“Ne
olacak bizim bu oğlanların hali!” başlıklı yazımızda hem
oğlanların hem de kızların evlenmelerinin giderek zorlaştığından söz etmiş ve “Fuzûlî”
olarak da olsa gençlere yardım etmek gerektiğinden söz etmiştik.
Hayat
öyle bir şey ki su gibi akıyor ve bu akışla birlikte her şey değişiyor. Bugünkü
akan su dünkü akan su değil, bu kesin. Fakat, “bugünkü suyun dünkünden farkı
nedir?” diye sorduğunuzda da alacağınız cevap hemen çoğu kez bir “Hiiiç!”
oluyor.
O
zaman ne değişti ne değişmedi.
Aslında
oyuncular değişiyor, araçlar, yollar, usuller bunlar hep değişiyor. Fakat
bunların gerisinde duran asıl saikler, bizi harekete geçiren ihtiyaçlar
değişmiyor.
Evlilikle
ilgili eskiden evlenecek adayların birbirlerine akın edebilmeleri için
illa ki birinin “elbir”lik yapması gereği vardı. Çünkü çoğu kez oğlan kızı
göremezdi. Kızların oğlanları görme şansı daha fazlaydı.
Biri
kızın ya da oğlanın dizinin dibine oturur ve onun kulağına falancanın oğlunun
ya da kızının adını fısıldardı. İçlerine aşk ateşi düşmesi için bazı kereler
adı bile yeterdi. Kızlar köylerde su getirmek için köy meydanındaki çeşmelere
giderlerdi. Oğlanlar bu anları bir fırsat bilirlerdi. Yahut düğünlerde, şenliklerde göz göze gelirler birbirlerine
vurulurlardı. Geleneklerin katı olduğu yerlerde ya da ailelerde oğlanın
evlendiği kızı ancak gerdek gecesinde gördüğü bile olurdu.
Hayreddin
Karaman (kendisi benim doktora danışman hocam olur) Konya’da İmam Hatip Okulunu okurken (1953) habersizce
nişanlamışlar ve durumu mektupla kendisine yazmışlar, hocayı çok seven kayınpeder
öyle numaralar çekmiş ki iki yıl süren nişanlılık döneminde hoca kızı asla
görmeye muvaffak olamamış. Ebesine yalvarmış bari cansız bir hayalini göreyim
diye. Ebesi bu işin bir şekilde üstesinden gelmiş ve kızın üç yaşında iken
elinde bir üzüm salkımı ile çekilmiş fotoğrafını getirmiş. Ne yapsın, başkası
yokmuş. Sonrada gripin kapağının üzerindeki başı ağrıyan bayanın resmini
gösterip, “Aha böyle biri!” demiş Hocanın merakını giderebilmek için. Hoca 1956’da
İmam Hatip orta kısmını bitirmiş olarak yirmi iki yaşında evlendiğinde ancak
zifaf gecesinde hanımının yüzünü görebilmiş. Tepkisi “Kardeşine benziyormuşsun!”
olmuş ve beğenmiş ve hep beğenmiş. (bk. Hayreddin Karaman, Bir Varmış Bir
Yokmuş Hayatım ve Hatıralar, İz Yayıncılık 2008, I, 159)
O
dönemlerde aile büyükleri ya da yakın dostlar araya giriyor ve işi
bitiriyorlardı. Tabi dışarıdan bir gözle her iki ailenin birbirlerine
denkliklerini dikkate alarak bu işi yaptıkları için asırlar boyu bu iş sağlıklı
neticeler vererek yürüyordu. Hem evlenme yaşı oldukça küçüktü, kızlar ayrı bir
eve değil, ailenin yanına gelin geliyorlardı. Üstelik nikahta da keramet vardı.
İhtiyaç
vardı ve bunu karşılamanın yolu da işlek bir biçimde çalışıyordu.
Şimdiye
gelince artık herkes meydanda. Hem oğlumuz hem kızımız sosyal hayatın içinde. Otobüste,
caddede, okulda, camide, sinemada… kısaca her yerde. Kimsenin kimseden kaçtığı,
göçtüğü yok. Kimsenin bir başkasını
görememe diye bir derdi yok. Herkes ve her şey ortada. Sosyal Medya evin
mahremiyetini de bitirdi. Dolayısıyla
böyle bir ortamda evlilik için artık görücü usulüne ihtiyaç kalmadı. Elhak bu
doğrudur, fakat bu kez de bir başka sorun vardı: Herkesin ve her şeyin meydanda
olması, herkesin birbirine benzer bir hal alması.
Mezuniyet
hatıra fotoğrafları vardır. Öğrenciler merdivene boy boy dizilirler ve topluca fotoğraf
çektirirler. Bakınca herkes meydanda ve ortalıkta, ama hepsi birbirinin aynı.
Alta
not düşülür: İkinci sırada sağdan üçüncü kişi benim diye.
Temel,
Hollanda da iki cins inek arasında boynuzlarından tutarak fotoğraf çektirmiş ve
Fadime’ye göndermiş: Altına da yazmış: Ortadaki benim!
İşte
böylesi bir durumda herkesin flu bir görünüm arz ettiği ortamlarda zumlama
ihtiyacı belirdi. Öyle ya herkesin görünür olduğu bir ortamda özel olarak bizim
dikkat nazarlarımızı üzerine çekeceğimiz kişiyi nasıl belirleyeceğiz.
Eskiden
görücülüğü bir yol olarak doğuran ihtiyacın bir benzerinin burada da kendisini
hissettirdiği gözüküyor.
Bu
zumlama işini ya evlenmek isteyen adaylar kendileri yapacaklar. Ulaşmak istedikleri
kimselerin dikkatini çekebilmek için gerekirse dokuz tombalak atacaklar.
Ya
da gene bu iş büyükler/ dostlar olarak bize düşecek.
Görülüyor
ya her şeyin değiştiği bir dünyadayız ama aslında saikler değişmiyor.
İhtiyaçlar
hep aynı duruyor ve ihtiyaçlar kendi usul ve yollarını da oluşturuyor.
Dua
ile!
23.07.2013
GARİBCE
herdogan38@.
YanıtlaSilTeşekkürler..