Kur’an’da
“adl” ve “âdil” sözcükleri Allah için kullanılmıyor.
Taradığım
kadarıyla hadislerde de “Âllah adl” ya
da “Allah âdil” şeklinde bir kullanım şekli de geçmiyor.
Buna
mukabil el-Esmâu’l-hüsnâ arasında “el-adl” var.
Ama
buna karşılık insanlara “adaletli” olmaları emrediliyor. Kin ve öfke dolu olunan
insanlara karşı bile adaletli olunması emrediliyor ve adaletin takva için en
uygun davranış biçimi olduğu vurgulanıyor[1].
En cami (kapsayıcı anlam yüklü) ayetlerimizden
biri, her Cuma hutbesinin en sonunda okunan en-Nahl 16/90 ayetidir:
انَّ اللَّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ
وَإِيتَاءِ ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِ
يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (90)
[النحل]
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara
yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O,
düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
(en-Nahl 16/90)
Adalet, her şeye hakkını vermek demektir. Allah’ı
tazim, tahmîd, tesbih, tehlil, tekbir ve tevhid… bilumum saygı ve tapınma
anlamı içeren davranışlar sadece O’nun uluhiyet ve rububiyet hakkıdır. Bunu O’na
özgülemek yerine yedek tanrılar (putlar) edinip, onları da tazime paydaş görmek,
ancak Allah’a nispet edilmesi söz konusu
saygıyı bu uyduruk şeylere de nispet etmek şirk koşmaktır ve şirk en büyük
zulüm sayılmaktadır.[2]
Onluk yapana on, beşlik yapana beş vermek
adalettir.
Emek ücret dengesi adalettir.
Bir kötülüğe dengi bir ceza vermek adalettir.
Sizin yüzünüze bir tokat akşeden kişi, sizin de
onun yüzüne bir tokat akşetmenizi hak etmiştir ve sizin de onun hakkını
vermeniz (tabii doğrudan ihkak-ı hak şeklinde değil, adalet mekanizmalarını
devreye sokarak) adalettir.
Yüce Allah adaleti emrediyor. Demek adalet iyi bir
şey.
Fakat Allah hemen bir şeyi daha emrediyor: O da “İhsân”.
İhsân, güzellik kökünden türetilmiş ifâl babında
bir masdardır. Ahsene’nin bab özelliği olarak iki anlamı var: Biri geçişlilik katkısı
ile kişideki güzelliği başkasına geçirmek yani “başkalarına güzellik ve iyilik yapmak”
demektir. Nitekim yukarıdaki Diyanet’e ait mealde de böyle çevrilmiştir. Fakat ihsân’ın bir diğer manası daha vardır
ki o da kişinin “güzelliğe, iyiliğe kesmesi” demektir. Buna göre Muhsin demek
kişinin kendi güzel, fikri güzel, fiili güzel, davranışları güzel demek olur.
Bu mana, elbette birinci manayı da içinde taşır. Çünkü güzel insan, güzel işler
yapar.
İhsan, hadiste de kulluğumuzu hep Allah’ı
görüyormuş gibi yapmamız anlamında terimleştirilmiştir[3].
Allah güzeldir. O’nun güzelliği bizi bürümüştür ve biz bunun farkındalığına
ulaşmışızdır. O’nun hep huzurunda olmanın bilinci ile ne yapmışsak hep güzel
yapmışızdır; imanımızda, ibadetlerimizde ihlastan, işlerimizde kaliteden ödün
vermemişizdir. Ne âlâ!
İhsan sonucunda kişi, adalet makamının bir üst
katına çıkar. Bunun sonucu olarak kendisine bir kötülük edene dengi bir ceza
vermesi adalet gereği iken, o affeder, bağışlar.
Mesela kısasa kısas adalettir. Ama bağışlamak
ihsândır; ancak muhsinlerin yapabileceği bir davranıştır.
Birisine borç vermiştir. Vadesi gelmiştir. Ama
adam ödememiştir. Kişinin borcunu ödemeyen o kimseyi mahkemeye vermesi ve cebrî
icra yoluyla hakkını alması adalettir. Kimse ona haksızlık yaptı diyemez. Ama o
kimsenin “fe nazıratun ilâ meysere”[4]
fahvâsınca o kişiye mühlet vermesi, ilave süre tanıması, vadeyi uzatması ihsan
mertebesiyle alakalı bir davranıştır.
Hele borcun kısmen ye da tamamen bağışlanması
ihsan üstü ihsan demektir.
Allah’ın sevdiği “muhsinler” de işte bunlardır.
Bizi de onlardan kılması duasıyla!
25.07.2013
GARİBCE
[1] يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ
قَوْمٍ عَلَى أَلَّا تَعْدِلُوا اعْدِلُوا هُوَ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَاتَّقُوا اللَّهَ
إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ (8)
[المائدة : 8 ، 9]
[2] وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ
وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
(13) [لقمان : 13]
[3] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح
الباري - (1 / 20) مَا الإِحْسَانُ قَالَ : أَنْ
تَعْبُدَ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ ، فَإِنَّهُ يَرَاكَ
[4] وَإِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ
إِلَى مَيْسَرَةٍ وَأَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
(280) [البقرة]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder