahu ahad ayetini okuyormuş. Ateist olan demiş ki: “Ben onun özünü inkâr edirem, sen bana sözünü delil getirirsen!”
İşte kelam bu gibi durumlarda hemen devreye giriyor. Aslında hep devrede olması gerekiyor. Zira ne zaman ve nasıl inançlara karşı saldırılara geçileceği belli olmaz. Hep teyakkuz halinde olmak gerekir.
İmdi İbn Haldun’un sözüne bir bakalım. O, “Kelam artık zorunlu değil çünkü mülhitlere ve bidatçılara karşı verilen savaş, inançlılar lehine sonuçlandı. Onların bütün itirazları cevaplandırıldı. Bu konuda nice kitaplar yazıldı. Haliyle bu ilme artık zaruret kalmadı. Ama gene de bilinse iyi olur” anlamında şeyler söylüyor.
Bu söz onun zamanı itibariyle doğru olabilir. Buna rağmen dikkat edilirse onun sözü gerekçeli bir sözdür, şarta talik edilmiştir. Günümüzde artık buna ihtiyaç yoktur denmektedir.
Oysa bizim kendi çağımıza gelince, bugün asıl sorun yaygın bir inançsızlık sorunudur. Ateizm başta olmak üzere pek çok çağdaş akım ve felsefe her yerde kol gezmekte ve bu dinin içine doğmuş yavrularımızı bile bir gulyabani gibi bizden çalmaktadır. Bu çocuklarımızın adları bizim koyduğumuz adlardır; Ahmed’dir, Hasan, Hüseyin’dir, Ali’dir Veli’dir, Özal’dır. Ya da Ayşe’dir, Fatma’dır, Gülay’dır, Tülay’dır, Hazal’dır…
Belki ağzından Allah, dilinden bismillah da eksik olmaz. Ama inanmaz. Kültürel olarak bunları kullanır ve bu anlamda varlığına eyvallah, ama bir inanç olarak onları kabul etmez.
Niye etmez, bilinmez.
Bir saygılı öğretmenimiz geçenlerde dert yanıyordu. Bir öğrencisi ateist olmuş, onu yeniden kazanabilmek için çırpınıyor, ne yapabileceğini Garibce’ye soruyor, “Siz hocasınız, illâ ki buna verilecek bir cevabınız vardır” diyordu.
Heyhat ki ben ona bir reçete sunamıyorum. Kendime bahaneler buluyorum.
Neden sahip olamıyoruz ve elimizdeki, evimizdeki kuzularımızı kurda kuşa kaptırıyor ve her yandan kuşatmış olan şeytanın tuzaklarına düşmelerine imkan veriyoruz ya da seyirci kalıyoruz.
Bunlarla ilgili “Ne haltları varsa görsünler!” diyebilecek miyiz?
“Herkesin inanıp inanmama özgürlüğü vardır, dilerse kişi cehenneme de gider ve biz ona karışamayız, kendi seçimidir!” diyerek bir çırpıda bu mudıl meselenin içinden çıkabilecek miyiz?   Bu ana kuzularından her biri bizzat benim kendi öz yavrum olabilir ve de öyledir.  Hem seninki ile benimki arasında Allah nazarında ne fark vardır ki?!
Nuh “Dalgalara kapılan oğlu için “Ya Rabbi diyordu, o benim oğlum! Hani senin de vaadin vardı.”
Onun amel-i gayri sâlih olması gerçeği, o raddede bile Nuh’u ona karşı ilgisiz kılmıyordu. Bir ömür boyu anlatmıştı, bıkmadan usanmadan yıllar boyu halkının ıslah-ı nefs etmelerinden umudunu kesmemişti.
Bize ne oluyor?
Neden bize uzanmış ellere bir tekme de biz vuruyoruz.
Küfür (inkârcılık) bataklığına düşmüş ve debelenen nice insan, içinde bulunduğu çaresizliği kim bilir bizlerle nasıl paylaşmak istemişlerdir de biz o can pazarında hangi sudan bahanelerle kendimizi selamet sahiline çekmişizdir.
Çağın problemleri yaygın inançsızlık. Özellikle de kurumsal dinlerden ya da dinlerin geleneksel kurumlaşmış yapılarından kaçış çok dikkat çekici boyutta gözüküyor.
Tarihte hiç olmadığı kadar bir kentleşme ve göç olgusu yaşanmış. Geleneksel bağlardan kopan insanlar büyük şehirlerde yalnızlığın kucağına savrulmuş. Bin bir sorun sarmalı içinde neredeyse hepimiz bunalım sendromları yaşamışız. Kimi içinden çıkabilmiş, kimi ise kaybolmuş gitmiş.
Allah’ım bize ne oldu!
Geleneksel tutamakların yerine yenilerini ikame edemedik. Şehire geldik, köyü de beraberimizde taşıdık. Şehirde bizim kaybolduğumuz gibi uyum sağlayamayan değerlerimiz de şaşırdı ve kayboldu gitti.
İbn Haldun’un çağında mülhidler ve bidatçılar artık cevaplarını almışlar ve varlık gösteremez olmuşlar.
Ama gel gör ki bu çağda bir sürü izm dünyamızı hem de küresel ölçekte istila etmiş durumda. Eski mevcut yapılar üzerinden silindir geçmiş, her şey yamyassı birbirine benzer hal almış: Her alandaki sorunlar gibi inançlar alanındaki sorunlar da artık evrensel bir boyut kazanmıştır.
İşte böylesi bir durumda bizlerin özellikle yeni bir kelam ilmi ile hemen herkese ulaşabilecek bir dil tutturmak ve gene hemen herkesin anlayabileceği argümanlarla bu akımlara karşı cevap oluşturmak zorundayız. İbd Haldun’un şartlı cümle yapısı da bu sonucu gerekli kılıyor.
Tabi yeni ilmi kelam derken, gerçekten içerik ve işlevsellik açısından yeni olmasını kastediyorum.
Vaktiyle Hasan Hanefi’yi Yeni Arayışlar Platformu olarak Fakültemizde ağırlamıştık. O kelamın yenilenmesinden bahsediyordu ve kelamın en önemli problemlerinin günümüzde artık fakirlik, açlık, yönetim sisteminin ne olacağı, sömürgecilik, işgal altındaki toprakların kurtarılışı, küfür, ilhad, materyalizm, Marksizm ve solculuk, yoksul ülkelerden zengin ülkelere doğru akmaya çalışan göç olgusu, beyin göçü… gibi sorunların olması gerektiğini vurgulamıştı. Bu konferansın çözümünü yapıp yayınlamıştık. (bk. İslam Düşüncesinde Yeni Arayışlar I, Yayına hazırlayan: Doç. Dr. İlyas Çelebi, Rağbet y., İstanbul 1998, s. 309 vd.)
Ne zaman ki yeni kelamcılarımız imamet, amel-iman, zat-sıfat ilişkisi, Kur’an mahluk mu değil mi, Rüyetullah meselesi gibi konularla ilgilendikleri kadar sözü edilen ve çağın inanç dünyasında ayrık otu gibi kök salan  problemleriyle de ilgilenirlerse gerçekten o zaman bu ilmi yenilemiş olurlar.
Ve Garibce nazarında böyle bir yenilenmeye çok ihtiyaç vardır.
Başarı dileklerimle!

02.12.2013
GARİBCE

4 yorum:

  1. herdogan38@.
    80'li yıllarda Din Bilgisi Ve Ahlak Dersi'ne girdiğim bir öğrenci, ailevi münasebet sonucu oluşan samimi ortamda 'Hocam ben Allah'a inanmak istiyorum, bana Allah'ı anlat' demişti de şaşırmış kalmıştım nereden başlayacağıma...
    Dolaysıyla Kelam ilminin kullanacağı bir dil olmalıdır günümüzde...
    Ufuk açanlara selam olsun..

    YanıtlaSil
  2. İnşaallah bunları gerçekleştiren Kelamcılarımız olur....

    YanıtlaSil
  3. Pek Yakında yeni neslin büyük kelamciları allah in izniyle insanligi fethe cikacak

    YanıtlaSil
  4. Halka tasavvuf kanalından ulaşılmalı;
    daha yüksek, çetrefil meseleler kelam’a bırakılmalı

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...