28 Haziran 2013 Cuma

Nasları bağlamından koparmak: Ümmî Rasûl


“Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî[1] peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.[2] Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”  (A’râf 7/157)
Bu ayet görüldüğü üzere Ehl-i kitab olan Yahudiler hakkındadır. Rasûlün sıfatları bahsedilirken onlara yani ehl-i kitaba  “temiz şeyleri helal ve pis şeyleri haram kılar” da denilmektedir. Ayrıca onlar üzerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırmasından da söz edilmektedir.
Mesele şudur: Ehl-i kitab özelde de Yahudiler dinlerini tahrif etmişler ve onda olmayan birçok unsuru ona katmışlardır.
Daha önceki kitaplar için bir “müheymin ve musaddik” olan yani önceki kitapların içeriğini düzeltici ve tasdik edici nitelikteki  Kur’an ile gelen Hz. Peygamber, onların dine sokuşturmuş oldukları tahriflere de son vermiş ve bu meyanda aslında olmadığı halde aşırılıkları yüzünden dindenmiş gibi bir hale getirdikleri ağır yüklerden ve özgürlüklerini kısıtlayıcı bukağılardan onları kurtarmıştır.
Bunun yanında  dince tayyib (temiz, güzel, helal) olan şeyler vardı ki onlar bunu kendilerine haram kılmışlardı. Keza dince habîs yani pis, iğrenç, haram olan bazı şeyler de vardı ki onlar bunları helal kılmışlardı. İşte Hz. Peygamber Hak ile geldi ve her şeyi yerli yerine oturttu. Onların tayyib olduğu halde haram saydıkları şeylerin yeniden aslî halinde olduğu gibi helal olduğunu söyledi. Gerçek din nazarında habîs = pis, iğrenç, haram olduğu halde onlar tarafından helal sayılmış olan şeyleri eski haline çevirerek onların gene aslî hal üzere haram olduklarını beyan etti.
Söz gelimi iç yağı, deve eti ve sütü gibi şeyler esasen helal idi ama onlar bunu haram kılmışlardı. Hz. Peygamber getirmiş olduğu Kitâb ile bunların gene eskisi gibi helal olduğunu açıkladı. Aynı şekilde onlar kan, meyte, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar ve riba gibi esasen haram olan şeyleri kendilerince helal kılmışlardı. O ümmî peygamber, özü itibariyle habis olan bu şeylerin de gene eski hal üzere haram olduklarını açıkladı.
Ayetin bağlamı ve maksat olan anlamı budur. Nitekim Nesefî gibi klasik tefsir kitaplarımızda da bu ayet bu şekilde açıklanmıştır.[3]
Ama bu ifade bağlamından koparılarak güya Hz. Peygamber’e teşri salahiyeti tanımak uğruna ona haram ve helal kılma yetkisi de tanımaya çabalamak ne kadar doğru olabilir. Her şey Allah tarafından biz insanların istifadesine sunulmuştur. Kulluk sınırı olarak haramlar da bizzat Şâri tarafından adları konularak belirlenmiştir. Haram kılma yetkisi Rubûbiyetle doğrudan ilişkilidir[4].
De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz müslümanlarız.”[5] (Al-i Imrân 3/64)
Bizim Allah’tan başka Rabbimiz de yoktur.
Peygamberimizi sevmemiz, ona Allah’ın buyrukları konusunda mutlak itaatimiz, onu örnek bilmemiz onu yüceltmek babında yeterlidir. Peygamber de olsa kulluk sınırını aşarak ona Rububiyet özellikleri atfetmek Hristiyanların Hz. İsâ’yı tanrılaştırmaları gibi bir sonuca götürür.
O hayatında hep kul peygamber olarak kendisini tanıtmıştı ve en büyük mefahiri de  “Allah’a şükreden bir kul olabilme” kaygı ve tutkusuydu[6].
Öldükten sonrası için yaptığı dualardan biri de “Allah’ım! Kabrimi tapınılan bir put eyleme!”[7] demesi olmuştu.
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah!
Ve eşhedu enne  Muhammeden abduhû ve rasûluh!
Ey Resûl! Bir kul peygamber olarak geldin. Vazifeni hakkıyla eda ettin. Şimdi sıra bizde.
İnanıyoruz ki bütün ölümlüler gibi sen de öldün. Bu Allah’ın emriydi. Ama bir olgu olarak yaşantından bir ideal olarak sünneti çıkarmak bizim vazifemizdi. Asr-ı saadetimiz bir ideal olarak insanlığın ufkunda olmalıydı. Ve biz yaşamak için seni kendi değer dünyamızda yaşatmalıydık. Yolunda olmakla, biz insanlık dünyasına mal etmiş olduğun ilke ve esaslarınla hayatımızda hep var olmalıydın.
İyi ki varsın!
Sana salat ve selam olsun!
Yolunda olanlara keza salat ve selam olsun!
İlahî rahmet ve mağfiret cümlemizi bürüsün.
Dua ile!
28.06.2013
GARİBCE



[1] .  “Ümmî”,  okuma yazma bilmeyen insan demektir. Ancak okuma yazma bilmeyen her insan bilgisiz olmayacağı için, “ümmî”, cahil demek değildir. Nitekim, okuma yazma bilmeyen Hz. Peygamber, vahiy yoluyla aldığı bilgilerin yanında, geniş çapta dünyevî tecrübe ve bilgilere sahip bulunuyordu.
[2] .  Âyetteki “ağır yük” ve “zincir” ifadeleri, mecazî olup, “ağır mükellefiyetler”, “ağır teklifler” anlamlarını ifade eder.
[3] تفسير النسفي - (1 / 395) { الّذين يتّبعون الرّسول } الذي نوحي إليه كتاباً مختصاً به وهو القرآن { النّبيّ } صاحب المعجزات { الأمّيّ الّذي يجدونه } أي يجد نعته أولئك الذين يتبعونه من بني إسرائيل { مكتوباً عندهم في التّوراة والإنجيل يأمرهم بالمعروف } بخلع الأنداد وإنصاف العباد { وينهاهم عن المنكر } عبادة الأصنام وقطيعة الأرحام { ويحلّ لهم الطّيّبات } ما حرم عليهم من الأشياء الطيبة كالشحوم وغيرها ، أو ما طاب في الشريعة مما ذكر اسم الله عليه من الذبائح وما خلا كسبه من السحت { ويحرّم عليهم الخبائث } ما يستخبث كالدم والميتة ولحم الخنزير وما أهل لغير الله به ، أو ما خبث في الحكم كالربا والرشوة ونحوهما من المكاسب الخبيثة { ويضع عنهم إصرهم } هو الثقل الذي يأصر صاحبه أي يحبسه عن الحراك لثقله ، والمراد التكاليف الصعبة كقتل النفس في توبتهم وقطع الأعضاء الخاطئة .

[4] قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ (64) [آل عمران : 64]
[5] .  Bu âyet inince, önce hristiyan iken sonra müslüman olan Adiy b. Hâtem, “Ya Resûlallah, biz din büyüklerimize tapmazdık” dedi. Hz. Peygamber, “Onlar size bir şeyi helâl veya haram kılar, siz de onların dediklerine uymaz mıydınız? İşte bu, onlara tapmak demektir” buyurdu.
[6] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري - (2 / 63) حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ قَالَ : حَدَّثَنَا مِسْعَرٌ عَنْ زِيَادٍ قَالَ : سَمِعْتُ الْمُغِيرَةَ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، يَقُولُ إِنْ كَانَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم لَيَقُومُ لِيُصَلِّيَ حَتَّى تَرِمُ قَدَمَاهُ ، أَوْ سَاقَاهُ فَيُقَالُ لَهُ فَيَقُولُ أَفَلاَ أَكُونُ عَبْدًا شَكُورًا.
[7] الموطأ - رواية يحيى الليثي - (1 / 172)
 414 - وحدثني عن مالك عن زيد بن أسلم عن عطاء بن يسار أن رسول الله صلى الله عليه و سلم قال :اللهم لا تجعل قبري وثنا يعبد اشتد غضب الله على قوم اتخذوا قبور أنبيائهم مساجد

1 yorum:

  1. "Aynı şekilde onlar kan, meyte, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar ve riba gibi esasen haram olan şeyleri kendilerince helal kılmışlardı."
    Bu ifade bana pek doğru gelmedi. Ayrıca "Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar." ifadesinin tefsiri hakkında Mukâtil, Taberî, Ferrâ, Zemahşerî ve Râzî gibi deve dişi müfessirlere bakmak icap etmez mi?

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...