İnsan
olarak ne kadar güçlü olduğumuzu düşünürüm. İçinden çıkamadığımız sorun
olmamış, aşamadığımız dağ kalmamış. Everest gibi zirveler bile hırsımızla,
gücümüzle baş edememiş. Okyanuslar aşmışız, kanallar açıp denizleri birbirine bağlamışız.
Tonlarca ağırlıklı metal kuşları uçurmuşuz. Balıkların inemediği derinliklere
dalmışız.
Yazın
sıcağını serinliğe, kışın dondurucu soğukluğunu sıcaklığa döndürmüşüz.
Dev
seralarda yazın meyvesini kışın yetiştirmiş, kış günü yaz meyveleri yemişiz.
Toprağı
sıkıp, içinden her türlü sebze ve meyve fışkırtmış, tahıl ekip ürün hasat etmişiz.
Makine
yapan makineler icat etmişiz.
İnsanın
yerini alması için robotlar geliştirmişiz.
Şehirlerin
altını üstüne getirecek, küremizi yörüngesinden savuracak korkunç silahlar
yapmışız.
Bütün
bunları yapan kudretli biz, meğer aynı zamanda ne kadar da acizmişiz.
Bir
virüsle baş edemeyip helake yelken açmışız. Salgınlar olmuş, kıran girmiş birer
birer yaprak gibi dökülmüşüz. Adı değişmiş veba olmuş, taun olmuş kolera olmuş,
kuş gribi, domuz gribi, deli dana. Anadolu insanı hepsine birden “Kıran girdi”
demiş.
Felaketler
karşısında eli kolu bağlı çaresizliğin resmini vermişiz. Amerika’nın meşhur
kasırgaları, Büyük Okyanus sahillerinin tsunamileri ve her yerde ve zamanda
depremler… Yangınlar, sel felaketleri… O muazzam teknolojiler, dağları un ufak
eden ve yerlerine gökdelenler diken o devasa iş makineleri felaketler
karşısında karton kutular gibi kendini sele kaptırmış, yerin yutmasına mani
olamamış.
Ve
sosyal yönüyle zaaflarımız.
Kendi
özümüze sözümüzü geçiremeyecek kadar zayıf halimiz. Sigara, içki, uyuşturucu
zararlıdır biliriz ama geri duramayız, gücümüz yetmez.
Kendi
eşimizle, öz oğlumuzla, öz kızımızla iletişim kuramayacak kadar zavallı
oluşumuz ve onlara bir türlü ulaşamamanın sancılarıyla kıvranışımız.
Yusuf’unu
kaybeden Yakub’un çaresizliği.
Yusuf’un
gömleği yırtılırken, hapiste unutulmaya yüz tutulmuşken ki çaresizliği.
Yusuf’un
kardeşlerinin son kertede, babalarına Bünyamin’siz olarak dönme zorunda
kalışlarındaki çaresizlikleri.
Yunus’un
balık karnındaki çaresizliği.
Kavmine
söz geçiremeyen Musa’nın, sakalını Musa’ya kaptırmış olan Harun’un, havarilerinin
ihanetine uğrayın İsa’nın ve kendi öz
kavmi tarafından taşlanan, canına kastedilen ve ülkesinden kovulan Hz. Muhammed’in
çaresizliği.
Ne
var ki her zaman hesapta olmayan bir şey daha var: İlahî inayet, insanlığı
kuşatan eşsiz rahmet. Her şeyin bitti artık dendiği zamanda o imdadımıza
yetişiyor da yeni bir umut, yeni bir solukla hayat yeniden ve bir eşik daha atlayarak devam ediyor.
Ya
Rabbi! Bizi bize koma. Gazabını geçen
rahmetinle bizi kucakla.
Biz
gerçekten çok aciziz. Ve biz her daim senin inayetine, lütuf ve ihsanına
muhtacız.
İnnemâ
eşkû bessî ve hüznî ilallah!
Ve
ufavvidu emrî ileyke Ya Allah!
La
havle ve la kuvvete illâ billah.
Aleyhi
tevekkeltü ve ilheyhi ünîb!
Ve
mâ tevfîkî illa billah!
18.07.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder