“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı
buldukları Resûle, o ümmî[1]
peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten
alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram
kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.[2]
Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen
nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A’râf 7/157)
Bu
ayet görüldüğü üzere Ehl-i kitab olan Yahudiler hakkındadır. Rasûlün sıfatları
bahsedilirken onlara yani ehl-i kitaba “temiz
şeyleri helal ve pis şeyleri haram kılar” da denilmektedir. Ayrıca onlar
üzerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırmasından da söz edilmektedir.
Mesele
şudur: Ehl-i kitab özelde de Yahudiler dinlerini tahrif etmişler ve onda
olmayan birçok unsuru ona katmışlardır.
Daha
önceki kitaplar için bir “müheymin ve musaddik” olan yani önceki kitapların
içeriğini düzeltici ve tasdik edici nitelikteki Kur’an ile gelen Hz. Peygamber, onların dine
sokuşturmuş oldukları tahriflere de son vermiş ve bu meyanda aslında olmadığı
halde aşırılıkları yüzünden dindenmiş gibi bir hale getirdikleri ağır yüklerden
ve özgürlüklerini kısıtlayıcı bukağılardan onları kurtarmıştır.
Bunun
yanında dince tayyib (temiz, güzel,
helal) olan şeyler vardı ki onlar bunu kendilerine haram kılmışlardı. Keza
dince habîs yani pis, iğrenç, haram olan bazı şeyler de vardı ki onlar bunları
helal kılmışlardı. İşte Hz. Peygamber Hak ile geldi ve her şeyi yerli yerine
oturttu. Onların tayyib olduğu halde haram saydıkları şeylerin yeniden aslî
halinde olduğu gibi helal olduğunu söyledi. Gerçek din nazarında habîs = pis,
iğrenç, haram olduğu halde onlar tarafından helal sayılmış olan şeyleri eski
haline çevirerek onların gene aslî hal üzere haram olduklarını beyan etti.
Söz
gelimi iç yağı, deve eti ve sütü gibi şeyler esasen helal idi ama onlar bunu
haram kılmışlardı. Hz. Peygamber getirmiş olduğu Kitâb ile bunların gene eskisi
gibi helal olduğunu açıkladı. Aynı şekilde onlar kan, meyte, domuz eti, Allah’tan
başkası adına kesilen hayvanlar ve riba gibi esasen haram olan şeyleri
kendilerince helal kılmışlardı. O ümmî peygamber, özü itibariyle habis olan bu
şeylerin de gene eski hal üzere haram olduklarını açıkladı.
Ayetin
bağlamı ve maksat olan anlamı budur. Nitekim Nesefî gibi klasik tefsir
kitaplarımızda da bu ayet bu şekilde açıklanmıştır.[3]
Ama
bu ifade bağlamından koparılarak güya Hz. Peygamber’e teşri salahiyeti tanımak
uğruna ona haram ve helal kılma yetkisi de tanımaya çabalamak ne kadar doğru
olabilir. Her şey Allah tarafından biz insanların istifadesine sunulmuştur.
Kulluk sınırı olarak haramlar da bizzat Şâri tarafından adları konularak
belirlenmiştir. Haram kılma yetkisi Rubûbiyetle doğrudan ilişkilidir[4].
“De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda
ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak
koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmesin.” Eğer
onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz müslümanlarız.”[5] (Al-i Imrân 3/64)
Bizim
Allah’tan başka Rabbimiz de yoktur.
Peygamberimizi
sevmemiz, ona Allah’ın buyrukları konusunda mutlak itaatimiz, onu örnek
bilmemiz onu yüceltmek babında yeterlidir. Peygamber de olsa kulluk sınırını
aşarak ona Rububiyet özellikleri atfetmek Hristiyanların Hz. İsâ’yı
tanrılaştırmaları gibi bir sonuca götürür.
O
hayatında hep kul peygamber olarak kendisini tanıtmıştı ve en büyük mefahiri
de “Allah’a şükreden bir kul olabilme”
kaygı ve tutkusuydu[6].
Öldükten
sonrası için yaptığı dualardan biri de “Allah’ım! Kabrimi tapınılan bir put
eyleme!”[7]
demesi olmuştu.
“Eşhedü
en lâ ilâhe illallah!
Ve
eşhedu enne Muhammeden abduhû ve
rasûluh!
Ey
Resûl! Bir kul peygamber olarak geldin. Vazifeni hakkıyla eda ettin. Şimdi sıra
bizde.
İnanıyoruz
ki bütün ölümlüler gibi sen de öldün. Bu Allah’ın emriydi. Ama bir olgu olarak
yaşantından bir ideal olarak sünneti çıkarmak bizim vazifemizdi. Asr-ı
saadetimiz bir ideal olarak insanlığın ufkunda olmalıydı. Ve biz yaşamak için
seni kendi değer dünyamızda yaşatmalıydık. Yolunda olmakla, biz insanlık
dünyasına mal etmiş olduğun ilke ve esaslarınla hayatımızda hep var olmalıydın.
İyi
ki varsın!
Sana
salat ve selam olsun!
Yolunda
olanlara keza salat ve selam olsun!
İlahî
rahmet ve mağfiret cümlemizi bürüsün.
Dua
ile!
28.06.2013
GARİBCE
[1] . “Ümmî”,
okuma yazma bilmeyen insan demektir. Ancak okuma yazma bilmeyen her
insan bilgisiz olmayacağı için, “ümmî”, cahil demek değildir. Nitekim, okuma
yazma bilmeyen Hz. Peygamber, vahiy yoluyla aldığı bilgilerin yanında, geniş
çapta dünyevî tecrübe ve bilgilere sahip bulunuyordu.
[2] . Âyetteki “ağır yük” ve “zincir” ifadeleri,
mecazî olup, “ağır mükellefiyetler”, “ağır teklifler” anlamlarını ifade eder.
[3]
تفسير النسفي - (1 / 395) { الّذين يتّبعون الرّسول } الذي نوحي إليه كتاباً مختصاً به وهو القرآن
{ النّبيّ } صاحب المعجزات { الأمّيّ الّذي يجدونه } أي يجد نعته أولئك الذين يتبعونه
من بني إسرائيل { مكتوباً عندهم في التّوراة والإنجيل يأمرهم بالمعروف } بخلع الأنداد
وإنصاف العباد { وينهاهم عن المنكر } عبادة الأصنام وقطيعة الأرحام { ويحلّ لهم الطّيّبات
} ما حرم عليهم من الأشياء الطيبة كالشحوم وغيرها ، أو ما طاب في الشريعة مما ذكر اسم
الله عليه من الذبائح وما خلا كسبه من السحت { ويحرّم عليهم الخبائث } ما يستخبث كالدم
والميتة ولحم الخنزير وما أهل لغير الله به ، أو ما خبث في الحكم كالربا والرشوة ونحوهما
من المكاسب الخبيثة { ويضع عنهم إصرهم } هو الثقل الذي يأصر صاحبه أي يحبسه عن الحراك
لثقله ، والمراد التكاليف الصعبة كقتل النفس في توبتهم وقطع الأعضاء الخاطئة .
[4] قُلْ يَا أَهْلَ
الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ
إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا
مِنْ دُونِ اللَّهِ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ
(64) [آل عمران : 64]
[5] . Bu âyet inince, önce hristiyan iken sonra
müslüman olan Adiy b. Hâtem, “Ya Resûlallah, biz din büyüklerimize tapmazdık”
dedi. Hz. Peygamber, “Onlar size bir şeyi helâl veya haram kılar, siz de
onların dediklerine uymaz mıydınız? İşte bu, onlara tapmak demektir” buyurdu.
[6] صحيح البخاري
ـ حسب ترقيم فتح الباري - (2 / 63) حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ قَالَ : حَدَّثَنَا مِسْعَرٌ عَنْ
زِيَادٍ قَالَ : سَمِعْتُ الْمُغِيرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، يَقُولُ إِنْ كَانَ
النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم لَيَقُومُ لِيُصَلِّيَ حَتَّى تَرِمُ قَدَمَاهُ ، أَوْ
سَاقَاهُ فَيُقَالُ لَهُ فَيَقُولُ أَفَلاَ أَكُونُ عَبْدًا شَكُورًا.
414 - وحدثني عن مالك عن زيد بن أسلم عن عطاء بن
يسار أن رسول الله صلى الله عليه و سلم قال :اللهم لا تجعل قبري وثنا يعبد اشتد غضب
الله على قوم اتخذوا قبور أنبيائهم مساجد
"Aynı şekilde onlar kan, meyte, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar ve riba gibi esasen haram olan şeyleri kendilerince helal kılmışlardı."
YanıtlaSilBu ifade bana pek doğru gelmedi. Ayrıca "Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar." ifadesinin tefsiri hakkında Mukâtil, Taberî, Ferrâ, Zemahşerî ve Râzî gibi deve dişi müfessirlere bakmak icap etmez mi?