“Oha vardır kağnı durdurur, oha vardır zelve kırdırır”
Bu sözün ''Oha dersin öküz durdurursun; oha dersin saban kırdırırsın'' şekli de varmış.
“Oha” öküze hitap şeklidir. Yazı dilinde ohalar arasında fark yoktur. Ama söylenişi ve verilen tepkileri çok farklıdır.
Zelve ise boyundurukta iki deliğe takılı olan iki parmak kalınlığında genelde meşe ağacından yapılmış öküzün boyunduruğa koşulmasına yarayan ve alttan da bağlanarak sabitlenen bir düzenek. Zelve normal durumlarda öküzü boyunduruğa raptedecek kadar sağlam olur. Ancak öküzün can havliyle yaptığı hareketler karşısında kırılması da gerekir. Çünkü kağnının devrilmesi halinde zelve kırılarak öküzler kurtulamazsa hayvanların boğulup ölümüne sebebiyet verir. O yüzden bunlar bir tür sigorta görevi görür.
Bu bir halk atasözüdür. Halkımız, kendi gerçekliğinden hareketle öküz üzerinden anlatıyor, sözün etkisini ve gücünü. Öküz, öküz iken bile ayırıyor ohalar arasını. İnsan niye ayırmasın ki demeye getiriyor.
Yunus ise daha bir üst düzeyden ve daha evrensel bir biçimde şöyle demiş:
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz
Bugün aybaşı olması hasebiyle bankaya uğradım. Üç gişeden ikisi boş, tek bir memur hanım çalışıyor. Kadıncağız iyi de çalışıyor ama sırada adam çok, yetiştiremiyor. Ben müdür hanıma bir kişi daha görevlendirmesini söyledim. Nasıl söyledim bilmiyorum ama, “-Tamam! Bir arkadaş geliyor” dedi. O arkadaş bir müddet sonra orada göründü ve normal sıradaki müşterilerle uğraşacak yerde muhtemelen tanıdığı birinin karşılığı bulunmayan çekinin tahsili ile ilgili epeyce bir lafladı. Oturdu, geri kalktı. Gitti, geldi. Benim sıram geldiğinde o hâlâ hizmet vermek için hazır halde değildi. Eh ne de olsa kamu bankası, çalışanları sağlamcı, işler belki eski alışkanlıklarla buralarda hâlâ böyle yürüyor.
Oradan çıktım ve bir başka işimi görmek için hemen yakınında olduğunu sandığım başka bir işyerine gitmeyi düşündüm. Cepten gelen mesajlara güvenimiz kalmadığı için bizzat gidip istenilen bilgiyi vermem gerekir diye düşündüm. Sordum, ışıkların hemen orada dediler. Ben de iyi yakınmış dedim ve o tarafa yürümeye başladım. Fakat hemen oracıkta yoktu anlaşılan bir sonraki ışıkların orada imiş. Hava çok sıcaktı ve ben oraya doğru isteksizce devam ettim. Binayı buldum, arkadan dolandım, iki kat çıktım, zili çaldım, bekledim, birkaç kez daha çaldım. Açıldı ve içeri girdim. Kapının hemen arkasındaki kadın birisini azarlıyordu. Aynı tonla bana-“Buyurun!” dedi. Kafama sanki tokaç yemiş gibi oldum ve tepkimin ne olduğunu bilemedim. Bildiğim bir şey varsa zelve kırılmıştı.
Bu bizim atalar var ya adamlar ne hikmet sahibi imişler. Nerede ve ne zaman hangi sözün söyleneceğini öngörmüşler. Sözün iktizayı hale uygun olmasına belagat derler. Bizimkiler galiba belagat da bilirlermiş.
Rahmet olsun!
16.06.2012
Garibce
Hiç kağnı görmedik mi demeyesiniz. Bu da bir kağnı. Ama bizim kağnılardan biraz farklı. Bir fikir vermesi açısından yeterli görülmüş, özümüze ait kitapları taşıyor olması da tercihde bir saik olmuştur.
Bu kağnıyı bana vaktiyle öğrencimiz F.C.'nin babası yapmış ve hediye etmişti. Ellerine sağlık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder