20 Kasım 2013 Çarşamba

Diyanet ve tababet! Al birini vur ötekine!


Bugün güncel dini konular adlı dersimizde bir giriş yaptım:
“Diyanet ve tababet birbirine benzer. Hatta o katar benzer ki birinde cahil olan candan eder, diğerinde cahil olan dinder eder” dedim. Literatürde tabib-i câhil ile müftî-yi mâcin birlikte anılır” dedim.
Sonra da dini sorunlar karşısında nasıl tavır alınması gerektiğini tababet üzerinden anlatmaya çalıştım. Öyle ya tababet yani tıp alanı, hasta doktor ilişkisi daha somut ve iyi bilinen bir durumdur. Bunu anlatırsam, bir cümle ile “İşte diyanet de böyle!” diye konuyu sonuca bağlarım diye düşündüm.
Sonra bir sağlık sorunu olduğu zaman ne yapmaları gerektiğini sordum.
Bir öğrenci ile aramızda şöyle bir diyalog geçti:
-Doktora giderim.
-Güzel. Buna cevap hiçbir yere gitmem, okuyucuya, üfürükçüye, tükürükçüyü giderim, ya da internete bakarım demek de olabilirdi.
Sonra “İlle de gitmek zorunda mısın?” diye sordum ve bizim fukahanın bir esasını naklettim: Fukaha diyor ki: “Bir kimse tedavi olmasa ve buna sebep ölse, günahkâr olmaz. Ama haram olan bir nesneyi yemediği için açlıktan ölse günahkar olur.”
Bir öğrenci söz aldı. Bir radyodan dinledim dedi ve anlattı. Adamın biri çölde bir kuyuya düşmüş, kendi kendine delmiş ki: “Allah’ım sen beni görüyor, halimi biliyorsun. Ben senden başka kimseden yardım istemeyeceğim.”
Ve de öyle yapmış. Çöl olduğu için kafileler çok nadir geçiyormuş, ama o asla yukarıdan geçenlere seslenip bir yardım istemiyormuş. Sonunda bir aslan gelmiş ve elini uzatmış ve adamı çıkartmış. Gayptan bir ses gelmiş ve demiş ki: “Eğer sen insanlardan yardım isteseydin de onlar seni kurtarsalardı, bu aslan seni çölde yiyecekti.”
Baktım, bayağı inanarak anlatıyor.
Hatta takıldım: “Aslan elini uzatması yerine kuyruğunu sarkıtmış olmasın falan!” dedim. “Yok, adam böyle anlattı!” dedi.
O bunu bizim fukahaya reddiye babından anlatıyordu. Yani haram olan nesneyi yemez ve buna sebep ölürse günahkâr olur diyen anlayışı tevekküle aykırı görüyordu. Eğer bir şeyi Allah haram kılmış ise, kişinin hayatı ve sağlığı ondan olamazdı. Varsın yemesin, o ölmezdi ve Allah bir aslan gönderir kuyudaki onu elini uzattırır ve kurtartırdı.
Bir başkası da doktora gitmek demek ve ona “Şuram ağrıyor, buram ağrıyor” diye söylenmek Allah’ı şikayet etmek anlamına gelir. O yüzden gitmemek gerekir anlamına gelecek şeyler söyledi.
Birisi de “Mutlaka gitmeli; modern tıbba gitmeli, ona gitmiyorsa koca karı ilaçları kullanmalı…” dedi. Ben de ekledim: “O da olmadı, üfürükçüye tükürükçüye gitmeli.”
Bu da kendince fukahayı yanlışlıyordu ama en azından hasta olan kişinin mutlaka tedavi olmak için çaba göstermesi gerektiğine inanıyordu.
Fukaha yaklaşıma gerekçe olarak, tedavinin kesin sonuç vermeyeceğini gösteriyor. Ayrıca onlar adına şunu da ilave etmek mümkündür: Bütün canlı organizmaların kendi kendilerini sağaltma/ iyileştirme özellikleri var. Belki bu özelliği de göz önünde bulundurmuş olabilirler.
Çoğunluk tabi her zaman olduğu gibi dinlemeyi tercih ediyordu.
Şimdi baktım da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümü öğrencileri arasında böyle düşünenler varsa, mektep medrese ile hiç ilgisi olmayan insanlar kim bilir nasıl bir dindarlık anlayışı içindedirler.  Radyolarımız da din adına meğer neler anlatıyorlarmış.
İslam akıl dini değildir; el-hak bu doğrudur, ama Müslümanlık akıllıların dinidir.
Aklı başında olan kimseler yukarıda sözü edilen öğrencilerin temsil ettiği düşünceleri nasıl sahiplenebilirler.
Nasıl bir dindarlık anlayışı ki fukahanın benimsediği ve bugün bizim kabulde zorlandığımız genel yaklaşım bile onu kesmiyor. Kuyunun dibine düşenin yukarıdan geçenlerden imdat istemesi kişinin tevhid ve tevekkül anlayışına ters düşüyor. Ve nasıl bir dindarlık anlayışı ki hemen anında bir aslan geliyor ve ver elini deyip, kuyunun dibindeki adamı çıkarıyor. Üstelik, “aslında sen benim çöldeki azığım idin ya hadi, bu tevekkül anlayışın ile yırttın hani!” tavrıyla onu kurtarıyor.
Akıllıların dini olan İslam, böylesi bir anlayış elinde ne yapsın?
Söz konusu olan insan mı? Yoksa onun bunun elinde oyuncak olan bir kukla mı?
Bu insan denilen varlık, hiç risk almaz mı? Tanrı’nın ahlakıyla ahlâklanmaz mı?
Anlamadım gitti.
Tabi çok muhabbetli ve ibretli bir ders oldu. Bu türden sakim anlayışlarımızı gözden geçirdik, tahlil ettik. Eğlenceli de oldu. Ama yine de sonuca vardık. Ve “işte tababet gibi diyanetin de öyle olması lazım!” dedik.
Dua ile!
20.11.2013

GARİBCE

1 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...