Su
mecrasını bir şaşırdı mı nereleri istila edeceği hiç belli olmuyor.
Kitabın
şirazesi de öyle, bir bozuldu mu artık ne nizam kalıyor ne de intizam.
Bizim
inancımızca bir Allah var bir de Allah’ın var kıldığı varlık âlemi: Evren.
Tüm
âlemlerin (Evrenin) Rabbi Allah’tır.
Âlemler
içinde bir insan âlemi var. Bütün âlemler, bu âlemin etrafında yer alır. Yani
cemadat (toprak, taş kaya, maden gibi) âlemi, bitkiler âlemi ve hayvanat âlemi
hepsi insan âleminin etrafında pervaneleşmiş bir haldedir. Başka bir ifade ile
yerde gökte ve bu ikisi arasında her ne var ise hepsi insanın emrine amade
kılınmıştır. Bu itibarla her şey insan için bir nimettir. İnsan ihtiyacını
gidermek için bitkilerden yararlanır, onları koparır ve gereği gibi tüketir.
Ağaçlardan yararlanır, onları keser kendisine barınak yapar, onlardan alet edevat
yapar, bir kısmını da odun olarak yakar ve ısınır.
Aynı
şekilde karnını doyurmak, derilerinden kendisine giysi yapmak… için hayvanları
da keser, onlardan da yararlanabilir.
Bu
yetkinin tek şartı, hakkın kötüye kullanılmaması, israfa yer verilmemesidir.
Bunca nimetin karşılığı olarak yapması gereken de etrafında pervaneleşen tüm
âlemlerle birlikte kendisinin de Rabb’in etrafında pervaneleşmesi, bihakkın O’nun
Halifesi olmasıdır. Bütün varlık insanın etrafında, insan da Rabb’in etrafında dönecek
ve böylece makro ölçekte de birlik ve ahenk sağlanmış olacaktır.
Zoraki
kulluktan gönüllü kulluğa ulaşma, ancak bu idrak ve şuur ile gerçekleşmiş
olacaktır.
Buna
göre mutlak Hak Allah’ın hakkıdır. Sonra da insanın var olabilmesi ve bunun
için de evrenden yararlanabilmesi hakkı söz konusudur. Bunun dışında kendisine
hak isnad edebileceğimiz hiçbir varlık yoktur. Canlı olmasına rağmen hayvan
hakları ifadesi bile ancak mecazi anlamda söz konusu olabilir. Her şeyden önce
Hak sahibi olabilmek için bir süje olması gerekir. Bu da lehte ve aleyhte kendisine
taalluk edecek hukuka sahip olma ve onları kullanabilme için liyakatli olacak
bir kişilik sahibi olmayı gerektirir. Bu itibarla hayvan hakları gibi kavramlar
ihdası, bir aşırılıktan başka bir şey değildir ve biraz da moda olan bir
kullanım biçimidir.
Yeryüzünde
sorumlu olan yegâne varlık insandır. İnsan, haklara ve vazifelere liyakatli
olan yegâne varlıktır. Bu bağlamda insanın elbette hayvanlara, bitkilere ve
hatta cemadata karşı da sorumlulukları vardır.
Örneğin
yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yapamaz. Karada ve denizde (ve şimdi bir de uzayda)
eğer düzen/ denge bozulmuşsa bu insanın yapıp ettiklerinin bir sonucudur. İnsan
denen sorumlu varlık, alıp eline baltayı ne kadar orman varsa kesmiş ve bunun
sonucunda dağları yel süpürüp, toprakları sel almış ve denize doldurmuşsa bu insanın
sorumluluğu ile ilgilidir. Cezasını da çekmektedir. Ne var ki insanın
sorumluluğu bazen kişisel çerçevede kalırken, bazen insanlık olarak nevi beşere
şamil olmakta ve önceki nesillerin yaptıklarının cezasını sonradan gelenler de çekebilmektedir.
Çünkü her ne kadar biz birer insan
olarak kendimize öz dünyalara sahip isek de ve kişisel yaşantımızı sürdürüyor
olsak da insanlık olarak bir bütünüz ve bu anlamda bir suyun kesintisiz akışı
gibi nesiller boyu varlığımızı sürdürürüz ve insaniyetlik namına yaptığımız
ortak iyi ve ortak kötülerin sonuçlarını devşiririz.
Osmanlı’nın
borçlarını son kuruşuna kadar ödedik ve “Biz cumhuriyetiz, onlar Osmanlı idi”
diyemedik. Öbür taraftan da onlardan miras olarak aldığımız değerlerin sahibi
olduk.
“Her
doğan çocuk günahsız, borçsuz ve suçsuz doğar” ilkemize rağmen, bugün doğan bir
çocuk Türkiye’mizin borçlarının yükü altında doğar. Zenginliği, gücü ve üstün
yönleriyle de gurur duyar.
Günlerdir
adını bir türlü koyamadığımız isyanları seyrettik. Vandalizm karşısında şaşkına
döndük. Bütün bunların sebebinin ağaçların hukukuna saldırı olduğuna
inandırılmak isteniyoruz.
Ağaçlara
dokunulmazmış. Kim demiş.
Ağaçlar,
bütün nimetler gibi insanlığın yararına sunulmuş nimetlerdir. Bir ağacın nerede ve ne zamana
kadar yaşamasının gereği, insanların vereceği karar ile ilgilidir. Kararı
verirken de insan yarar ve zarar dengesini göz önünde bulundurur ve ona göre
gerektiği yere gerektiği kadar diker, gerektiği yerde gerektiği zaman keser.
Orman işletmesine baksınlar: Periyodik dönemler itibariyle kesime tabi
tutarlar, kimin keserler, kimini dikerler, genç fidanları büyümeye bırakırlar…
Gezi
parkının bu vesile ile mazisini de öğrenmiş olduk. Oraların mezarlıktan bozma
ve İsmet İnönü’nün Gezi Parkı olmak üzere yapıldığı ve ölümü ile adının
değiştirildiği ve bu güne geldiğini gördük.
Koskoca
mezarlıklar (Müslümanlara ve gayri Müslim azınlıklara aitmiş) talan edilmiş,
kimsenin sesi çıkmamış.
Şimdi
Belediye meclisinden geçtiği şekliyle yeni bir projenin uygulaması söz konusu
olmuş. Sessiz sedasız da yürürken bir anda ağaçların ruhu olduğu ve
dokunulmazlığı inancıyla adeta bir tabu gibi bir takım insanlar onları
kucaklamaya başlamış, tam da bunu fırsat bilen art niyetli nice karanlık güçler
Taksim Meydanına dolmuş ve müthiş bir tedhiş hareketi görülmüş, her taraf
yıkılmış yakılmış, kamu mallarına korkunç derecede zararlar verilmiş,
otobüsler, polis araçları, canlı yayın araçları, iş makineleri yakılmış, oradaki
inşaat alanları talan edilmiş ve malzemeler yağmalanmış, sökülmedik kaldırım
taşı bırakılmamış, kilit taşları polisin üzerine yağdırılmış, çevredeki masum
insanların iş yerlerine saldırılmış, kimi yağmalar yapılmış, baş örtülü bir
kadın yanındaki bebek arabasındaki çocuğu ile korkunç küfürler eşliğinde fiilli
şiddete maruz kalmış, canını zor kurtarmış… Batılı ülkeler sanki tüm ülkede
savaş oluyormuş gibi abartılı ve saptırıcı biçimde canlı yayınlar yapmışlar,
aynı şekilde içeride de benzer tavırlar sergilenmiş, kin ve nefret suçları
işlenmiş, izleyici olarak halk kin ve nefretin girdabına itilmiş… Adeta ülkede
güneş tutulması olmuş, işte böyle bir ortamda özellikle Başbakan müdahil olmuş
ve görüşmeler yapmış ve sorunun çözümü için referandumun bir hal tarzı
olabileceği ileri sürülmüş, işte tam da bu sırada bakıyoruz maksadı çevreyi
korumak olmadığı zaten çoktandır anlaşılmış olan bu insanlar nazarında bu
ağaçların dokunulmazlığı bir kez daha tabu gibi öne sürülmeye başlamış ve
neymiş efendim “Böylesi bir konu referandum konusu olamazmış”
Kim
demiş ve hangi sebeple.
Ülkede
bir siyaset kurumu vardır.
Seçimle
iş başına gelmiş bir hükümet vardır.
Bu
hükümet çılgın projeler adı altında burada yapılacak olan projeyi de seçim beyannamesinde
dile getirmiş ve halk oyunu vermiş ve
vaad ettiklerini icra edebilmesi için ona hükümet etme yetkisini vermiş.
Şimdi kendisine halk diyen bir zümre –sanki
hükümete hükümet etme yetkisini verenler
halk değilmiş gibi- biz istemezük, yapamazsınız, yakarız, yıkarız diyorlar.
Arkalarında büyük bir lojistik destek olduğu anlaşılan bu halk, öbür halkı yok
sayıyor.
Başbakan
da diyor ki: Biz bu yetkiyi dört yıllığına aldık. Ama buna rağmen madem halk
olarak karşısınız, öbür halkı da dikkate alıp tüm halka soralım: Sonuç ne ise
ona göre hareket edelim.
Doğrusu,
“halk anlamaz, biz ne dersek o olur” tarzında bir anlayışı empoze etmek isteyen
zihniyet bilsin ki halk her şeyi anlıyor ve başbakanın bu yaptığının bir
büyüklük, bir erdem, bir telattuf olduğunu görüyor: Bugün bu vesile ile bir söz
de öğrendim: “Çocuk bozar, anne düzeltir, baba görmezden gelir!” diye. Başbakan
doğrusu biraz da işin böyle olmasını istiyor. Ama gel gör ki adamların
niyetleri, emelleri başka.
Garibce
nazarında sokağa dökülen halk yıkıp yakarken, öbür halkın da içten içe sessiz
çığlığı yükseliyor, bu tedhiş hareketi, bu isyan ve kalkışma, bu vandalizm sabırları
zorluyor. Bu vahim durum o sessiz çığlığın duyulmasını gerekli kılıyor. Eğer
duymazsanız, anlamazsanız sizin bu anlamsız hıncınızın, karşı halkın da kin ve
nefretini büyüteceğini bilmelisiniz. Kin ve öfke öyle bir ateştir ki ne kadar
odun atarsanız o kadar çok beslemiş olursunuz. Yangın yerine dönen ülkemin
kazananı olmaz. Her kes birlikte kaybeder.
Ve
unutmayalım ki aynı gemideyiz.
Dua
ile!
14.06.2013
GARİBCE
Hocam, bu gezi parkı meselesi belli ki sizin de kitabınızın şirazesini dağıtmış! Ağaç kesilir tabii de ne için kesilir? AVM için değil herhalde! Başbakan ferasetli olsaydı da ilk günlerde bu görüşmeleri kabul etseydi ortalık yangın yerine dönmezdi. Yahu millete kazık batırıyorsunuz da Allah için bir iğnecik de kendinize batırdığınızı görsek be!
YanıtlaSilMehmet Hocam, "ağaçlara dokunulmazmış kim demiş" cümlesi sizin için bir utanç cümlesidir, umarım birgün fanatizmden kurtularak bu yazıyı bir daha okur da pişman olursunuz. Bu arada Fakülteniz'de de ağaç bırakmadı müteahhitler, artık odalarınızda gölgelenirsiniz. nasıl olsa "kim demiş ağaçlara dokunulmaz, yıkın gitsin." Taksim de mezarlık vardı yıktılar da Fatih'de boydan boya ne vardı, neler vardı, Menderes hükümetlerinde neler yaptılar, bi de onu yazsanız hakkaniyet sahibiyseniz.
YanıtlaSil