29 Aralık 2015 Salı

“Her yaşın bir akıl seviyesi vardır!” (S. Tuğ)


Dün dönemin son dersi idi. Kapanışı hitamuhu misk olsun diye sevgili serhadememiz Salih Tuğ hocamızla yaptık. Kurucu dekanımızı, o güzel insanı yeni talebelerimizin de tanımasını ve onun gülen bilge yüzünü onların da görüp feyz almalarını istedim. Değerli bir hocayı tanımış olmanın kıymetini erbabı çok iyi bilir. Söz gelimi ben, Hamidullah Hocayı tanımış olmamı, hocanın ağırlığınca bilgi ile değişmem. Bu bir lütuf ve nasip meselesi. Bir de kıymet bilme meselesi. Yağmur her yere eşit yağar da ondan ancak kabını açanlar suyunu doldurur.
Hoca bir iki saate yakın bizimle konuştu en başından başlayıp günümüze kadar getirdi. Önünde de imzasını attığı daha yeni kisveyi taba bürünmüş kocaman bir kitap duruyordu.
Sözün başında ilkokula kaydı sırasında öğretmenin ördek nasıl yüzer gibisinden birkaç soru sorduğunu ve bunu ikinci sınıfa yazın dediğini anlattıktan sonra “iyi mi etti bilmem” dedi ve ekledi: “Her yaşın bir akıl seviyesi vardır!”. Ondan sonra da açıklayarak kendi yaşıtları arasında olmamanın zorluklarından bahsetti. Öyle ya ötekiler bir yaş ileride, haliyle akılları daha gelişmiş halde iken onlarla yarışmak zorlanmaya sebep olabilir. Yetmiş yaşındaki bir insan için bir yaş yetmişte bir iken  altı yaşında bir yaş altıda bir eder. Arada muazzam fark vardır. O yaşlardaki bir çocuk için bir yıl çok büyük mesafe demektir. Hoca  o küçücük yaşında kendinden büyük sınıf arkadaşlarıyla yarışmak durumunda kalınca belli ki zorlanmış ama yine de hiç arkada kalmamış. Ailenin küçük iken kendisi üzerine eğilmesi ve bir takım şeyleri öğretmiş olması onu kendinden bir yaş büyük çocukların seviyesine bilgi düzeyi olarak çıkarsa da akıl olarak elbette ki aynı düzey için bir yıl beklemesi gerekti. Onlar da aynı şekilde o yaşı yaşayacaklarından ara haliyle -özellikle ilk yıllarda- kapanmayacaktı.
Aynı durum GARİBCE  için de geçerliydi. Bizim köyümüzde okul çok geç açılmıştı. İlk kez babam Garib Ali’nin dükkân olmak üzere yaptırdığı yerde okul açılmıştı. O sene şimdi Adliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığından emekli Toroslu Ehmet ve gene şimdi emekli olan Müftüler Hüseyin ve Mehmet agalarım gibi ergenliğe adım atmak üzere olan/ kimi de atmış olan koca koca çocukları ilk mektep bire yazdırmışlardı. Ertesi yıl Kala’da bir samanlıkta okumuşlardı. Üçüncü sene de bu kez gene bizim evde okumaya devam etmişlerdi. Ev diye biz yüklüğün kayılı olduğu, ambarın bulunduğu en büyük bölüme derdik. Okul bizim evimiz olduğu için ben de heveslenir ve devam ederdim. Ali Ertürk öğretmen benim bu işi kotarabileceğime inanmış olmalı ki beni de okula kaydetmişti ve böylece ben de okula bir yıl öncesinden başlamış oldum. Aynı evden Hüseyin abim üçte oluyordu. Onun küçüğü Fadime ablam büyük kız olduğu için okula verilmemişti. Onun küçüğü Naciye ablam da Abimle aynı şekilde başlamış ve üçüncü sınıfta idi. Ben de birinci sınıfta. Yani abimle aramızda iki çocuk vardı, bu nereden baksan altı-yedi yaş eder, ama sınıf olarak aramızda iki yıl vardı. Ben nasıl okudum, neler yaşadım çok iyi hatırlamıyorum. Ama şiir okumak için çatal merdivenin başına çıktığımda ağladığımı ve beni görünce babam Garib Ali’nin da ağladığını, öğretmenin hemen beni gelip kucağına alarak oradan indirdiğini ve teselli ettiğini hatırlıyorum. Mezun olur olmaz da yeni açılan İmam Hatip okuluna gene Rahmetli babamın öncülüğünde sekiz çocukla birlikte yazılmıştık. Köyümüz okulundaki iri talebeler genellikle ilk açıldığı yılda girdikleri için ilk mezuniyetle onlar uçup gitmişlerdi,  üçüncü mezunlar olan bizler birbirimize yakın yaş aralığında idik. Ben içlerinde en küçüklerinden idim. Evde boğuşmalarda en altta hep ben kalırdım. Beni kollayan rahmetli babamın dayısı Veli dayının torunu bir iki yıl Kuran kurslarında okumuş Hacı Osman (merhum) olmasaydı belki çok dayak da yerdim.
Derslerde ise en iyileri bendim. Buna rağmen bir yazılı imtihanda yanlış yazmışım diye müdürün epey bir okşamadan sonra ensemin köküne indirdi balyoz gibi yumrukla altıma kaçırmadan da edememiştim.
Asıl diyeceğim o ki, abim bir yıl gecikmeli olarak Diyarbakır İmam Hatip okuluna yatılı gitmişti, ben de bir yıl sonra Develi İmam hatibine yazılmıştım. O daha ilk yıl şubat tatiline döndüğünde köyde vaaz etmeye kalkmıştı. O her şeyden anlıyordu. Benim aklım ise hiçbir şeye yetmiyordu. Üst üste dört yıl okul birincisi ben olmuşum, resmim iftihar listesine asılmıştı. Bilgi yarışmalarında sınıfımı ben temsil etmiş ve birincilik kazandırmıştım. Ama münazaralara gelince ben orada hiç yoktum. Çünkü ben on bir yaşında iken mahkeme kararıyla yaşlarını küçültmüş olan abilerimiz de aynı şekilde bizim sınıftaydı. Benim zekam bilgileri öğrenmeye yetiyordu ama akıl ve muhakeme başka şeydi. O da bana gelmek için belli ki sırasını bekliyor, belli ölçüde yaş yaşamamı gerekli görüyordu. Akıl yaşta değil baştaydı ama aklı başa da şey getirirdi. Ben bunu böylece yaşayarak öğrenmiştim.
Çocuklarınızı vaktinden evvel okula yazdırma konusunda acele ederken bir daha düşünün derim.
Dua ile!
29.12.2015

GARİBCE



1 yorum:

  1. Sacit Türker: Her bir cümle ayrı, acı ama kaderi hikayelere/yaşanmışlıklara kapı aralıyor hocam. Serdekanımızın bir de bizim dönemde bir ağabeyi var idi. Fakültenin bilumum tesisat tamir işlerine bakar idi. Dervişane hâli ve tavrı ve dahi siması ile Ali Ulvi Kurucu beyi andırır idi....Selam ve hürmetle.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...