Dinimizde temel kavramlardan biri “takva”dır. Dinî yaşantımızda yol alabilmemiz, inancımızı
ve müslümanlığımızı sağlam bir zemine oturtabilmemiz, dinî kaynaklardan
yararlanabilmemiz bizzat Kur'ân’ın ifadesiyle mütteki yani takva sahibi
olmamıza bağlıdır. Bu itibarla bu yazımızda kısaca takva kavramı üzerinde
durmak istiyoruz.
Bu kelime “vikâye” kökündendir, sakınmak,
korunmak anlamındadır. Tırnağı incelmiş hayvanın yürürken ayağını taştan
sakınması anlamında kullanılmaktadır[1]. Daha sonra bu kelime Kur’ân terminolojisi
içinde, kök ile irtibatı sürdürülmekle birlikte yeni anlam kazanmış ve saf,
temiz dindarlık[2], dini bütünlük, her an huzurda olma düşüncesinin
kazandırdığı ilahî sorumluluk bilinci[3] anlamına gelir olmuştur.
Hz. Ömer, Übeyy’e “Takva nedir?” diye sorar. Übeyy:
“Sen hiç dikenli yolda yürüdün mü?” der. O da: “Evet!” cevabını verir. “Peki ne
yapardın?” diye sorar. “Eteğimi çemrer ve dikkat ede ede yürürdüm” cevabını
alınca, “İşte takvâ budur” der[4] ve bu benzetme ile takva terimini açıklamak
ister.
Üçüncüsü de
“İttekûllâhe Hakk’a tükâtihî”[8] âyetinde olduğu gibi kalbi meşgul edici her
şeyden uzak durarak, kalbi tamamen Allah’a teslim etme, orada O’ndan başkasına
yer vermeme.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere
takvânın iki boyutu vardır:
Birincisi, Allah’ın emirlerini mümkün mertebe
yaparak onun rızasını kaybetmekten sakınmak, ikincisi de O’nun yasaklarından
mutlak anlamda kaçınarak O’nun gazabına uğramaktan sakınmak[9].
Buna göre takvâ bir yönüyle cemal tutkusu, öbür
yönüyle de celâl korkusudur. Bu itibarla, takvânın her ne kadar bazı âyetlerde
“haşyetullah” yani Allah (c.c) korkusu anlamında tefsir edildiği[10] olmuşsa da, onu sırf korku boyutu ile ele
almak ve sevgi boyutunu gözardı etmek eksik bir tanımlama olur.
Nitekim bu iki boyut müttekîler için sonuç
olarak belirtilen “felâh yani kurtuluş” kavramı için de aynısıyla geçerlidir;
hem umulana nail, hem de korkulandan emin olma söz konusu olmadıkça gerçek
anlamda “felâh” olmaz. Takvanın cemal boyutunda, hertürlü güzellik işlenerek
umulanlara erme; celâl boyutunda ise her türlü kötülüklerden uzak durularak
korkulanlardan emin olma tecelli etmelidir. İşte o zaman gerçek anlamda
kurtuluş ve saadet olacaktır.
Bu, iki kanatlı kuşun uçabilmesine benzer; tek
kanatlı kuş uçamaz. Dolayısıyla sadece korku boyutu ile ya da sadece sevgi
boyutu ile ilahî sorumluluk bilincine erişilemez, dengeli biçimde ikisi bir
arada olmalıdır. Nefsin her türlü çirkefliklerden arındırılması sağlanırken,
ruhun her türlü güzelliklerle bezenmesine çalışılmalıdır.
“Tırnağımıza taş değmesin” anlamında ilahî
azabdan korunma olarak aldığımızda takvâ, nihaî amaç olmayıp, kurtuluş ve
saadetimize vesile olur[11]. Bu vesileyi elde edebilme hem ahiret hem de
dünya için bir dizi önlem almayı gerektirir.
Ahiret için ele aldığımızda takva, tevhid
üzerine kurulu bir inanca sahip olma, imanı koruyucu ve derinleştirici
ibadetler ve salih amellerde bulunma ve her türlü güzel ahlâkla bezenmeye
çalışma gibi fiil şeklinde; şirkten, küfürden, her türlü ahlâksızlıklardan uzak
durma gibi terk biçiminde bir hayat çizgisini sürdürmeyi gerektirir.
Takvânın yani kulluk bilincinin bir de
davranışlarımızın dünyevî sonuçlarına dönük bir yönü vardır. Bu önemli kavramın
bir veçhesini de ilahî dünya azabından sakınma çabası oluşturmaktadır.
Böyle bir sonuçtan kurtulma, her şeyden önce
doğal ve sosyal nizamda geçerli olan ilahî yasaları (sünnetullah) tespit
etmeyi, kurulu dengelerin bozulmaması için gerekli önlemleri almayı zorunlu
kılar. Bu ise bütünüyle ihtisas ilimlerinin en üst düzeyde tahsil edilmesini,
çevre, sağlık, güvenlik gibi her alanda yeterli bilinç ve donanıma ulaşmayı gerekli
kılar. İşte o zaman insanlar topyekûn ilahî dünyevî azaptan korunmuş ve sonuçta
da kurtulmuş olurlar[12]. Aksi takdirde ozon tabakasının delinmesi,
dünyanın giderek ısınması, buzulların eriyip suların yükselmesi, ağaçlardan
yoksun kalmış münbit toprakları yel süpürüp sel alması, dünyanın her gün biraz
daha çölleşmesi gibi çevre, bulaşıcı, tedavisi imkânsız hastalıklar gibi
sağlık, uyuşturucu bağımlılığı, terör, bir yanda açlık ve yetersiz beslenme,
öbür tarafta aşırı tıkınma ve şişmanlık gibi insanlık adına utanç verici manzaralar,
sosyal yaralar, renk, ırk, dil, coğrafya vb. gibi ayırımlar, masum insanları
yok eden dünya savaşları, milletleri sömürüp yok eden emperyalizm… ve daha nice
belâlar dünyevî anlamda takvâsızlığımızın sonucu olmaktadır.
Şu halde takvâ, dünya ve âhiret saadetinin,
gerçek kurtuluşun (felâh) zorunlu şartı olmakta ve en üst bilinç düzeyi olarak
biz müminlerden istenmektedir.
Hepimizin takva üzere olması temennilerimle…
Takvalı olun, takva ile kalın!
29.04.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder