30 Nisan 2012 Pazartesi

NEDEN KADIN SORUNU?


Kadın hakkında bir iki espriden sonra uzun sayılabilecek bir tespit ve değerlendirme yazısını koymaya sıra gelmiş olmalı. Bu yazı benim bir kitabımın önsözü. Takdim bizden takdir sizden.

Sevgiyle kalın.

30. 04.2012

NEDEN KADIN SORUNU?




Andık adını, bulduk tadını

Andımız yüceltmektir adını

Övgü Sana, hem Senden gele

Salatü selam güzeller güzeline

Her ne gördük bu yolda zahmet

Kılasın ya Rab bize rahmet



Çalışmalarımızda bir çokları gibi biz de kadın konusu ile zaman zaman ilgilendik. Çağdaş Fıkıh Problemleri derslerimizde bu konuya da yer ayırdık ve çok zevkli derslerimiz oldu. Kah birbirimize sitem ettik, kah anlaşmaya çalıştık, zaman oldu yer değiştirdik ve öteki olduk. O zaman bir çok şey daha kolay anlaşıldı.

Kadının konumu ve sorunlarına dair konulara ilgi duymamızın bir çok nedeni var elbet. Her şeyden önce kadınların özel bir yeri var varlık dünyamızda, değerler dünyamızda da onlara bir yer olsun istedik. İkincisi ve daha önemlisi kadınların nahif ve zarif durumlarının, zayıflık olarak algılanıp istismara açık görülmesi ve her kesimden insanların kadınları kendi emellerine kullanma çabalarının sırıtır ve rahatsız edici boyutlarda olmasıdır.

Bilmem hangi kesimden, ya da hangi yöreden bahsetmeli.

Bir gazeteci, bir televizyon kanalında konuşuyor ve bir anısını anlatıyordu. Şöyle diyordu: Geçenlerde (90’lı yıllar) güneydoğu illerimizde idim. Alışık olmadığım bir manzara vardı. Erkekler ayrı kadınlar ayrı yürüyorlardı. Ancak kadınlar yirmi metre kadar önden gitmekteydiler. Ben bu manzarayı yadırgamıştım. Onlara dedim ki: “Ben daha önceleri de buralara gelmiştim. O zaman erkekler önden, kadınlar ise yirmi metre arkadan giderlerdi. Ne oldu, töre mi değişti de şimdi kadınlar önden, siz erkekler arkadan gitmektesiniz.” Erkekler, “Yok kurban, töre yine eski töredir, törede bir değişiklik yoktur. Ne var ki PKK belası yollara mayın döşüyor…” diye cevap verdiler.

Ben o gazetecinin yalancısıyım, eğer bu bir mizansen değil de gerçekse, gerçekten insanlığımızdan utanmamız gereken bir durum. Yok bu bir latife ise, ne yazık ki ben bu latifenin arkasında bir gerçeklik payı görmekteyim. Güneydoğuda kadının durumu iyi değil de diğer yerlerde çok mu daha iyi.

Anadoluda, kırsal kesimde bir kadının günü nasıl başlıyor ve nasıl bitiyor dersiniz? İlişkileri hâlâ kopmamış, köy kültürünü iyi bilen biri olarak size alatayım ben: Mesela bir yaz günü sabah ezanı okunmadan kadın ayaktadır. İlk iş ocak yakmakla başlar, ateşi bazen komşudan alır/alırdı. (Mevsim kış ise, herifin -ki bu sözcük kabalığı simgelediği için özel olarak seçilmiştir- abdest suyu sıcak olmalıydı ve kadın/ gelin dediğin bunu ihmal edemezdi, büyük saygısızlık olurdu.) Bir taraftan ocak yanarken ve üzerine koyduğu tarhana çorbası pişerken, kadın bir yandan da ahıra inip ineği sağmak ve yavrusunu emzirip, sonra ikisini birden köy meydanına sürüp, buzağıyı dana çobanına, ineği sığır çobanına katmak durumunda idi. Hazır meydana gelmişken, evden koluna takarak getirdiği bakraçları (Bizde helke derler) köy çeşmesinden su ile doldurup her adımla birlikte bir o yana bir bu yana yamularak evin yolunu tutmak, çocukların ya da yaşlıların karıştırmakta olduğu çorbayı hazırlayıp sofraya getirmek için davranması gerekirdi. Eğer yemeğin altı yanmış ya da taşırılmışsa sorumlu elbette kadındı. Çorba leğeninin başına geçirilmesi, çok zayıf bir olasılıktan ibaret değildi. Yemekten sonra herif tarlanın yolunu tutacak, onu hazırlamak elbette kadının sorumluluğunda olacaktı. Sağdığı sütü ödünç vermeyecekse komşuya, onu öncelikle halletmesi, pişirip, süt makinesinde çekmesi yahut mayalayıp yoğurt yapması gibi işler kendisini beklemekteydi. Çok sürmeden azığı hazırlayıp tarlaya herifin yanına gitmek üzere yola koyulacak. Orada bir müddet ona yardım edecek ve uzun yaz günlerinde güneş tam tepeye dikildiğinde yorulmuş ve acıkmış olarak mola verecekler. Herif ağacın serin gölgesine uzanacak, yorgunluğun tadını çıkaracak. Kadıncağız pınardan su getirecek, yoğurdu özeyecek, yemeği hazırlayacak ve herifi buyur edecek. Yemekten sonra bir süre daha çalıştıktan sonra köye yetişecek, gelirken boş gelmesin diye topladığı çalı çırpıyı şelek edip sırtına vuracak, kendisini bekleyen bir sürü işi halletmeye çalışacak. Akşamüzeri dana sürüsü gelecek, arkasından sığır. Yavru, anasını görüp emmeden sütü sağacak, yemeği hazırlayacak, sütü halledecek gündüzden yarım kalan işleri tamamlayacak, hayvanları ahıra dolduracak, sıra evdekilere gelecek, çocukları doyuracak, onları yatıracak ve en sonunda kendisi eğer bir yerde uyuya kalmadıysa yatağa uzanacak ve bundan sonra da herifin özel isteklerine cevap vermeye çalışacak. Haftada bir gün kazan kurup yunak yuyacak, çocukları sırayla çimdirecek, evin genel temizliğini yapacak. Güz günü hasad sonrasında bulgur kaynatacak, tarhana yapacak, bağ bahçe varsa onlara bakacak, sulayacak, çapalayacak, ekecek, biçecek… kendisini ve varsa karnında yavru onu bile unutacak, kimbilir belki tarlada bir çalı dibinde, belki yolda belde çocuğunu doğuracak, kendi kendisinin ebesi olacak, kendi bebesinin göbeğini kesecek… (Bizim komşunun çocuğuna, anası tarlada doğurduğu için tarlacı derdik).

Aile ile olan bağı, ayağa giyilen bir ayakkabıdan daha sağlam olmayacak, ayağı yer tutması için mutlaka çocuk sahibi olmayı isteyecek ve ne kadar çok cocuğu olursa kendisini o kadar güvende hissedecek. Ne mehir, ne nafaka… Haklarından bî haber yaşayıp gidecek ve hiçbir vakit kendi ayaklarının üzerinde duramayacağı için mutlaka bir herifin nikahı altında olmayı ve öyle ölmeyi kendi kaderi bilecek.

Eğer herif, kadın için söylenmiş olan “Karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” atasözünün (!) kendi atasınca söylenmiş olduğuna inancı varsa vah o kadının haline.

Kış mevsimi kadının işinde bir kolaylaşma görülmez. Buna mukabil dışarı işlerini bitirmiş olarak herif, akşamlara ve uzun kış gecelerinde gece bir yarılarına kadar kahvede (kıraathanede kıraat ederek değil elbet) piştirik oynayarak, onun bunun dedikodusunu yaparak geçirecek, ahırların görülmesi, otun doğranması, hayvanların sulanması gibi işler gene çoğu kez ve çoğu heriflerce kadınların üzerine yüklenilen işler arasında yer alacak.

İnsan temel hak ve özgürlükleri, kadın hakları… hak getire. Hoş bunlar bazen de olsa Fadime’nin aklından geçmez değil hani. Hatta bir keresinde Fadime’nin damarı tutar ve Feministlerle bir toplantıya katılır. Çeşitli uluslardan kadınların katıldıkları bir toplantıdır bu. Ve orada eserler, gürlerler, uygulamak üzere karar alırlar. Bundan böyle kocalarının isteklerini yerine getirmeyeceklerdir. Ertesi yıl yine bir araya gelmek üzere ayrılırlar ve birlikte olmanın kendilerine kazandırdığı öz güvenle kocalarına karşı koymaya azmi cezmi kasdetmiş olarak evlerine dönerler. Aradan bir yıl geçer ve yine toplanırlar. Alman kadını söze başlar. Ben buradan döndükten sonra Hans benden kahvaltı istedi. Ben kendi kahvaltısını kendisinin hazırlamasını söyledim. İlk gün bir şey görmedim, ikinci gün bir şey görmedim, üçüncü gün baktım bizim Hans kahvaltıyı kendisi hazırlıyor. İşler yoluna girdi vesselam. İngiliz kadın söz alır. Döndüğümüzde George benden çamaşırlarını yıkamamı istedi. Ben yıkamadım ve kendin yıka dedim. İlk gün bir şey göremedim. ikinci gün bir şey göremedim. Üçüncü gün baktım George çamaşırlarını kuzu kuzu yıkıyor. Sıra Fadime’ye gelmişti. O da benzer şekilde başladı söze: Ben eve vardığımda Dursun benden yemek istedi. Ben ise feministler toplantısında aldığımız kararlar gereğince artık bundan sonra kendisine hizmet etmeyeceğimi söyledim. Ve ben de sizin gibi ilk gün bir şey göremedim, ikinci gün bir şey göremedim. Ancak üçüncü günde etrafımı yavaş yavaş görmeye başladım, gözümün şişi inmiş, morartısı da bir hayli azalmıştı.

Bu da bizim feministlerin kaderi olmalı herhalde.

Moda ve reklam dünyasına ne demeli? Pazarlanan mal mı kadın mı belli değil? İş dünyasında manzara kadınlar açısından ne kadar iç açıcı. Erkekler, hizmetlerini görecek şuh bir kadının sekreterliğine sıcak bakabilirler, ancak yönetimde kadının kendisine ortak olması çok kabul edilebilir bir durum mudur?

Nice çalışan kadın eşiyle birlikte eve döndüğünde ev işlerinin kendisini beklemekte olduğunu görmekte, bey televizyonda televoleler izlerken kadın yemek hazırlamakta, bulaşık yıkamakta, çamaşır yıkamakta… geleneksel kadın işleri çalışan kadınlarımızın da hâlâ yakasını bırakmışa benzemiyor, görüntü bırakacak ümidi de vermiyor.

Ya İslâmî kesimde durum ne halde, dersiniz. “İslâmcı” nitelemesinden çok hoşlanan bir kesim var ülkemizde. Müslümanlığı bırakmışız, İslâm alıp İslâm satıyoruz sanki. Oysa Allah bize “müslüman” adını koymuştu ve müslüman olmak lâzımdı. Çağdaş İslâmcı bir erkeği nasıl seçebilirsiniz. Meselâ sahilde, tatil köyünde, bir otel lobisinde nasıl farkedersiniz. Sakalından mı, şalvarından cübbesinden mi, başındaki sarığından mı, alnındaki secde eserinden mi? Müslüman erkeğin dışarıya karşı dinî kimliğini belirtecek hiçbir alâmeti yoktur. Ve bu durum şahsen benim şikayetçi olduğum bir durum da değildir. İnsanlar şunu ya da bunu giyebilirler, bu kendi tercihleri olmalıdır. Ancak kıyafetin ayırıcı bir biçimde kimlik ilanına medar olarak kullanılması, düne nispetle bugün daha çok bir arada yaşamak zorunda olduğumuz düyamız için uygun düşmüyor. Erkekler de bunun bilincinde olarak son derece çağdaş, modern giysileri rahatça giyebiliyorlar ve kalabalıklar içinde kaybolmanın avantajını pekâlâ yaşayabiliyorlar. Kimse onları rahatsız etmiyor, onlar da rahatsızlık duymuyor. Müslüman kadınlar için de durum aynı mıdır acaba?

Aynı ideolojiyi benimsemiş insanlar olarak biz erkekler, kendi inancımızı ifade edecek bir alameti fârika kullanmıyor ve kadınlarımız için onlardan bunu istiyorsak ve hatta gizliden gizliye -Allah adına, din adına, töre adına- bunu dayatıyorsak, cephe savaşlarında top güllelerinin düştüğü yerde, henüz neyin ne olduğunu dahi bilmeyen körpe kızlarımız varsa, aile kimliğimizi, ancak kadınlarımız üzerinden tahakkuk ettirebilecek bir tavra gücümüz yetiyorsa, mayın temizlemek için kadınları öne süren mantıktan ne farkımız kalır ve bizim kadınlarımızın değeri ne kadar olur? Kimse kadınların arkasına sığınarak, İslâm edebiyatı yapmamalı, onları ateşe sürerek kahramanlık taslamamalı. Herkes ne yapacaksa kendisi yapmalı. Kadınları öne sürmek, onları ve çocukları arkamıza almamızı, özümüzü onlara siper etmemizi gerektiren geleneğimize mi, yoksa îsârı (başkalarını nefsimize tercih etmeyi) ahlâkî bir erdem olarak takdim eden dinimize mi atıfla yapılan bir davranış oluyor. Bunu hep birlikte sorgulamalıyız. İfrat bir tutumun cevabı, karşı bir ifrat olmamalı. Zor da olsa bir denge noktası bulunmalı. Bunun için de aramaya başlanmalı. Her arayan elbette bulamayacak. Ancak bulanlar hep arayanların arasından çıkacaktır. Kim bilir belki biz de doğruyu bulabiliriz. Bulamasak bile hiç olmazsa yolunda ölürüz.

Elinizdeki kitapçık, şimdiye kadar bu alanda ortaya koymuş olduğumuz çabaların derlenmesi sonucunda ortaya çıktı. İnşallah, bu alanda düşünce üretenler için bizden bir çamsakızı armağan olur. Daha fazlasını da zaten kimse bizden beklemez. Ben kendimi ne kadar kadın yerine koyabilsem de, bu sorunları iliklerime kadar yaşamış olamam. Bizim ki biraz hariçten gazel okumaya benzer. Asıl sorun, kor ateşi avucunda tutanlar tarafından ortaya konulmalı ve konuluyor da.

Bu çalışmamı kendisini evine ve çocuklarına adamış bir garip eşim var, ona ithaf ediyorum. Başta annem ve bütün annelerle yaptığım bir hasbihal olmasaydı, elbet bu ithaf öncelikli olarak anneme olurdu.

Yazılarımı sözünü ettiğim “Ve sen ey anne!” diye bir hasbihalle başlatmayı ve o yazı üzerinden her okuyucunun kendi annesiyle gıyabta bir söyleşide bulunmasını arzu ettim. Herkesin annesi benim annem gibi rahmetli olmuş değil elbet. Ölmüş olanlara ilahî rahmeti sonsuza dek diliyorum. Hayatta olan annelere sağlık ve sıhhat içinde yavrularının mürüvvetini görmelerini diliyor, gözlerinin aydın olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Saygıyla ve sevgiyle, sizi Allah’a emanet ediyorum.



Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN

24.02.2004 Ferah/İstanbul

2 yorum:

  1. Yaşanan bir köy hayatı ve taşıdığı gerçekler ve neticede verilmesi gereken mesaj ancak bu kadar olabilirdi...? Umarım beklenen yankı bulunabilir..
    Ancak, içinde bulunduğunuz ve eminim ki yakînen de görmüş olmanız gereken bir diğer husus da 'müslüman feminist' harekete ne diyeceksiniz? 'tefrit' ten sayıp 'hımm' mı diyeceğiz..? Kutlarım sizi,selamlar..

    YanıtlaSil
  2. herdogan38.
    Yukarıdaki 'adsız'ın da ben olduğunu belirttikten sonra:Dünya-ahiret,kadın-erkek dengesi bozulmadan yürümek..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...