1992
yılında taşınmış olduğumuz ve halen oturmakta olduğumuz evimizin arka tarafı
bizim cephemiz oluyor.
Evimizin
önünde şimdi ardıçgillerden iki andız ağacı bulunuyor. Bunlardan biri benim bulunduğum
katı geçmeye başladı. Üzerinde iki tane yuva var. Biri boş. Şu anda birinde sahibi
kuluçkaya yatıyor. Elbet bülbül olmayacak, bahtımıza düşen karga oldu. Ama
olsun, kuş ya sen ona bak. Zaten çoğumuz kargadan başka kuş da tanımayız.
Bu
ağacı geçen sene dördüncü katın hizasına kadar budattım. Akıl işi değildi. Ama
kadınların temizlik saplantısı ağacın tümden kesilmesi riskini doğurmuştu. Ben
de hiç olmazsa iyice budayayım da bari öyle olsun kurtarayım diye sevgili
dünürümle birlikte ağacın aşağıya doğru tüm dallarını kestik, kolunu kanadını
budadık vesselam. Şimdi tuhaf bir görüntüsü var. Metrelerce ip ince ve uzun bir
gövde ve en tepede Frenk şapkası gibi birkaç
metrelik kısımda ağaç görüntüsü. Buna da şükür. Balkona oturduğum zaman ve
aşağıya da bakmadığımda tam bir ağaç gibi görünüyor, hafif bir rüzgar
esintisiyle ırgalanıyor, bir güzelin salınması gibi beni büyülüyor. Dallar
arasına gizlediği yuvasındaki kuluçkada olan karganın siluetini ve harareti
düşürmek için daim açık olan ağzını görüyor olmak bana keyif veriyor.
Gelelim
ötekine. Öteki ağacımız bu bahsettiğim ağacımızın üçte biri boyunda. Oysa
yaşları aynı. Başta üç adet dikmiştim. Sonra ilerisini düşünerek bunlar
büyüyecekler ve koca koca ağaç olacaklar, mekana sığmayacaklar diye birini
kendi elimle sökmüştüm. İyi de yapmışım.
Bu
fidanlar henüz küçük iken ayakta bile duramıyor, küçük çocukların yeni yeni
yürümeye başladığı zaman düşmemesi için bir desteğe tutunma ihtiyaçları gibi
bunların da böyle bir ihtiyaçları bulunuyordu. Bu ağaçlardan sorumlu olan ben vazifemi
bihakkın yerine getiriyordum ve bakımlarını tam olarak yapıyordum. Haliyle yanlarına
birer dikeç diktim ve sağlam olsun diye de atılmış çelik çamaşır ipleriyle
fidanı bu dikece tutturdum.
Aradan
birkaç yıl geçti. Fidanlar büyüyüp gövdesi dikece ihtiyaç duymayacak hale
gelince artık onlara gerek kalmadı ve onları söktüm. Aradan yıllar geçti ve
ağaçlar artık epey büyümüşlerdi. Evimize bir güzellik katıyorlardı. İnce uzun boylu
salınan görünümleriyle, biz çocuk iken Süllü dayımın hanımının çocuklarının
entarisine taktığı ceviz büyüklüğündeki zilleri hatırlatan etrafları çizili yuvarlak kozalaklarıyla –ki bazı yörelerde bundan pekmez de yapıyorlarmış- büyük bir haz veriyorlardı.
Bir
kış günü kar yağmıştı. Ağaç yapraklı olduğu için haliyle yağan karı tutuyor ve
üzerlerine büyük miktarda ilave bir ağırlık biniyordu. Sabah baktım ki bizim
ağacın biri yerden yarım metre yükseklikte bir yerinden küt diye kırılmış ve
yan yatmış.
Aklıma
hemen karın ağırlığını taşıyamadı ona sebep kırıldı şeklinde bir izah geldi.
Üzüldüm ama yapılacak bir şey yoktu.
Sonra
neden ötekisi ayakta kalmıştı da bu böyle kırılmıştı diye kendi kendime
düşündüm ve ağacı incelemeye başladım. Acaba biri kesmiş olabilir miydi? Öyle
bir duruma mahal ve ihtimal yoktu. Çünkü ağaçlar henüz küçüktü, kimsenin
rahatsız olduğuna dair bir emare yoktu ve taze olmaları hasebiyle de
görüntüleri çok daha güzeldi.
Sonra
başka ne gibi bir sebep olabilir diye baktım. Bir de ne göreyim. Ağacın kırılarak
devrilmesinin sebebi bizzat benim vaktiyle ağacın hayrına yapmış olduğum bir
fiil idi.
Hani
küçükken dikeci tutturmak için çelik çamaşır ipiyle bağlamıştım ya. Zamanla
dikece ihtiyaç kalmamıştı ve yerinden sökülmüştü. Çelik ip ise muhtemelen çözülemediği
için o hal üzere bırakılmıştı. Nasıl olsa bir zararı yoktu. Çünkü ağacın
kalınlığına göre oldukça gevşekti.
Ancak
aradan geçen seneler ağacın boyu ile birlikte gövde kalınlığını da artırmış,
vaktiyle bol gelen çelik ip ağacın etrafını bir bilezik gibi sarmaya başlamış, ağaç kalınlaştıkça da
sıkmaya başlamış, ağaç büyümesini buna rağmen sürdürünce de halat ağacın
gövdesine gömülmeye başlamış ve ağaç büyümesine engel olan bu sorunu çelik
halatın oturduğu yerin her iki tarafına da taşarak aşmaya çalışmış ama sonuç
itibariyle orası boğuk olduğu ve bir türlü kalınlaşamadığı için zayıf kalmış, normal günlerde bir şekilde durumu idare ederken, karlı günde üzerine
fazladan bir yük binince taşıyamamış ve çelik ipin boğduğu yerden çat diye kırılmış.
Ya
işte böyle!
Yılların
emeği boşa gitti. Ne yüzünden? Vaktiyle yapılan fidanın yararına olan bir
durumun ağacın boy atıp büyümesi ve çapının gelişmesi halinde yeni durumuna uygun yapılması gereken
işin yapılmaması, ihmal edilmesi yüzünden.
Canlı
ve bitki bünyeleri böyle olduğu gibi sosyal kurumlar vb. de böyle. Bir küçüğü
korumak üzere koyduğunuz velayet yetkisi, çocuklar büyüyünce de aynı şekilde
devam ettirilmek istenirse o çocuklar hiçbir zaman büyüyüp de adam olamazlar.
Kurumlar
da öyle.
Sistemlerde
öyle.
Şeriatlar
bile öyle.
İlk
geldiği gibi kalmıyor, hayata muvazi olarak değişiyor. Değişmesi gerekiyor.
Bu
değişimi başarıyorsa ayakta kalıyor ve daha güçlü bir vaziyette varlığını
sürdürüyor.
Aksi
takdirde bizim ağaç gibi küt diye kendisine bağlanan bütün umutlarla birlikte
yıkılıp gidiyor. Emekler boşa çıkıyor.
Allah’tan
bizim ağacın kökü sağlamdı. O yüzden kırıldığı yerin etrafından sürgünler
verdi. Ben de onlardan sadece birini bıraktım ve diğerlerini budadım. Kılavuz
sürgün o bıraktığım dal oldu. Şimdi o dal üzerinden büyümesini sürdürüyor.
Yamuk bir biçimde.
İbret
alacak ne çok şey var etrafta.
Bakabilsek,
görebilsek ve elbette ki okuyabilsek.
Değişimi
dikkate almayan bir istikrar arayışı, bizim ağacın küt diye gitmesi gibi boşa
çıkmaya mahkumdur.
Bizim
ağaç öyle diyor. İnanmazsanız gidin sorun.
Dua
ile!
02.05.2013
GARİBCE
Murat Kaya: Ne güzel bir tespit ve ne güzel bir yazı ve üslup.. kaleminize gönlünüze sağlık hocam
YanıtlaSilSacit Türker: Güzel yazı...ibretalınası işler...zevkle okudum...teşekkür ve hürmetlerimle.
Hangi değişimi dikkate almak ! Neyin değişimini dikkate almak? Doğanın kanunları değişmez. Kanunlara riayet etmekte yanlışlık olabilir.
YanıtlaSilHa beşeri değişimden mi söz ediyorsanız onu dayatan küresel amca belli..
Yine de bilmeyene güzel hikaye...