30 Haziran 2013 Pazar

Gene ağaç haklarına dair


Ve derken bir de ağaç hakları çıktı!” başlıklı yazımıza adsız bir dostumuz bozulmuş. Şunları yazmış:

“Mehmet Hocam, "ağaçlara dokunulmazmış kim demiş" cümlesi sizin için bir utanç cümlesidir, umarım bir gün fanatizmden kurtularak bu yazıyı bir daha okur da pişman olursunuz. Bu arada Fakülteniz'de de ağaç bırakmadı müteahhitler, artık odalarınızda gölgelenirsiniz. Nasıl olsa "kim demiş ağaçlara dokunulmaz, yıkın gitsin." Taksim’de mezarlık vardı yıktılar da Fatih'de boydan boya ne vardı, neler vardı, Menderes hükümetlerinde neler yaptılar, bi de onu yazsanız hakkaniyet sahibiyseniz.”
Evet böyle demiş.
Ben bir Garibceyim hayat salında
Ne işim olur benim siyaset meydanında
Gerçi o kadar da değil. Herkesin siyaset ile biraz olsun ilgilenmesi gerekir.  Siyaset, kök anlamı itibariyle “gütmek, güdülemek” demektir ve çağrışımı pek hoş olmayabilir. Ama eskiden beri siyaset “Çobanlık” ile eş anlamlı gibidir: Nitekim “Hepiniz çobansınız ve herkes kendi sürüsünden mesuldür” şeklinde rivayet edilen hadisler vardır.
Çobanlık etme yetkisinin kaynağı nedir?
Allah adına bir yetki ise o zaman kaynağını Allah’tan alır. Peygamberlere bey’at, onun Allah’tan bildirdiği her hususta kendisine tam itaat anlamında bir bağlılık yeminidir. Ama aynı peygamberin yaptıkları, velev ki müminleri de olsa onların siyaseti yani yönetimi başka bir ifade ile onlar adına karar verme ve icraatta bulunma şeklinde ise  o zaman yetkinin kaynağının kimse Allah olduğunu iddia edemez. O yüzden bizim fukaha şöyle bir kural geliştirmişlerdir:
“Tasarrufu’l-l-imâm ale’raiyye menûtun bi’l-maslaha” yani Devlet başkanının toplum adına tasarrufta bulunması onların yararına olmakla kayıtlıdır, onların zararına bir tasarrufta bulunamaz.
Bidayette onlar ile ilgili bir karar alabilmesi için de bunun meşru bir yetkiye dayandırılması gerekir. Bizimkiler meşruiyetin ölçütü olarak iktidara geliş şeklini pek önemsememişler, buna karşın şerî ahkamı uygulayıp uygulamadığına bakmışlar ve şerî ahkâmı uygulamakta ise velev ki darbe (istilâ) ile de gelmiş olsun onu çok önemsememişlerdir. Bu yüzden halife olmanın yolları arasında Bey’at, istihlâf ve şûrâ’dan sonra istîlâ yani darbeyi de saymışlardır.
Ne yapalardı yani. Demokrasi vardı, biliniyordu ve yaygın olarak da kullanılıyordu da, karşı mı çıkmışlardı.
Şimdi demokrasi artık biliniyor ve pek çok ülkede de uygulanıyor.
Başımızda da bir hükümet var. Yüzde ellinin üzerinde bir oy ile iktidara gelmiş. İktidara gelirken söz gelimi Taksim projesini seçim öncesi insanlara deklare etmiş ve halk da buna rağmen projelerine destek çıkmış ona oy vermiş. O da, muhalefetin de desteği ile prosedürü tamamlamış ve uygulamaya koymuş. Ortada hol yok yumurta yok iken bir anda sözde bir park bahanesiyle ülkede sivil bir ihtilal provası yapılmış, her türlü şiddet sergilenmiş, cana ve mala zarar verilmiş. Bütün bunların gerekçesi de “ağaç” olmuş.
Şimdi böyle bir ortamda Garibce’nin yerinde sen olsan ağaç ile ilgili yazı yazmaz mıydın ey adsız!
Biz ağacın kötü bir şey olduğunu, lüzumsuz olduğunu vb. yazmadık. Biz ağaç da dahil olmak üzere her nimetin Allah tarafından biz insanlara lütuf edildiğini ve insanların da bu nimetleri kullanabileceklerini, burada ilkenin yarar ve zarar dengesinin gözetilmesi olduğunu yazdık.
Ben kendim evimin önünde bizzat yetiştirdiğim ağaçlarla övünç duyuyorum ve onların rüzgarla sağa sola ırgalanmasından büyük haz alıyorum. Hatta kaç tane onlara dair yazı yazdım. Bütün bunlara rağmen benim o ağaç için değil, ağacın benim için bir nimet olduğunu düşünüyorum. Evimiz eski ve depreme yeterince dayanıklı değil. Bir gün imkânımız olsa da evi yıkıp yeniden daha güçlü bir biçimde yapma şansımız olsa, bizzat ellerimle diktiğim ve yılların sevgisiyle büyüttüğüm bu ağaçları gene kendi ellerimle de kesebilirim. Üzülürüm ama keserim. Çünkü benim gözettiğim zarar ve yarar dengesinde bu böyledir. Yararlıysa var olur, varlığı zarara dönmüşse yok olur. Burada üst değer insan olarak benimdir. Ağacın yararı değil, insan olarak benim yararım ya da zararım söz konusudur belirleyici olarak.
Kaldı ki bir ağacın cinsine göre belli bir ömrü vardır. Tarihî değeri olan ağaçları söz etmiyoruz. Bir parka dikilmiş ve belli bir sürede belli bir büyüklüğe erişmiş ağaçları kastediyoruz. Aynı yerde yeniden, yok bir başka yerde gene vücut bulması mümkün olan bir nesne için nice kan dökülüyor, gerçek anlamda dokunulmazlara dokunuluyor. Bu bir aşırılıktır ve bizim vazifemiz de bu aşırılıklara dikkat çekmektir. Gerçi sonunda herkes gördü ki mesele ağaç meselesi de hiç değildi.
Okulumuza gelince evet doğrudur, Cami dahil bütün binalarımızın yenilenmesi bir imkan olarak doğdu. O yüzden de bahçemizdeki inşaat alanındaki ağaçlar kesildi. Şu anda bir şantiye gibi, tozdan topraktan ve çamurdan geçilmiyor. Ama siz bir de beş on sene sonra gelin ve bir de o zaman görün. Eminim ki yeterince ağaçlandırılmış da olacak.
Fakültemiz, son yıllarda giderek artan bir ivmeyle uluslararası bir hüviyet kazandı. Her yıl bine yakın öğrenci katılıyor. Mevcut binalarımız ile bu hizmeti döndürme imkanı yoktu ve binalar hem eskiydi ve hem de zayıftı. Depremde üstümüze çökme ihtimali vardı. Ne yapaydık yani, birkaç tane ağaç vardı diye dokunmayamıydık. Zarar yarar dengesi böyle mi kurulmalıydı. Hali hazırda bile arabalardan park edilecek yer bulunmuyordu. Ülkenin zenginleşmesi bizim öğrencilerimize ve hocalarımıza da yansıyordu. Şimdi bahçenin altı tümüyle otopark olacak ve araçlar görünmeyecek, bahçe tamamen bize kalacak. Üç tane bina yerine iki tane bina yapılacak, cami alanı biraz genişleyecek. Dolayısıyla proje bittiği zaman yeşil alan miktarı gene yeterince ve de ağaçlandırılmış olarak bize hizmet sunacak.
İlerisi düşünüldüğünde bunun neresi kötü bilemiyorum.
Ben 1980’den beri İstanbul’da bulunuyorum. Yollar ve parklar itibariyle şu an İstanbul’un daha iyi durumda olduğunu görüyorum.
Geçenlerde piknik için bizi bir yere götürdüler. TEM kenarında Ümraniye Evlendirme Sarayının hemen önünden gidilen bir yerde büyük bir orman vadr. Uçsuz bucaksız. Belli ki dikme. Vaktiyle dikmişler. Emeği geçenlere rahmet olsun. Şimdi gelin görün ki belediye bu ormana girmiş ve tam anlamıyla ağaç katliamı yapmış. Gelişli gidişli yollar açmış, orta kısımlara meydanlar açmış, üstelik bina da yapmış.
İyi de yapmış. Şimdi orada insanlar nefes alıyorlar. Ormanı ihsanların hizmetine açmış. Kesilmiş ve doğranmış ağaçları masa yapmışlar üzerine oturuluyor. Ortaya yaptıkları bina da insanlar ihtiyaçlarını gideriyor, mescitler var namaz kılınıyor, anneler çocuklarını emzirsin, altlarını değiştirsin diye odalar var.
Evet bunca ağacı kesmişler ama insanlığa hizmet için yapmışlar. Ben bunu yapan belediyeyi orman katili bunlar diye suçlamam, böyle bir mekanı insanların hizmetine açmış oldukları için sadece kutlarım.
Gene söylüyorum. Ağaç da dahil olmak üzere hiçbir canlı bile dokunulmaz değildir. Yediğimiz balıklar, soframızdaki etler canlılardan elde ediliyor. Helal olsun! Bütün bunlar bizim için. Yeter ki israf etmeyelim. Eti çok leziz diye henüz yeterince büyümemiş körpe bir kuzuyu kesmek bana pek hoş gelmiyor. Mütref bir hayatı çağrıştırıyor. Ama bu da canlıdır diye insanların ihtiyacına rağmen hayvanların kesimine karşı çıkmak da bana uymuyor.
Eğer dokunulmaz bir şey varsa o da insandır. Kaldı ki onun dokunulmazlığı bile, dokunulmazlara dokunmaması ile kayıtlı bulunuyor.
İfrat da kötü tefrit de kötüdür. İyi olanı dengeli olabilmektir ve dengeyi tutturmak da gerçekten çok zordur.
Dua ile!
30.06.2013

GARİBCE

1 yorum:

  1. "Çünkü benim gözettiğim zarar ve yarar dengesinde bu böyledir. Yararlıysa var olur, varlığı zarara dönmüşse yok olur." demişsiniz.
    Bu bahisle bütün insanlığın yok olması lazım. Nitekim,kendisinin yarattığı kültürel bir inanıştan doğan hijyen anlayışı ile "Kapımın önünü pisletiyor, canım" deyip kedi köpeği kovalamak, "Balkonuma kakasını yaptı, iğrenç." deyip kuşları zehirlemek, "Sitenin bahçesindeki -asla faydalı olmayan- çimleri altüst ediyor." diye zavallı köstebeği boğmaya çalışmak insana sırf faydasız olduğu için yapılabilir şeyler öyle mi?
    Yağmur ormanlarındaki güzelim kuşların, habitatın bozulması sırf biz oradan fayda sağlamıyoruz diye normal sayılacak, öyle mi?
    Nitekim, geçmişte insanlık için faydalı diye addedilen fakat şimdi yine insanlık için yapıldığına pişman olunan pek çok girişim var.
    Bir damla zeytinyağına muhtaç kalacağız. Bir lokma yemek bulamayıp doğaya muhtaç kalacağız. Bir lokma et bulamayıp hayvanlara muhtaç kalacağız.
    Sırf, doğanın döngüsü içinde bir yerimiz olduğuna ve canı olan her şeyin de en az bizim kadar yaşamaya hakkı olduğuna inanmadığımız için. Şüphesiz ki Allah, bizi bu döngü içinde bir kum tanesi ne kadar değerli ise o kadar değerli olarak yarattı. Aksi, insanlığın başka dinlerde kabul gördüğü en büyük günahlardan birine girer. Kibire!
    Saygılarımla.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...