20 Mayıs 2013 Pazartesi

MÜTTEKÎLERİN ÖZELLİKLERİ: GAYBA İNANMA



“2/3. Ki onlar gayba inanırlar, namazı ikâme ederler, kendilerine rızık olarak verdiğimizden infakta bulunurlar”.
Yüce Allah, bu âyette kurtuluşa eren müttekîlerin temel özelliklerinden bahsetmektedir: İnanç, ibadet ve infak. Bunlar sırasıyla iç dünyamıza, bir bütün olarak bedenimize ve sahip olduğumuz mal varlığımıza yönelik yerine getirmekle yükümlü olduğumuz görevlerimizdir. Bu yazımızda gayba inanma konusunu ele alacağız.
Çoğunluk tefsir âlimlerine göre “gayb” iman edilen şey anlamındadır ve genel kabul gören şekliyle duyular ile algılanamayan, akıl ile de zorunlu olarak idrak edilemeyen ancak vahiy yoluyla hakkında bilgi sahibi olunabilen şeyler demektir[1]. Bir başka ifade ile insanın kavrayış alanının ötesinde bulunan, onu aşan hakikatin tüm safhaları olan, bilimsel gözlemlerle isbatı veya reddi sözkonusu olmayan şeylerdir[2]. Buna göre gaybın konusunu Allah’ın varlığı, sıfatları, melekler, cin, şeytan, kabir hayatı, âhiret hayatı, hesap, sırat, cennet, cehennem… gibi şeyler oluşturacaktır.
İmana gelince, “eman vermek, güvenilir kılmak” ya da “emin olmak, tam bir güven duymak, inanmak” anlamlarına gelmektedir[3].
Dinî anlamda imân, sözlük anlamındaki imandan iki noktada farklılık arzeder: Birincisi kendisine inanılması gereken şeyler bizzat dinin belirlemiş olduğu şeyler olacaktır ve bunların tümü Kelime-i Tevhîd ile Allah’a ve Peygambere iman şeklinde toplu olarak ifade edilir. “Âmentü billâhi ve melâiketihî… ” ile de ayrı ayrı ortaya konulur ve Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmak şeklinde sayılır. Ayrıca Kelam ilminde de bunlar detayları ile anlatılır, temellendirilir ve savunması yapılır.
İkincisi imanın bizatihî mahiyeti açısından da yani imanın ne olduğu noktasında da farklılık arzeder ve bu konuda İslâm mezhepleri çok farklı görüşlere sahiptir[4]. Tercih edilen izaha göre “iman; kalp ile tasdik, dil ile ikrar”dır. Birincisi aslî rükün, ikincisi ise zâid rükündür. Dolayısıyla tehdit gibi bir zaruret sonucu ikincisi yani dil ile ikrar olmasa da iman bulunur. Ancak her halükârda kalp ile tasdik rüknü, iman için olmazsa olmaz koşuldur. Ayrıca imanın bir asıl hali, bir de kemal hali vardır. İmanın aslında herkes eşittir ve bu halin zıddı küfürdür, kemâl halinin zıddı ise fısktır ve bu konuda insanlar farklı farklıdırlar. İmanın yetmiş şu kadar şubesi[5] işte bu kemal halini oluşturur, bu itibarla onlardan birinin bulunmaması insanı kâfir kılmaz, fâsık yani günahkâr yapar.
Merhum Elmalılı, ağaç benzetmesiyle imanı köklere, amelleri de bu imandan fışkıran sürgünlere benzetir. Meselâ kışın toprak üstünde dalların kuruyup dökülmüş olması, köklerin yokluğuna delâlet etmez. O köklerden ortam müsait olduğunda yeni sürgünler fışkırabilir. Bu itibarla amel, imandan bir cüz değildir[6].
Meşhur Cibrîl hadisinde[7] üç esas konulmuştur: İman, İslâm ve İhsan. Bu üç terim, inanç, ibadet ve günlük yaşantı, ahlâk olmak üzere dinin üç boyutunu ortaya koyar. Bunların birbirine nisbeti ağacın kökü, gövde ve dalları, meyvesi gibidir. Meyvenin olabilmesi için, mutlaka gövde ve dalların, gövde ve dalların ayakta durabilmesi, canlılığını sürdürebilmesi için de sağlam köklerinin olması zorunludur. Ancak tersi aynı şekilde bir zorunluluk değildir. Yani köklerin varlığı zorunlu olarak gövdeyi, gövdenin varlığı da zorunlu olarak meyveyi gerekli kılmaz. Ne var ki işin doğasında mülazemet ilkesi gereği bunlar hep birlikte olur. Kökler sürgün verebilmek için, sürgünler de meyveye durmak içindir. Kalpte yer eden ancak eyleme dönüşmeyen bir iman düşünülemez. Keza bir semeresi olmayan eylemin de anlamı yoktur. Sonuçta asıl amaç semereyi elde edebilmektir. Zaten din olarak İslâm’ın amacı da “güzel ahlâkın tamamlanması”[8] değil midir?
Böylece müttekîlerin birinci vasfı kısaca şu oluyor: Gayba yani Allah’a ve O’nun buyurduklarına, Peygambere ve onun duyurduklarına iman etmek; bu inancı kalp ile tasdik edip, bir zaruret olmadıkça dil ile de ifade etmek.
Bu iman ve inanç ile yaşantımızı sürdürmek dileğiyle…

20.05.2013
GARİBCE


[1]              bk. Râzî, II, 26; İlyas Çelebi, “Gayb”, DİA., XIII, 404.
[2]              Esed, I, 4.
[3]              Râzî, II, 23; Elmalılı, 177.
[4]              bk. Râzî, II, 23.
[5]              bk. Buharî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 58; Ebû Davûd, Sünne, 14.
[6]              bk. Elmalılı, I, 173-185.
[7]              Buharî, Îmân, 37; Müslim, Îmân, 57.
[8]              Muvatta, Husnü’l-huluk, 8.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...