TDV,
İstanbul Müftülüğü’nün çıkarmış olduğu Din ve Hayat (Sayı 18, Yıl 2013)
dergisi Adalet başlığı altında çıktı.
“İslam’ın
Köprüsü Zekat ve Sadakanın Sosyal Paylaşım Açısından Önemi” adlı bir yazı da
benim var.
Ömer
Faruk Harman Hoca’nın “Yahudilik ve Hristiyanlıkta Adalet” başlıklı yazısında
bir cümle şöyle:
“Artık
kurtuluş şeriat kurallarına uymakla değil, İsa Mesih’i kabul edip yolundan
yürümekle mümkündür” (s. 24)
Bu
cümle bana “Yoksa bizde de mi böyle?” diye bir soru sormamı gerekli kıldı.
Hz.
Peygamber öldü. Bu kesin. Buna dair pek çok Kur’anî nas var[1].
Hz.
Ebu Bekir bu gerçeği bütün çıplaklığı ile o gün ne yapacaklarını şaşırmış pek
çok kimsenin yüzüne haykırmıştı. Hz. Peygamber ölmüştü Hay ve Baki olan her
zaman için Allah idi[2].
Hz.
Peygamber geride ise tamama ermiş bir din bıraktı.
Bu
dinin bir şeriatı vardı.
Bu
dinin ilke ve esasları bulunuyordu.
Bunlar
inanç, davranış ve ahlakiyat her ne varsa hepsini kapsayacak bir şümuldeydi.
Bundan
böyle her kim şeriata uyar, bu ilke ve esaslar doğrultusunda bir yaşantı sürerse
onun yolunda olurdu ve bu yol Allah’a giden yoldu.
Allah
ve Rasûlüne mutlak itaat şarttı.
Bizim
insanlarımıza bu galiba ağır geldi. Buna mukabil bir kısım insanlar, kurtuluşu aynen
Hıristiyanların şeriat kurallarına uymakta değil İsa Mesih’i Tanrı’nın oğlu
olarak kabul edip ona tapınma yolunda aradıkları gibi, peygamberin ruhunu
ölümlü insanlara giydirdiler ve şeriatı, dinin ilke ve esaslarını bırakarak
mutlak o kişiye itaati gerekli görmede
aradılar.
Üstelik
böyle bir yolu tutmayanların da nasipsiz olduğunu, şeyhi olmayanın şeyhi
şeytandır gibi ifadelerle de ulu orta ifade etmeye kalkıştılar.
Oysa
Hz. Peygamber öldüğü zaman geriye Allah’ın kitabını ve Sünnetini bırakmıştı.
Varisleri
ulema idi.
Kitap
elimizde ve mutlak itaati Allah ve
Rasûlüne ait kılıyordu.
Her
an aklınız başınızda olmalı zira aklı olmayanın dini yoktur diyordu.
Aklını
kullanmayanların üzerine pislik boca edildiğinden bahsediyordu.[3]
O
akıl başlarında olduğu için sahabe Hz. Peygamber’e yaptığı bir iş karşısında
“Şöyle şöyle yapılsa daha iyi olmaz mı ya Rasûlallah!” gibi sorular sorabiliyorlardı.
“Gassal elinde meyyit gibi” değil, muhakeme edip, en güzeli en doğruyu
bulmada, yapmada üretmede kendilerini ifade ediyorlar ve bir kişilik sahibi
olmanın onurunu taşıyordlardı.
Hz.
İsa bir İsrailoğulları peygamberiydi. Pavlos ve takipçilerinin elinde onun bir
insan peygamber olması yetmedi. Onu tanrının oğlu yapıp, sağına oturttular ve
ona tapmaya başladılar.
Ey
Müslümanlar!
Sakın
ola siz onlara benzemeyesiniz.
Korunmuşluğu
kendilerinden menkul, ama esas itibariyle yiyen içen ve tuvalete giden ölümlü
insanları peygamber gibi hatta Allah gibi yüceltip şirke düşmeyesiniz.
Kimsenin
Allah’a varmak gibi takat üstü bir boyun borcu yok, aksine bir kul olarak
Allah’a ve Rasûlüne itaat borcu vardır.
Emirlerini
yaparız. Yasaklarından kaçınırız. Bütün bunlar bizim küçük bir tür tanrı olmamız için değil, sadece olgun bir
insan olmamız içindir.
İnsanlar bütün canlılar gibi yerler, içerler, tuvalete
giderler ve hayatlarını bu minval üzere sürdürür vakti saati gelince de
ölürler.
Allah’a
kulluk, O’na itaat ile olur.
Özgürlük
O’na itaat ile başka her şeyden azade olmak ve sorumluluk almakla olur.
Hz.
Peygamber gaybı bilmiyordu. Zamanlı ve mekanlı idi.
Ya
evliya öyle mi?! O bizi nerede olursak olalım görür, O mekandan-zamandan
münezzehtir, gönlümüzden geçeni de bilir!
Hal
böyle olunca evliyanın yanında peygamberin adı mı olur?
Oysa
ilkelerle hareket ederek sorsak ve desek ki: Evliya kim?
Evliya
Hristiyan azizleri gibi değil de veli kullar ise onun tarifini bizzat Allah Kur’an’da
yapıyor[4]:
“Allah’ın veli kulları için herhangi bir korku ve tasa yoktur. Onlar inanan ve
takva sahibi olanlardır.”
Evet
Kur’an’a göre veli inançlı ve takvalı olan kullardır. Oysa bizim evliya hep
tasarrufta bulunur. Her tarafı onlar tutarlar, peygamberler bile ölürler, ama onlar
ölmezler.
İnsan
ölçüyü bir kaçırmaya görsün.
Ne
tarttığına ne de ölçtüğüne güven kalmıyor.
Ey
insanlar! Kulsunuz ve sorumlusunuz. Yaptıklarınızdan, ettiklerinizden ve
yapmanız gerekenleri terk etmenizden, terk etmeniz gerekenleri işlemenizden hep
sorumlusunuz.
Bunda
yegâne ölçüt bu yolun kuralları, ilke ve esaslarıdır.
Buradan
Ankara’ya gitmek üzere yolda çıktıysanız, yoldaki işaretleri takip ederek ve
kurallara uyarak gitmeniz gerekir. Önünüzdeki birinin aracını takip ederek o
durunca siz de durur, o yürüyünce siz de yürürseniz ve o nereye giderse siz de
oraya giderseniz varın artık akıbeti siz hesap edin. Belki varırsınız, ama
belki de soluğu hiç hesap etmediğiniz bir son durakta alırsınız.
Müslümanlar
olarak en son ve mütekamil bir dine ve şeriata sahibiz. İsrail oğullarının
şeriatı gibi sırf ceza kabilinden olsun diye verilmiş hükümlerimiz yoktur. Her
birinin bir hikmeti ve biz insanlar için geri dönücü eşsiz faydaları ve
hikmetleri vardır.
Bizim
vazifemiz yolda olmak, yolun kurallarına uymak, ilke ve esaslarına tabi
olmaktır. Sonuç iyi bir kul olmaktır.
Sadece
bu kadar!
Eskiler
kerameti istikamette ararlardı.
En
büyük keramet şeriatın gereklerini yerine getirmekti. Eline beline diline sahip
olmak, hak ve hukuka riayet etmekti. Herkese
hakkını vermekti, adaletli olmaktı. Büyükleri saymak, küçükleri
sevmekti. Diğerkam olmaktı. Müteekkil değil, mütevekkil olmaktı. Alan el değil
veren el olmaktı. En hayırlılar insanlara ve özelde kadınlara en hayırlı
olanlarımızdı.
Uçmak,
uçurulmak bizim neyimize.
İsterseniz
alimler birliğine sorun!
01.05.2013
GARİBCE
[1]
وَمَا مُحَمَّدٌ إِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ
أَفَإِنْ مَاتَ أَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلَى
عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللَّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللَّهُ الشَّاكِرِينَ
(144) [آل عمران : 144]
إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُمْ مَيِّتُونَ
(30) ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ
(31) [الزمر : 30 ، 31]
[2] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح
الباري - (2 / 90) 1242- قَالَ أَبُو سَلَمَةَ فَأَخْبَرَنِي ابْنُ عَبَّاسٍ ، رَضِيَ
اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ أَبَا بَكْرٍ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، خَرَجَ وَعُمَرُ ،
رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، يُكَلِّمُ النَّاسَ فَقَالَ اجْلِسْ فَأَبَى فَقَالَ اجْلِسْ
فَأَبَى فَتَشَهَّدَ أَبُو بَكْرٍ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، فَمَالَ إِلَيْهِ النَّاسُ
وَتَرَكُوا عُمَرَ فَقَالَ أَمَّا بَعْدُ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ يَعْبُدُ مُحَمَّدًا
صلى الله عليه وسلم فَإِنَّ مُحَمَّدًا صلى الله عليه وسلم قَدْ مَاتَ ، وَمَنْ كَانَ
يَعْبُدُ اللَّهَ فَإِنَّ اللَّهَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى :
{وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ} إِلَى {الشَّاكِرِينَ} وَاللَّهِ لَكَأَنَّ النَّاسَ
لَمْ يَكُونُوا يَعْلَمُونَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ الآيَةَ حَتَّى تَلاَهَا أَبُو
بَكْرٍ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، فَتَلَقَّاهَا مِنْهُ النَّاسُ فَمَا يُسْمَعُ بَشَرٌ
إِلاَّ يَتْلُوهَا.
[4] أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (62) الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
(63) لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ لَا تَبْدِيلَ
لِكَلِمَاتِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (64) [يونس : 62 - 64]
Sayın Hocam; alimler birliği diye 'yeni bir ümmet' mi oluşturuldu yoksa? :-) Haydi hayırlı traşlar!!
YanıtlaSilTalat Horasan: Hani derler ya babalarımızı böyle bulduk, ıslam kimliğini unutanlar kimliği kendisi doldurunca allah ile aracı olması inancı yavaş yavaş oluşuyor...
YanıtlaSil