14 Haziran 2012 Perşembe

Balkanlar'da Semboller Üzerinden Verilen Bir “Ne”?




Balkanlar'da Osmanlı-Türk izlerinin hâlâ yaşadığı Mostar ve Üsküp'te yüksek tepelere dikilen ve geceleri de aydınlatılan haçlar dikkat çekiyor.

Daha önceki Mostar ziyaretimizde tepedeki haçı görmüştük.

Bu sefer Üsküp’te Makedon nüfusun yoğun olarak yaşadığı Vardar Nehri'nin kuzeyinde bulunan Vodno Dağı'na 2001 yılında ''milenyum'' hatırası olarak Avrupa Birliği'nden alınan krediyle dikilen haçı gördük ve ta yanına kadar çıktık. Teleferikle çıkılıyor ve önemli bir turizm ziyaret yeri haline getirilmiş bulunuyor. Bu vesile ile en tepeden Üsküp’e bakma ve fotoğraf çekme şansı da elde edilmiş oluyor. Müthiş bir manzara. Çelik yığınından rivayete göre elli metre yükseklikte olan ve gece de aydınlatılan haç her yerden görülüyor.

Fakat gel gör ki neden dağın tepesinde yer alıyor. Belli ki bir garazı taşıyor. Kilisenin yanı başına dikilen haç kimsenin dikkatini çekmiyor. Ama durup dururken dağın başına böyle bir ucubenin dikilmiş olması belli ki bir meydan okuma anlamı taşıyor.

İşte bu tavır karşı bir tepkisel davranışı besliyor.  Müslümanların asırlar boyu hâkim olduğu bu topraklarda mabetler yapılmış, camilerin yanı başlarına minareler konulmuş. Ama bunlar hiçbir zaman göze batıcı bir boyutta olmamış. Genelde kubbe hizasında bir şerefe ve oradan da bir miktar daha yükseldikten sonra minarenin külahı ve ucunda bir alem, hepsi bu kadar. Geneli itibariyle boyutsal olarak bir uyum hep olagelmiş. Rivayete göre bu haçların tepelere dikilmesinden sonra Müslümanlardan bir kısmı onların bu tavrına: “Ne kadar yükseklere çıkarırsanız çıkarın ve ne kadar yüksek dikerseniz dikin, bizim sembolümüz olan gökyüzündeki hilâlin de üstüne çıkacak haliniz yok ya” şeklinde karşılık vermiş ve kendi kutsalının yüceliğine bu gibi kışkırtıcı davranışların bir halel getiremeyeceğini düşünmüş. Ama buna karşın çoğu Müslüman halk tamamen tepkisel bir tavırla geleneksel çizgiden ayrılmış ve küçücük camilerin yanına uzun uzun, iki üç şerefeli bazen çifte minareler yapmışlar. Yapılan yanlışa yanlış yaparak karşılık vermişler.  Keşke böyle bir tepkisel tavır ortaya konulmasa, İslâm kimliği, daha çok insanî yaşantımızla ve temsil yoluyla ortaya konulabilseydi.

Oradaki Türk okullarında görev yapmakta olan kardeşlerimizin bu açıdan önemli başarılar ortaya koydukları anlattıklarından ve ortaya koymuş oldukları eserlerinden anlaşılıyor.

Bir kız öğrenci hastalanıyor. Hastaneye yatırılıyor. Okul çalışanları devamlı olarak öğrencileri ile ilgileniyorlar. Kan ve benzeri tedariki gerekli her ne varsa yardıma hazır olduklarını kızın velisi annesine söylüyorlar. Günler bu minval üzere geçiyor ve kızcağız ölüyor. Bu arkadaşlar cenaze merasimine de katılıyorlar. Hıristiyan adeti üzere cenazeye en güzel ve en çok sevdiği elbiseler giydiriliyor ve tabut içinde  üst tarafı açık olarak ziyaret ediliyor. Bunlar da ziyarete vardıklarında kızın annesi adet hilafına ayağa kalkarak bunları karşılıyor ve bunlar cenazeyi ziyaret etmek üzere tabutun yanına yaklaştıklarında kızın kendi okullarının formasıyla tabuta konulmuş olduğunu görüyorlar. Gösterilen ilgi, kendilerine bu şekilde bir sevgi olarak dönüyor.

Kızın annesi cenazenin belli günlerdeki anma merasimlerinde de kendilerini yanlarında görmekten büyük memnuniyet duyacağını ifade ediyor.

Bir bakan “Size en büyük yardımı ben kendi oğlumu size teslim etmek suretiyle yapıyorum” diye duyduğu güveni ifade ediyor.

Belki yapılması gereken zor da olsa İslamî kimliğimizi işte bu tür davranışlar üzerinden ortaya koymak olmalıydı.

Tepkisel davranışlar her zaman karşı tepkisellikleri doğurur ve sağduyu ile ortaya konulmayan hareketler faydadan çok zarar verir.

Makedon dilinde iki bin Türkçe kelime olduğu söyleniyor. Kağıt, kalem, defter, çatal, kaşık, bıçak, yatak yorgan gibi pek çok kelimenin biraz teleffuzu farklı olarak ortak olduğu ifade ediliyor. Osmanlı kültürü varlığını hâlâ hissettiriyor. Bir Makedon bize olan sempatisini içtiğimiz kahvelerden ücret almayarak gösterdi. Kendi yerinde olmadığı için bize talebimiz olan çayı başka bir mekandan tedarik etti.

Bir papaz şöyle anlatmış: Vaktiyle yan yana huzur içinde yaşadıkları dönemde bunların köyüne aşırı derecede dolu yağmış ve bütü mahsulleri telef olmuş. O sene ne yiyeceklerini, kışı nasıl geçireceklerini kara kara düşünmeye başlamışlar. Çok geçmeden komşu Müslüman köyden bir kısım insan gelerek onları köylerine götürmüşler ve daha önceden ürünleri doludan zarar gören Hıristiyan komşuları için ayırmış oldukları yerleri kendilerine göstermişler ve “Buralardan çıkacak ürünler sizin olacak, sakın kaygı çekmeyin” demişler. “Çünkü komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” şeklindeki nebevî buyruğa da atıfta bulunmuşlar.

Herhalde müslümanalık buydu. Bir medeniyetin altı yüz yıl varlığını sürdürebilmesi elbetteki erdemler üzerine kurulu olmasıyla mümkün olabilir. Bizim bugün ihtiyaç duyduğumuz şey de işte bu anlayış olmalı.

Vesselam!



14.06.2012

Garibce




 Üsküp Vodna Dağındaki Haç


Klasik bir Osmanlı camii







Kıyaslamaya imkân veren iki cami







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...