4 Haziran 2013 Salı

Ne olacak bizim bu karganın hali?


Üç gün önce gece 01.00 gibi evin önüne geldik. Arabadan indiğimizde kızım “Aaa! Fare!” dedi ve irkildi. Bu kızlar nedense hemen hepsi fareden, kimi kediden ve hatta börtü böcekten çok korkuyorlar. Dedim “Ne faresi, taş olmalı!” Yolun tam ortasında bir karartı vardı ve bir kafa silueti belli oluyordu hatta gagaya daha çok benziyordu. Kıpırdadığı yoktu. Fare olsa çoktan kaçardı. Yaklaştık… Aaa bir  de ne görelim. Bir karga yavrusu.
Malum, daha önce de bahsetmiştik. Bizim evin önündeki ağaçta bir karga yuvası vardı.  Epey bir zamandır anaçlar, kuluçkadan yavrularını çıkarmış ve onları büyütüyorlardı. Çok da hızlı büyüyorlardı. Anne ve babaları münavebeli olarak onlara yiyecek ve su taşıyorlardı. Onlar da yuvanın keyfini çıkarıyorlardı. Onları izlemesi de bana düşüyordu.
Anlaşılan o ki bu karga yavrusu ya yuvadan düşmüştü, ya yuvadan atılmıştı. Belli ki bir sebebi vardı. Hiç kaçtığı falan da yoktu. Aldım. Bir hafif “gııık” sesi çıkardı. Çitin kenarına, ayak değmez bir yere bıraktım. Olduğu yerde kalırsa arabalar ezebilirdi.
Bıraktım ama içimi de bir endişe kapladı. Ya kediler yerse!
Sabah oldu, gözüm yavruyu aradı. Yavru desem de artık yuvadan uçma kıvamına gelmiş, boz tüyleri atmış, bayağı bir karga olmuş. Ama her ne sebepse bir garabet var. Gözüm sağı solu aradı. Epey bir zaman sonra  bıraktığım yerden beş on metre yanda gene çitin üzerinde  bir yerde bir karartı gördüm. Baktım. Bizim karga yavrusu. İyi dedim, sevindim. Demek ki kediler dokunmamış. O gün hafif bir yağmur da vardı. O yağmurun altında ıslanmıştı da. Fakat bizim karga hiç kıpırdamıyordu.  Galiba ölmüş dedirtecek kadar saatlerce hiç kıpırdamadan çitin üzerinde duruyordu. Hele  başını iyice aşağı salıp kendisini bırakması vardı ki gören kesinlikle bu ölmüş derdi. Galiba uyku pozisyonu böyle idi. Gözüm hep üzerinde oldu. Kâh bir kafasını kaldırıyor, üzerine yağan yağmurun ıslaklığını  silkelenerek gidermeye çalışıyor, ama daha çok uyku modunda  duruşunu sürdürüyordu.
Yahu bunun anne babası nerede diye soruyorum? Yuvada iki tane yavru vardı. Sabahleyin yuvaya baktığımızda yuvanın tamamen boş olduğunu görmüştük.  Anaç kargaların yuvaya uğradıkları da yoktu. Kendilerinden bir emare de bulunmuyordu. Hanımla dertleştik dedik: “Böyle ana olur mu? Yavrucağızı belli ki kendi kaderine terk etmişler. Bu kargada hiç mi annelik duygusu yok. Anne dediğin gelir yavrusuna cesaret verir, onu hayata bağlar.” Oysa bizim manzarada anneden eser yok.
Korkum kedilerden. Bir de şimdi çocuklar bir keşfederlerse bak sen şenliğe. Elleri uzanacak kadar bir yükseltide ve kaçmak şöyle dursun hiç kıpırdamıyor  bile. Kendi köy çocukluğumuz aklıma geldi. Biz şimdi böyle bir karga yavrusu bulsaydık kim bilir neler yapardık. Allah’tan çocuklar, görmelerine rağmen  kargaya ilgisiz çıktılar ve dokunmadılar.
Aaa o da ne? Bir ara yavrunun yanında bir karga gördüm. Anlaşılan anne kargaydı. Bir şekilde ya kaybettiği ya da terk ettiği yavrusunu belki görmeye gelmişti.
Söylendim: “Karaçıkından gidesice! Böyle annelik mi olur? Şu yavrunun günlerdir çektiğine bak!”
İyi de havyarlar güdüsel hareket eden varlıklar. Ne zaman acıyacağı, ne zaman acımayacağı ona güdüsel olarak öğretiliyor. Günlerce yumurta üzerinde yatan ve günlerce onları besleyen bu kargalar, bu yavruyu ne oldu da terk ettiler ya da onu yuvadan attılar?
Zannım odur ki, onlara artık yavruların uçma saati geldi denildi. Onlar da bu sevki tabii ile onları yuvanın kenarına getirip, arkalarından itiverdiler. Zaten günlerce yuvanın kenarında kanat çırpma eylemi yapıp duruyorlardı. Uçma vakti geldi ise uçmalıydı. Uçmak için de gerekiyorsa yuvadan atılmalıydı.  Bizim yavru da öyle olmuştu. Ama o uçacağına yer çekimine boyun eğmiş, kanatlarını kullanabilmeyi başaramamış ve yuvanın dibine çakılmıştı.
O gün hava kararırken baktım yerinde yok. Sağa sola bakındım. Birde baktım bizim arka taraf ağacın olduğu bahçe kısmında. Kaygım daha da arttı. Kediler orada cirit atıyorlar. Tam da onlara yem olma durumunda. İçim rahat etmedi biraz sonra indim ve onu kedilerin kolayca yetişemeyeceğini umduğum, çit arasında yüksekçe bir yere koydum.
Sabah ilk işim ona bakmak oldu. Koyduğum yerde duruyordu. Sevinmeli miydim, üzülmeli miydim, bilemiyordum.
Okula giderken yanıma yem ve su da aldım. Koyduğum yere bir mermer parçası yerleştirdim. Üzerine yemi ve suyu koydum. Okula gittim. Döndüğümde yarım metre kadar ancak yerinden oynadığını gördüm. Su azalmıştı ve yemin bir kısmı yenmişti. Ama bizim karga mı yedi başkası mı ondan emin değildim. Akşama kadar oralarda eğleşti. Akşama doğru  biraz daha yükseğe çıkmıştı ve uygun bir dal üzerine tüner vaziyette idi.
Ertesi sabah kalktığımda orada yoktu.
Hemen indim ve bahçeyi kontrol ettim. Yoktu. Sevindirici olan tüy de yoktu. Kediler yemiş olsaydı mutlaka tüy kalıntısı olurdu. Sokağa Pazar da kurulacaktı. Okula gittim. Döndüğümde ağaçlar üzerinde uçuşan kargalar gördüm. Hemen kulak kesildim, gözlerimi diktim. Belli ki  biri anaç karga diğeri yavru idi ve uçma talimleri yapıyorlardı.
Anaç karga bizim kargaydı ama uçurduğu yavru bizim yavru muydu. Yoksa hakkında bir bilgimiz olmayan öteki yavrusu muydu? Onu bir türlü seçemedim. Sadece  o uçmakta olan yavrunun bizim yavru olmasını temenni ettim.
Yapılacak bir şey de yoktu. İnşallah odur dedim ve rahatlamak istedim.
Başka da ne yapabilirdim ki?
Yahu şu Garibce’nin işine bak!
Millet ayağa kalkmış, kimi özgürlük diye bağırıyor ve nasıl bir özgürlükse önüne geleni yakıp yıkıyor, Büyük bir gafletle uyuyan milleti uyandırmak için sabahlara kadar tencere tabak dövüyor. Bizim Garibce de yuvadan düşmüş ya da uçmaya zorlanmış bir karga yavrusunun kaygısını çekiyor. Günlerce  takibini yapıyor ve hatta yazısını yazıyor. Haydi şimdi sen ol da “La havle vela karga” deme.
Adam boyunduruğun zelvesini kaybetmiş, öküzü koşacak bir türlü bulamıyor. Aklı fikri hep zelvede ve Lâ havle çekiyor: “Lâ havle velâ zelve”
Gerçekten Garibce!
Ne yapalım, elinden ancak bunlar geliyor. Büyük hikayeler, büyük anlatılar  ona birkaç numara  büyük geliyor.
Küçük şeyler onun daha çok ilgisini çekiyor.
Bu bir karga yavrusu hikayesi de olsa.
Dua ile!
04.06.2013

GARİBCE







1 yorum:

  1. Saadet Çalka: Kalabalık bir caddede cırcır böceğinin sesine kulak verenin hikayesi gibi, işte gerçek çevreci ruhu.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...