21 Nisan 2012 Cumartesi

İlk ağıtım, yıllar sonra bile unutmadım


Şimdi geriye doğru bakıyorum da galiba ben bir hayli duygusalım. Bir roman okurken, ya da film seyrederken göz aşlarımın yanaklarımdan  süzüldüğünü, bazen sel olup aktığını bilirim. Burnumdan gelen ile gözümden akanın birbirine karıştığı olur.  İnsanların görmesi halinde utanır, okuduğum kitapla vb. saklamaya çalışırım.  Şimdiye kadar toplum huzurunda kaç kere ağladığımın sayısını bilmiyorum. Ama henüz hatırlayabiliyorum. Bir bahane bulup belki onları sizlerle paylaşırım.

Şimdi sizi altı yaşıma götürüyorum. Küçük, zayıf, benzi soluk, saçları boza yakın ve dik dik duran bir çocuk olduğumu sanıyorum. Anam birisinde ekmek yapıyordu ve ben elimi ekmeğe uzatmıştım. Yanındaki çalgıyı (bir top itburnundan yapılan çalı süpürgesi) kapmasıyla kafama indirmesi bir olmuştu ve kafamın tam ortası içine parmak girecek kadar oyulmuştu. O oyuk yer zamanla doldu ve oradan bir top gür ve kumral saç çıktı. Benim boza çalan saçlarımın hepsini maya gibi kendi rengine döndürdü.  Benim anlatacağım bu olaydan önceydi haliyle.

İlkokul bizim evimizdi. Babam kendisi için dükkân yaptığı yeri köy okulu için tahsis etmişti ve ilk kez okul böylece bizim dükkân olacak yerde başlamıştı. Okula ilk kez başlayanlar içinde koca koca çocuklar da vardı. İkinci sene Kale denilen yerde bir samanlıkta okudular. Üçüncü sene ise bizim evimizde. Biz ev diye evin en büyük odasına derdik. Büyük oda küçük oda, ev, arka ev, örtme… gibi adları vardı evimizin kısımlarının. Köyde okulun açıldığının üçüncü yılıydı ve okul artık bizim evimizdi. Ben ise altı yaşındaydım, okula başlamama henüz bir sene vardı. Ama kendi evimiz olduğu için ben de devam ediyordum. Öğretmen bakmış benim aklım eriyor, bu işi kıvırabileceğim…  Beni de kaydetmiş. Böylece akranlarımdan bir sene evvel okula başlamış oldum.

Koca evin bir duvarı bir uçtan bir uca dolu idi.  Yani bir ucunda büyükçe bir un ambarı vardı. Diğer kısmında ise sıra sıra dizilmiş, tarhana, bulgur, gô pakla (yeşil fasulyenin kurutulmuş hali) gibi yiyeceklerin içinde bulunduğu yünden özel olarak dokunmuş aynı renkte –genellikle koyu kırmızı ve desenli- yirmi şinik (ölçek) alabilecek çuvalların dizili olduğu, üstlerindeki raflarda da yatakların kayılı olduğu bir yüklük vardı. Yüklük boydan boya beş altı metre uzunluğunda iki ayrı parça olarak dokunup sonra ortadan dikilerek birleştirilen ve şak adı verilen bir kilim ile örtülü idi. Kilimde rengârenk desenler olurdu.

Biz okurken anam da gelir – çoğu kez küçük kız kardeşim de eteğinden tutarak ona eşlik ederdi- yemek yapmak için ihtiyaç duyduğu nevaleleri alır, unu oracıkta elekle pata pata elerdi. Onun gelişi gidişi bizim derslerimize engel olmazdı zahir.

Evimizin çatal kapısı vardı ve V şeklinde iki merdivenle çıkılırdı. Biri eve yani okulumuz olan yere diğeri de bizim kaldığımız örtmeye oradan da odalara ve arka eve açılan kapılara çıkardı.

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum. Bir bayramdı onu kutlayacaktık. Ben de bir şiir okuyacaktım. Başlığını Cumhuriyet Anıtı Önünde diye hatırlıyorum. Aklımda kalan bir beyit de:
Uçtuk gittik dağdan dağa
Bizde kartal kanadı var
şeklindeydi. Sıra bana gelmişti. Merdivenin başına çıktım, yerimi aldım. Okumaya başladım. Birkaç mısra okudum, sesim titredi. Hıçkırıklar boğazıma düğümlendi ve ben ağladım. Bizi izleyenler arasında babamın da ağladığını gördüm. Öğretmenim geldi, beni kucağına aldı ve avuttu. 

Neden ağladım bilmiyorum… Kim bilir belki çok sert bildiğimiz babamın benim için ağladığını görmek istedim. Belki öğretmenimin beni kucağına alıp avutmasına ihtiyacım vardı.

İşte böyle! Yıllar geçti büyüdük,  hatta yaşlandık… Artık baba yok, ana yok! Fakat avunmaya hâlâ ihtiyacımız var. Biri çıkar da ilk öğretmenim gibi beni avutur mu diye bir beklenti midir acep beni hâlâ yeri ve zamanı gelince ağlatan, bilinmez.

Bir şey diyeyim mi? Ağlamak güzel bir şey. Dökülen gözyaşlarının yüreğinizi nasıl serinlettiğini görürsünüz.  Keşke doyasıya ağlayabilsek.

Ağlayın su yükselsin belki kurtulur gemi
Anne seccaden gelsin bize dua et emi

21.04.2012
Garibce

2 yorum:

  1. Hocam, siz ağlattınız şimdi bizi ama Rabbim dünyada da, ötede de güldürsün sizi... Hürmetler.

    YanıtlaSil
  2. herdogan38. Üçüncü sınıfta kervanımıza yetişmiş biri olmanıza rağmen kavrayış gücünüze bakın ki,bizim hatırlamadığımız şeyleri sen güne taşımayı başardın.Benim hatırladığım, bahsettiğin evde sıraya oturunca ayağının yerden kesilecek kadar küçüklüğün..Bu günkü eğitim yaşı ile uyumlu olduğu bittecrübe sabittir demek..
    Ve bizleri üçüncü sınıfta,seni de birinci sınıfta tezgahına çeken meşrebi alevi,ama mesleği tibari ile ilk okulda bir daha eşini göremediğim Ali EKRTÜK öğretmene isitikamet sahibi olması açısından duacıyım..O dağ başında nasıl disiplinli bir eğitim-öğretim uygulardı..!, adeta on parmağında on maharet olan(saz ,cümbüş,keman,darbuka çalar,resim yapar,solak solak duvar örer..hülasa her şeyden anlayan seküler bir adam..)ama ne var ki,dengeyi kuramamıştı..Hayatta ise Allah hidayet versin..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...