“2/3. Ki
onlar gayba inanırlar, namazı ikâme ederler, kendilerine rızık olarak verdiğimizden
infakta bulunurlar”.
Yüce Allah, bu âyette kurtuluşa eren müttekîlerin temel
özelliklerinden bahsetmektedir: İnanç, ibadet ve infak. Bunlar sırasıyla iç
dünyamıza, bir bütün olarak bedenimize ve sahip olduğumuz mal varlığımıza
yönelik yerine getirmekle yükümlü olduğumuz görevlerimizdir. Bu yazımızda gayba
inanma konusunu ele alacağız.
Çoğunluk tefsir âlimlerine göre “gayb” iman edilen şey
anlamındadır ve genel kabul gören şekliyle duyular ile algılanamayan, akıl ile
de zorunlu olarak idrak edilemeyen ancak vahiy yoluyla hakkında bilgi sahibi
olunabilen şeyler demektir[1]. Bir başka ifade ile insanın kavrayış alanının ötesinde
bulunan, onu aşan hakikatin tüm safhaları olan, bilimsel gözlemlerle isbatı
veya reddi sözkonusu olmayan şeylerdir[2]. Buna göre gaybın konusunu Allah’ın varlığı, sıfatları,
melekler, cin, şeytan, kabir hayatı, âhiret hayatı, hesap, sırat, cennet,
cehennem… gibi şeyler oluşturacaktır.
İmana gelince, “eman vermek, güvenilir kılmak” ya da
“emin olmak, tam bir güven duymak, inanmak” anlamlarına gelmektedir[3].
Dinî anlamda imân, sözlük anlamındaki imandan iki noktada
farklılık arzeder: Birincisi kendisine inanılması gereken şeyler bizzat dinin
belirlemiş olduğu şeyler olacaktır ve bunların tümü Kelime-i Tevhîd ile Allah’a
ve Peygambere iman şeklinde toplu olarak ifade edilir. “Âmentü billâhi ve melâiketihî… ” ile de ayrı ayrı ortaya
konulur ve Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve
kadere inanmak şeklinde sayılır. Ayrıca Kelam ilminde de bunlar detayları ile
anlatılır, temellendirilir ve savunması yapılır.
İkincisi imanın bizatihî mahiyeti açısından da yani
imanın ne olduğu noktasında da farklılık arzeder ve bu konuda İslâm mezhepleri
çok farklı görüşlere sahiptir[4]. Tercih edilen izaha göre “iman; kalp ile tasdik, dil
ile ikrar”dır. Birincisi aslî rükün, ikincisi ise zâid rükündür. Dolayısıyla
tehdit gibi bir zaruret sonucu ikincisi yani dil ile ikrar olmasa da iman
bulunur. Ancak her halükârda kalp ile tasdik rüknü, iman için olmazsa olmaz
koşuldur. Ayrıca imanın bir asıl hali, bir de kemal hali vardır. İmanın aslında
herkes eşittir ve bu halin zıddı küfürdür, kemâl halinin zıddı ise fısktır ve
bu konuda insanlar farklı farklıdırlar. İmanın yetmiş şu kadar şubesi[5] işte bu kemal halini oluşturur, bu itibarla onlardan
birinin bulunmaması insanı kâfir kılmaz, fâsık yani günahkâr yapar.
Merhum Elmalılı, ağaç benzetmesiyle imanı köklere,
amelleri de bu imandan fışkıran sürgünlere benzetir. Meselâ kışın toprak
üstünde dalların kuruyup dökülmüş olması, köklerin yokluğuna delâlet etmez. O
köklerden ortam müsait olduğunda yeni sürgünler fışkırabilir. Bu itibarla amel,
imandan bir cüz değildir[6].
Meşhur Cibrîl hadisinde[7] üç esas konulmuştur: İman, İslâm ve İhsan. Bu üç terim,
inanç, ibadet ve günlük yaşantı, ahlâk olmak üzere dinin üç boyutunu ortaya
koyar. Bunların birbirine nisbeti ağacın kökü, gövde ve dalları, meyvesi
gibidir. Meyvenin olabilmesi için, mutlaka gövde ve dalların, gövde ve dalların
ayakta durabilmesi, canlılığını sürdürebilmesi için de sağlam köklerinin olması
zorunludur. Ancak tersi aynı şekilde bir zorunluluk değildir. Yani köklerin
varlığı zorunlu olarak gövdeyi, gövdenin varlığı da zorunlu olarak meyveyi
gerekli kılmaz. Ne var ki işin doğasında mülazemet ilkesi gereği bunlar hep
birlikte olur. Kökler sürgün verebilmek için, sürgünler de meyveye durmak
içindir. Kalpte yer eden ancak eyleme dönüşmeyen bir iman düşünülemez. Keza bir
semeresi olmayan eylemin de anlamı yoktur. Sonuçta asıl amaç semereyi elde
edebilmektir. Zaten din olarak İslâm’ın amacı da “güzel ahlâkın tamamlanması”[8] değil midir?
Böylece müttekîlerin birinci vasfı kısaca şu oluyor:
Gayba yani Allah’a ve O’nun buyurduklarına, Peygambere ve onun duyurduklarına
iman etmek; bu inancı kalp ile tasdik edip, bir zaruret olmadıkça dil ile de
ifade etmek.
Bu iman ve inanç ile yaşantımızı sürdürmek dileğiyle…
03.05.2013
GARİBCE
Medine Kurtyüzü: Hocam, Rabbim ilminizi ziyadeleştirsin ve ömrünüze daha da bereket versin... yüz yüze talebeniz olmadım ama sanal talebe olmaya adayım değişime ayak uydurma ile ilgili yazınızı sabah göreve giderken yolda okudum ve namaz, tesbihat, Kuran ve hadis sonrası enfes geldi.. gece yarısını geçen vakitte yine yazınızla birlikte bitirmek güzel elhamdülillah, günde iki tane hap niyetine şifa olur umarım, selametle..
YanıtlaSil