Umarım Garibce’nin
yazılarını okuyordur. Tepkisinden her ne kadar böyle bir intiba edinmesek de bu
vesile ile diğer yazılarını da okur diye ümit ediyoruz.
Ben, hasbelkader
bir ilahiyat profesörüyüm. Zengin bir aile çocuğu değildim. Köyde doğdum. Zor
şartlarda tahsil yaptım. Yoksulluğu da bilirim. Kendi halinde bir insanım.
Hocalığı
seviyorum. Ders vermeyi aslî vazife biliyorum. İlmî konularda talebelerime
elimden geldiğince yardımcı oluyorum. Onlara burs bulma gibi bir becerim yok.
Bu işleri oldum olası yapamadım. Çünkü sosyal bir insan değilim. Talebe iken de
kendi harlığımı yıllarca amelelik yaparak kazanmaya çalıştım. Az ile yetindim.
Şimdi hocayız.
Elbette bizim yerimizi bizden daha iyi dolduracak kimseler olabilir. Mahkeme
kadıya mülk değil, vakti saati geldiğinde onlar gelir biz gideriz.
Bu hocalık serencamında kitap yazdığımız oldu. tercümelerle iştigal
ettik. Hatta tercüme ile harçlık kazandığımız bile oldu. Para bizi bozar.
Harçlığımız olsun yeter.
Son bir yıldan
fazla zamandır beri de günlük yazılar
yazmayı kendimize iş edindik. Bizim dışımızda bir saikı olmayan bir etkinlikti
bu. Yani ne resmî olarak ne de bir başka yoldan bizden böyle bir talep
olmamıştı. Vira bismillah demiş başlamış ve kendi ölçeğimizde başarılı
sayılabilecek bir performans da göstermiştik.
Siyaset
konularına girmeyi çok istememe rağmen gün oldu siyaset ile de ilgili yazılar
yazdık. Geniş bir yelpazede hemen her alanda denemelerimiz oldu. “Bilgi, duygu
ve mizah: Üçü bir arada!” şiarımız oldu.
Bazen kendi
kendime “Yahu eninde sonunda ben bir fıkıh profesörüyüm. Arada bir hiç olmazsa
fıkıhla ilgili yazılar da yazmalıyım” dediğim bile olmuştur.
Din alanında
yazmış olduğum yazılar genelde yanlış olduğuna inandığım konuların kendimce tashihi
doğrultusunda olmuştur. Ölçülü olmayan bir dindarlığın başa bela olduğuna olan
inancım sebebiyle hep itidali savundum ve teennili hareket edilmesini ilke
olarak benimsedim. Dini hayatın içinde tutabilmek için de asıl olan
ilkelerimizin kolaylaştırmak ve
sevdirmek olduğunu düşündüm. Değişimi anlamaya ve takip etmeye çalıştım. Hayat
ile at başı yürümeyen bir din anlayışının işlevini yitirmiş tarihî eserler gibi
antika değerine yükselerek müzelerde ancak kendilerine yer bulabileceğini hep der hatır etmeye ve hatırlatmaya
çalıştım.
Güncel olaylar
herkes gibi elbette ki beni de meşgul etmiştir. Özellikle geride kalmış olmasını ümit ettiğimiz Gezi
Parkı sebebiyle benim de günlerim alt
üst oldu ve ilk kez Garibce olarak bu günlerde düzenli yazmakta olduğum
yazıları yazamadım. Yine de o günlerde güncel siyasetle ilgili yazılar yazdım. Yazılar
paylaştım.
Bu vesile ile
şunu söylemek de bir hoca olarak benim vazifemdir diye düşünüyorum. İnsan
olarak iyi ve kötü günlerimiz olabilir. İster istemez içinde bulunduğumuz
ortamdan etkileniriz. Söz gelimi bir cenazemiz olsa toplanır ve ağlaşırız. Bu
davranış o halet içinde normal gözükür. Ama bir de şöyle düşünelim. Bütün eş
dost toplandık ve günlerce ağlaştık ve yas tuttuk. İşi gücü terk ettik. Her bir
iş olduğu gibi kaldı. Çocuklar kendi hallerine terk edildi. Kurumlar işlemez
oldu, her şey durdu. Hangi aklı yeter bu hale razı olabilir ki?
İşet böyle bir hengâmede
bile aklı yeterlere düşen “Ölen ile ölünmez, herkes işine gücüne baksın!” demek
ve duruma vaziyet etmektir.
İmdi ülkede genel
savaş hali bile olsa herkes evvelemirde kendi vazifesini bihakkın yapabiliyorsa,
o ülkenin kazanamayacağı savaş ve aşamayacağı badire yoktur.
Bir ilahiyat
hocası olarak ben talebemi en iyi bir şekilde yetiştirmek zorundayım. Günlük
heyecanlara ve siyasete kapılarak bir ilahiyat talebesinin ancak tahsil çağında
alabileceği donanımları onlara veremezsem ben vazifemi işte o zaman yapmamış
olurum.
Bunu yaptıktan
maada, bir aydın olarak topluma karşı da elbette ki sorumluluklarım olacaktır.
Siyaset bilimcisi olsaydım siyasete dair yazardım. Deprembilimci olsaydım
depreme dair yazmam beklenirdi. Bir ilahiyatçı olarak da elbette ki benim arada
bir de olsa fıkıhla ilgili yazılar yazmam ve bunu belli bir okuyucu kitlesiyle
paylaşmam benim için ancak takdiri gerektiren bir durumdur diye düşünürüm.
Hem Muhammed
ümmeti yalnız ben miyim?! Okunmasını istediğiniz konular varsa onları da siz
yazın, siz söyleyin.
İnsanlar da
sözleri dinlesinler, yazılanları okusunlar ve içlerinden de en güzeline
uysunlar ve böylece doğruyu bulsunlar. Hiç kimse hakikat tekelciliği de yapmamalı.
Bunlar benim
yazdıklarımdır. Garibce’nin penceresinden bakınca gördükleridir. Siz benzer
şeyleri görmüyorsanız, bu onun bir suçu değildir. Ayağınızın altına bir
yükselti koyun bir daha deneyin. Olmadı çok daha önemlisi açınızı değiştirin.
Gözünüzde at gözlüğü var mı, onu kontrol edin. Baktığınız her şeyi çapaklı
görüyorsanız, varsa gözlüğünüzün camını silin. Gözünüzü doktora gösterin. Ne
bileyim yapın bir şeyler. Bakarsınız iyi gelir.
Dua ile!
02.07.2013
GARİBCE
YanıtlaSilSoner Duman Facebook'ta yazılar yazmaya başlarken öncüm ve örneğim Garibce'nin bu yazıları olmuştu. Allah razı olsun hocam.