Okutman olduğum yıllarda doktoramı
tamamlamış ve Arapça dersleri okutmaya devam ediyordum. Hoş okutmanlık payesini
doçentlik unvanı ile de kullanmaya birkaç sene daha devam etmiştim. Arapça
hocalığım ise hâlâ devam ediyor. Dil dersleri –talebelerin yetenekli ve istekli
olması şartıyla- genelde benim hoşuma gidiyor.
Fakülte Camii altında Konferans
salonunda Süleyman Ateş hocanın nesih konusuyla ilgili bir sunumu vardı.
Hocanın kitaplarını okuyarak büyümüştük
ve ismi bizim için çok önem arzediyordu. Ama kendisini yakından henüz
tanımamıştım. Konferansına ilgi ile katıldım ve hocayı zevkle dinledim. Hoca o
sıralar şu anda benim yaşımdan daha ileri bir yaşta bulunuyordu. Fakat benim o
anki heyecanımdan daha çok heyecanlı, sunumu esnasında daha canlı bir hali
vardı. Ceketini soymuş, beyaz gömlek uygun bir kravat harika bir anlatışı
vardı. Fikir olarak da son derece seviyeli idi. Üstelik konuyla ilgili
düşüncelerimizin de örtüştüğü anlaşılıyordu.
Gerçekten çok etkilenmiştim.
Konferansın ardından soru faslına
geçildi. Arap dili ve belagatinde gerçekten üstad olan bir hocamız söz aldı.
İtiraz makamında konuştu, konuştu, lâfı iyice uzattı. Belli ki hocanın canı
iyiden iyiye sıkılmıştı. En az hocanınki kadar doğrusu benim de canım
sıkılmıştı.
Kendi kendime bu durumu düzeltecek,
hocaya moral verecek bir şeyler yapmalıyım dedim ve bir pusulaya bizim oralarda
halk ağzında söylenen bir beyit yazdım ve gönderdim. O da en üste geldi. Hoca
canı sıkkın bir halde onları cevaplamak üzere elini benim kâğıda uzattı, okudu,
anlamadı, aleyhinde bir şey gibi sandı, canı daha da iyi sıkıldı.
Dedim ki bu durumu düzeltmek artık sana
farz-ı ayın oldu. Kalk ve bu işi hallet.
Söz istedim, kalktım, divana hocanın
yanına yaklaştım, az önceki hocanın yanlış anladığı pusulayı yüksek bir ses
tonuyla ve vurguları yerinde bir biçimde okudum:
Cahilin kocası kocadıkça hiç olur
Âlimin kocası kocadıkça koç olur
Ve ardından “Müsaadesiyle Hocamın
kendim ve talebelerim adına elini öpmek istiyorum”, dedim ve hocanın elini
öptüm. Böyle bir anı beklemeye sanki hazır olan talebelerimizden bir alkış
tufanı koptu. Hoca da beni öptü. Hocanın yüzüne aydınlık geldi, gözleri ışıl
ışıl oldu ve morali yerine geldi.
Vaktiyle Arapça dersinde bir hadis
okumuştuk: “Leyse min ahlâkı’l- mü’min el-melak illâ fî talebi’l-ilmi” Normalde
caiz olmayan bir haslet olan melak ilim tahsili yolunda caizdir diyordu.
Melak, tabasbus, yalakalık… gibi olumsuz anlamlar içeren bir kelime olmaktadır.
Bir idareciye, bir zengine… sırf iktidarından, zenginliğinden ötürü yakınlık
göstermek gibi bir şeydir ve bu gibi davranışlar hoş değildir. Ama bir
talebenin hocasına gösterdiği saygı, iltifat ve yakınlık ise bu kabilden
sayılmamaktadır. Benim yaptığım da o kabildendi. Hocayı tanımıyordum. Hiçbir
beklentim yoktu. Onun alanı ayrı, benimkisi ayrıydı. Sırf ilmî otoritesi ve
ortaya koyduğu performansı sebebiyle hak ettiğine inandığım saygıyı göstermiş
ve hiç gereksiz bir biçimde bozulan moralini düzeltmek istemiştim.
Daha sonra hoca ile bir defasında
karşılaştık. Tabii beni tanımadı. Ama ismimi anınca çok yakın ilgi gösterdi.
Demek ki benim o tavrımdan hoca da çok etkilenmiş ve ismimi unutmamıştı.
Sonraları birçok ilmî mahfilde bir
araya geldik.
Fakülte camiinde zaman zaman vaazlarımı
dinlerdi ve birkaç defa beni “Bu minval üzere devam et, sen bu işi iyi
yapıyorsun” gibi sözlerle teşvik etmişti.
Bir defasında Ankara’dan İstanbul’a
geliyorduk. Havaalanında bize eşlik etti ve bir süre bizimle yarenlikte
bulundu. Sonra bizden “Gençler, bana müsaade. Benim ya yazmam ya da okumam
lâzım. Bu kadar sohbet bana yeter” dedi ve bizden ayrılarak yanında taşıdığı
bir kitabı çıkardı ve okumaya başladı.
Havaalanından da oğlu arabasıyla hocayı
karşılamaya gelmişti. Hoca beni ve bir hoca arkadaşı daha arabasına aldı ve
evlerimize kadar bizi götürdü. Fakat unutamadığım ne oldu biliyor musunuz? Hoca
her ikimizi de evi yakınına bırakırken kendisi bizzat arabadan indi ve bize
öyle veda etti. Doğrusu ben bu kadar ince bir düşünceyi hesap edememiştim. Hem
hocaların hocasıydı, eski diyanet İşleri başkanlarından biriydi ve bizim
babalarımız yaşındaydı, aksakalı vardı… Hem sonra gecenin bir yarısıydı. O
saatte arabadan sırf bizi evimize uğurlamak için inmiş olması benim hocaya
saygımı bir kat daha artırmıştı.
Allah hocamıza sağlık sıhhat afiyet
içerisinde uzun ömürler versin.
Dua ile!
08.06.2012
Garibce
herdogan38@.
YanıtlaSil40 yıla yaklaşan Diyanetteki hizmetimiz içinde,bahsettiğiniz bu zatın Diyanet İşleri Başkanı olduğu 1978'li yıllarda,makamda huzuruna kabul ettiği taşralılardan biri bendim.O zamanlar o zat hakkında,siyaseten çirkin ve kirli yayınlar yapılıyor,nesebine kadar dil uzatılıyordu.Yanımda birlikte olduğum Ramazan Yıldız hoca,huzurdan çıktıktan sonra,bana döndü ve 'Abdullah b.Selam'ın 'Peygamberimiz a.s. için söylediği sözün bir benzerini söyledi..Bu sima,tek kelime ile müslüman simasıdır..'dedi.. Allah imanımızı yaşatımıza hakim kılsın inş...
Beni yıllar öncesine taşıdı bu yazınız. Sanırım. 94 veya 95 olmalı. Henüz liseyi bitirmiştim. Hasan Elik hoca da vardı bu konferansta. Konferans sonundaki kucaklaşmanızı hatırlıyorum hocam.
YanıtlaSil