Üç
gün önce gece 01.00 gibi evin önüne geldik. Arabadan indiğimizde kızım “Aaa!
Fare!” dedi ve irkildi. Bu kızlar nedense hemen hepsi fareden, kimi kediden ve
hatta börtü böcekten çok korkuyorlar. Dedim “Ne faresi, taş olmalı!” Yolun tam
ortasında bir karartı vardı ve bir kafa silueti belli oluyordu hatta gagaya
daha çok benziyordu. Kıpırdadığı yoktu. Fare olsa çoktan kaçardı. Yaklaştık…
Aaa bir de ne görelim. Bir karga
yavrusu.
Malum,
daha önce de bahsetmiştik. Bizim evin önündeki ağaçta bir karga yuvası vardı. Epey bir zamandır anaçlar, kuluçkadan
yavrularını çıkarmış ve onları büyütüyorlardı. Çok da hızlı büyüyorlardı. Anne
ve babaları münavebeli olarak onlara yiyecek ve su taşıyorlardı. Onlar da
yuvanın keyfini çıkarıyorlardı. Onları izlemesi de bana düşüyordu.
Anlaşılan
o ki bu karga yavrusu ya yuvadan düşmüştü, ya yuvadan atılmıştı. Belli ki bir
sebebi vardı. Hiç kaçtığı falan da yoktu. Aldım. Bir hafif “gııık” sesi
çıkardı. Çitin kenarına, ayak değmez bir yere bıraktım. Olduğu yerde kalırsa
arabalar ezebilirdi.
Bıraktım
ama içimi de bir endişe kapladı. Ya kediler yerse!
Sabah
oldu, gözüm yavruyu aradı. Yavru desem de artık yuvadan uçma kıvamına gelmiş,
boz tüyleri atmış, bayağı bir karga olmuş. Ama her ne sebepse bir garabet var.
Gözüm sağı solu aradı. Epey bir zaman sonra
bıraktığım yerden beş on metre yanda gene çitin üzerinde bir yerde bir karartı gördüm. Baktım. Bizim
karga yavrusu. İyi dedim, sevindim. Demek ki kediler dokunmamış. O gün hafif
bir yağmur da vardı. O yağmurun altında ıslanmıştı da. Fakat bizim karga hiç
kıpırdamıyordu. Galiba ölmüş dedirtecek
kadar saatlerce hiç kıpırdamadan çitin üzerinde duruyordu. Hele başını iyice aşağı salıp kendisini bırakması
vardı ki gören kesinlikle bu ölmüş derdi. Galiba uyku pozisyonu böyle idi. Gözüm
hep üzerinde oldu. Kâh bir kafasını kaldırıyor, üzerine yağan yağmurun
ıslaklığını silkelenerek gidermeye
çalışıyor, ama daha çok uyku modunda
duruşunu sürdürüyordu.
Yahu
bunun anne babası nerede diye soruyorum? Yuvada iki tane yavru vardı. Sabahleyin
yuvaya baktığımızda yuvanın tamamen boş olduğunu görmüştük. Anaç kargaların yuvaya uğradıkları da yoktu.
Kendilerinden bir emare de bulunmuyordu. Hanımla dertleştik dedik: “Böyle ana
olur mu? Yavrucağızı belli ki kendi kaderine terk etmişler. Bu kargada hiç mi
annelik duygusu yok. Anne dediğin gelir yavrusuna cesaret verir, onu hayata
bağlar.” Oysa bizim manzarada anneden eser yok.
Korkum
kedilerden. Bir de şimdi çocuklar bir keşfederlerse bak sen şenliğe. Elleri
uzanacak kadar bir yükseltide ve kaçmak şöyle dursun hiç kıpırdamıyor bile. Kendi köy çocukluğumuz aklıma geldi. Biz
şimdi böyle bir karga yavrusu bulsaydık kim bilir neler yapardık. Allah’tan
çocuklar, görmelerine rağmen kargaya
ilgisiz çıktılar ve dokunmadılar.
Aaa
o da ne? Bir ara yavrunun yanında bir karga gördüm. Anlaşılan anne kargaydı.
Bir şekilde ya kaybettiği ya da terk ettiği yavrusunu belki görmeye gelmişti.
Söylendim:
“Karaçıkından gidesice! Böyle annelik mi olur? Şu yavrunun günlerdir çektiğine
bak!”
İyi
de havyarlar güdüsel hareket eden varlıklar. Ne zaman acıyacağı, ne zaman
acımayacağı ona güdüsel olarak öğretiliyor. Günlerce yumurta üzerinde yatan ve
günlerce onları besleyen bu kargalar, bu yavruyu ne oldu da terk ettiler ya da
onu yuvadan attılar?
Zannım
odur ki, onlara artık yavruların uçma saati geldi denildi. Onlar da bu sevki
tabii ile onları yuvanın kenarına getirip, arkalarından itiverdiler. Zaten
günlerce yuvanın kenarında kanat çırpma eylemi yapıp duruyorlardı. Uçma vakti
geldi ise uçmalıydı. Uçmak için de gerekiyorsa yuvadan atılmalıydı. Bizim yavru da öyle olmuştu. Ama o uçacağına yer
çekimine boyun eğmiş, kanatlarını kullanabilmeyi başaramamış ve yuvanın dibine
çakılmıştı.
O
gün hava kararırken baktım yerinde yok. Sağa sola bakındım. Birde baktım bizim
arka taraf ağacın olduğu bahçe kısmında. Kaygım daha da arttı. Kediler orada
cirit atıyorlar. Tam da onlara yem olma durumunda. İçim rahat etmedi biraz
sonra indim ve onu kedilerin kolayca yetişemeyeceğini umduğum, çit arasında
yüksekçe bir yere koydum.
Sabah
ilk işim ona bakmak oldu. Koyduğum yerde duruyordu. Sevinmeli miydim, üzülmeli
miydim, bilemiyordum.
Okula
giderken yanıma yem ve su da aldım. Koyduğum yere bir mermer parçası
yerleştirdim. Üzerine yemi ve suyu koydum. Okula gittim. Döndüğümde yarım metre
kadar ancak yerinden oynadığını gördüm. Su azalmıştı ve yemin bir kısmı
yenmişti. Ama bizim karga mı yedi başkası mı ondan emin değildim. Akşama kadar
oralarda eğleşti. Akşama doğru biraz
daha yükseğe çıkmıştı ve uygun bir dal üzerine tüner vaziyette idi.
Ertesi
sabah kalktığımda orada yoktu.
Hemen
indim ve bahçeyi kontrol ettim. Yoktu. Sevindirici olan tüy de yoktu. Kediler
yemiş olsaydı mutlaka tüy kalıntısı olurdu. Sokağa Pazar da kurulacaktı. Okula
gittim. Döndüğümde ağaçlar üzerinde uçuşan kargalar gördüm. Hemen kulak
kesildim, gözlerimi diktim. Belli ki
biri anaç karga diğeri yavru idi ve uçma talimleri yapıyorlardı.
Anaç
karga bizim kargaydı ama uçurduğu yavru bizim yavru muydu. Yoksa hakkında bir
bilgimiz olmayan öteki yavrusu muydu? Onu bir türlü seçemedim. Sadece o uçmakta olan yavrunun bizim yavru olmasını temenni
ettim.
Yapılacak
bir şey de yoktu. İnşallah odur dedim ve rahatlamak istedim.
Başka
da ne yapabilirdim ki?
Yahu
şu Garibce’nin işine bak!
Millet
ayağa kalkmış, kimi özgürlük diye bağırıyor ve nasıl bir özgürlükse önüne
geleni yakıp yıkıyor, Büyük bir gafletle uyuyan milleti uyandırmak için sabahlara
kadar tencere tabak dövüyor. Bizim Garibce de yuvadan düşmüş ya da uçmaya
zorlanmış bir karga yavrusunun kaygısını çekiyor. Günlerce takibini yapıyor ve hatta yazısını yazıyor.
Haydi şimdi sen ol da “La havle vela karga” deme.
Adam
boyunduruğun zelvesini kaybetmiş, öküzü koşacak bir türlü bulamıyor. Aklı fikri
hep zelvede ve Lâ havle çekiyor: “Lâ havle velâ zelve”
Gerçekten
Garibce!
Ne
yapalım, elinden ancak bunlar geliyor. Büyük hikayeler, büyük anlatılar ona birkaç numara büyük geliyor.
Küçük
şeyler onun daha çok ilgisini çekiyor.
Bu
bir karga yavrusu hikayesi de olsa.
Dua
ile!
04.06.2013
GARİBCE
Saadet Çalka: Kalabalık bir caddede cırcır böceğinin sesine kulak verenin hikayesi gibi, işte gerçek çevreci ruhu.
YanıtlaSil