1 Mayıs 2013 Çarşamba

Kurtuluş kurallara uymakta mı, birilerinin ardına düşmekte mi?



TDV, İstanbul Müftülüğü’nün çıkarmış olduğu Din ve Hayat (Sayı 18, Yıl 2013) dergisi  Adalet başlığı altında çıktı.
“İslam’ın Köprüsü Zekat ve Sadakanın Sosyal Paylaşım Açısından Önemi” adlı bir yazı da benim var.
Ömer Faruk Harman Hoca’nın “Yahudilik ve Hristiyanlıkta Adalet” başlıklı yazısında bir cümle şöyle:
“Artık kurtuluş şeriat kurallarına uymakla değil, İsa Mesih’i kabul edip yolundan yürümekle mümkündür” (s. 24)
Bu cümle bana “Yoksa bizde de mi böyle?” diye bir soru sormamı gerekli kıldı.
Hz. Peygamber öldü. Bu kesin. Buna dair pek çok Kur’anî nas var[1].
Hz. Ebu Bekir bu gerçeği bütün çıplaklığı ile o gün ne yapacaklarını şaşırmış pek çok kimsenin yüzüne haykırmıştı. Hz. Peygamber ölmüştü Hay ve Baki olan her zaman için Allah idi[2].
Hz. Peygamber geride ise tamama ermiş bir din bıraktı.
Bu dinin bir şeriatı vardı.
Bu dinin ilke ve esasları bulunuyordu.
Bunlar inanç, davranış ve ahlakiyat her ne varsa hepsini kapsayacak bir şümuldeydi.
Bundan böyle her kim şeriata uyar, bu ilke ve esaslar doğrultusunda bir yaşantı sürerse onun yolunda olurdu ve bu yol Allah’a giden yoldu.
Allah ve Rasûlüne mutlak itaat şarttı.
Bizim insanlarımıza bu galiba ağır geldi. Buna mukabil bir kısım insanlar, kurtuluşu aynen Hıristiyanların şeriat kurallarına uymakta değil İsa Mesih’i Tanrı’nın oğlu olarak kabul edip ona tapınma yolunda aradıkları gibi, peygamberin ruhunu ölümlü insanlara giydirdiler ve şeriatı, dinin ilke ve esaslarını bırakarak mutlak  o kişiye itaati gerekli görmede aradılar.
Üstelik böyle bir yolu tutmayanların da nasipsiz olduğunu, şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır gibi ifadelerle de ulu orta ifade etmeye kalkıştılar.
Oysa Hz. Peygamber öldüğü zaman geriye Allah’ın kitabını ve Sünnetini bırakmıştı.
Varisleri ulema idi.
Kitap elimizde ve  mutlak itaati Allah ve Rasûlüne ait kılıyordu.
Her an aklınız başınızda olmalı zira aklı olmayanın dini yoktur diyordu.
Aklını kullanmayanların üzerine pislik boca edildiğinden bahsediyordu.[3]
O akıl başlarında olduğu için sahabe Hz. Peygamber’e yaptığı bir iş karşısında “Şöyle şöyle yapılsa daha iyi olmaz mı ya Rasûlallah!” gibi sorular sorabiliyorlardı.  “Gassal elinde meyyit gibi”  değil, muhakeme edip, en güzeli en doğruyu bulmada, yapmada üretmede kendilerini ifade ediyorlar ve bir kişilik sahibi olmanın onurunu taşıyordlardı.
Hz. İsa bir İsrailoğulları peygamberiydi. Pavlos ve takipçilerinin elinde onun bir insan peygamber olması yetmedi. Onu tanrının oğlu yapıp, sağına oturttular ve ona tapmaya başladılar.
Ey Müslümanlar!
Sakın ola siz onlara benzemeyesiniz.
Korunmuşluğu kendilerinden menkul, ama esas itibariyle yiyen içen ve tuvalete giden ölümlü insanları peygamber gibi hatta Allah gibi yüceltip şirke düşmeyesiniz.
Kimsenin Allah’a varmak gibi takat üstü bir boyun borcu yok, aksine bir kul olarak Allah’a ve Rasûlüne itaat borcu vardır.
Emirlerini yaparız. Yasaklarından kaçınırız. Bütün bunlar bizim küçük bir  tür tanrı olmamız için değil, sadece olgun bir insan olmamız içindir.
İnsanlar  bütün canlılar gibi yerler, içerler, tuvalete giderler ve hayatlarını bu minval üzere sürdürür vakti saati gelince de ölürler.
Allah’a kulluk, O’na itaat ile olur.
Özgürlük O’na itaat ile başka her şeyden azade olmak ve sorumluluk almakla olur.
Hz. Peygamber gaybı bilmiyordu. Zamanlı ve mekanlı idi.
Ya evliya öyle mi?! O bizi nerede olursak olalım görür, O mekandan-zamandan münezzehtir, gönlümüzden geçeni de bilir!
Hal böyle olunca evliyanın yanında peygamberin adı mı olur?
Oysa ilkelerle hareket ederek sorsak ve desek ki: Evliya kim?
Evliya Hristiyan azizleri gibi değil de veli kullar ise onun tarifini bizzat Allah Kur’an’da yapıyor[4]: “Allah’ın veli kulları için herhangi bir korku ve tasa yoktur. Onlar inanan ve takva sahibi olanlardır.”
Evet Kur’an’a göre veli inançlı ve takvalı olan kullardır. Oysa bizim evliya hep tasarrufta bulunur. Her tarafı onlar tutarlar, peygamberler bile ölürler, ama onlar ölmezler.
İnsan ölçüyü bir kaçırmaya görsün. 
Ne tarttığına ne de ölçtüğüne güven kalmıyor.
Ey insanlar! Kulsunuz ve sorumlusunuz. Yaptıklarınızdan, ettiklerinizden ve yapmanız gerekenleri terk etmenizden, terk etmeniz gerekenleri işlemenizden hep sorumlusunuz.
Bunda yegâne ölçüt bu yolun kuralları, ilke ve esaslarıdır.
Buradan Ankara’ya gitmek üzere yolda çıktıysanız, yoldaki işaretleri takip ederek ve kurallara uyarak gitmeniz gerekir. Önünüzdeki birinin aracını takip ederek o durunca siz de durur, o yürüyünce siz de yürürseniz ve o nereye giderse siz de oraya giderseniz varın artık akıbeti siz hesap edin. Belki varırsınız, ama belki de soluğu hiç hesap etmediğiniz bir son durakta alırsınız.
Müslümanlar olarak en son ve mütekamil bir dine ve şeriata sahibiz. İsrail oğullarının şeriatı gibi sırf ceza kabilinden olsun diye verilmiş hükümlerimiz yoktur. Her birinin bir hikmeti ve biz insanlar için geri dönücü eşsiz faydaları ve hikmetleri vardır.
Bizim vazifemiz yolda olmak, yolun kurallarına uymak, ilke ve esaslarına tabi olmaktır. Sonuç iyi bir kul olmaktır.
Sadece bu kadar!
Eskiler kerameti istikamette ararlardı.
En büyük keramet şeriatın gereklerini yerine getirmekti. Eline beline diline sahip olmak, hak ve hukuka riayet etmekti. Herkese  hakkını vermekti, adaletli olmaktı. Büyükleri saymak, küçükleri sevmekti. Diğerkam olmaktı. Müteekkil değil, mütevekkil olmaktı. Alan el değil veren el olmaktı. En hayırlılar insanlara ve özelde kadınlara en hayırlı olanlarımızdı.
Uçmak, uçurulmak bizim neyimize.
İsterseniz alimler birliğine sorun!
01.05.2013
GARİBCE



[1] وَمَا مُحَمَّدٌ إِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِنْ مَاتَ أَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلَى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللَّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللَّهُ الشَّاكِرِينَ (144) [آل عمران : 144]
إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُمْ مَيِّتُونَ (30) ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ (31)  [الزمر : 30 ، 31]
[2] صحيح البخاري ـ حسب ترقيم فتح الباري - (2 / 90) 1242- قَالَ أَبُو سَلَمَةَ فَأَخْبَرَنِي ابْنُ عَبَّاسٍ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ أَبَا بَكْرٍ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، خَرَجَ وَعُمَرُ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، يُكَلِّمُ النَّاسَ فَقَالَ اجْلِسْ فَأَبَى فَقَالَ اجْلِسْ فَأَبَى فَتَشَهَّدَ أَبُو بَكْرٍ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، فَمَالَ إِلَيْهِ النَّاسُ وَتَرَكُوا عُمَرَ فَقَالَ أَمَّا بَعْدُ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ يَعْبُدُ مُحَمَّدًا صلى الله عليه وسلم فَإِنَّ مُحَمَّدًا صلى الله عليه وسلم قَدْ مَاتَ ، وَمَنْ كَانَ يَعْبُدُ اللَّهَ فَإِنَّ اللَّهَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى : {وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ} إِلَى {الشَّاكِرِينَ} وَاللَّهِ لَكَأَنَّ النَّاسَ لَمْ يَكُونُوا يَعْلَمُونَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ الآيَةَ حَتَّى تَلاَهَا أَبُو بَكْرٍ ، رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ ، فَتَلَقَّاهَا مِنْهُ النَّاسُ فَمَا يُسْمَعُ بَشَرٌ إِلاَّ يَتْلُوهَا.
وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لَا يَعْقِلُونَ [يونس : 100] [3]
[4] أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (62) الَّذِينَ آمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ (63) لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ لَا تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (64) [يونس : 62 - 64]

2 yorum:

  1. Sayın Hocam; alimler birliği diye 'yeni bir ümmet' mi oluşturuldu yoksa? :-) Haydi hayırlı traşlar!!

    YanıtlaSil
  2. Talat Horasan: Hani derler ya babalarımızı böyle bulduk, ıslam kimliğini unutanlar kimliği kendisi doldurunca allah ile aracı olması inancı yavaş yavaş oluşuyor...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...