9 Aralık 2012 Pazar

Ben bu dünyanın…!



"-Ben bu  dünyanın…!"
“-De! De! Utanma!! Madem başladın arkasını da getir.”
“-Ben bu dünyanın anasını avradını…”
“-De! De!”
“-Ben bu dünyanın içine…”
Ah be dünya! Nedir bu senin insanların dilinden çektiğin.
En sevdikleri kimseler sen olmasaydın ortada kalır, kurt düşerdi, kokusundan yanından geçilmezdi. Sen onları bağrına bastın “kara toprak” oldun.
Ataları cennetten atıldığı zaman onlara kucağını sen açtın, sen yurt oldun. Bir verdiler sen on verdin, yüz verdin. Ne ihtiyaçları varsa hepsini yetiştirdin. Yaşam için ne lazımsa önceden ona göre donatıldın. Hem o kadar ki her şey bıçak sırtında idi. Azıcık bir farklılık hayatı imkânsız kılacak kadar hassas bir dengede bulundun.
Her adımda bir hayat menbaların vardı.
Ağaçlarını koğuk ettin, kayalarını oyuk… Mağaralar, inler hazırladın, kimse açıkta kalmasın istedin.
Her bir meyveyi yetiştirdin, her bir tohumu hediye ettin.
Her canlıdan birer çift bahşedildi sana da onları esirgedin, besledin, çoğalttın ve insanlık için kendini hazırladın. Senle gerdeğe girecekler için bir gelin gibi süslendin, her türlü çeyizini hazırladın… En az hayatın kendisi kadar gerçektin, yalan oldun.
Adem baba zahmetsiz bir rahmet eseri cenneti takdir edemedi. Hak buyurdu ki insin bunlar ve hak edip öyle gelsinler. Adresleri sendin. Zahmetin vardı ama sonu hep rahmetti. Ahiretin ekeneği sendin. Cennetin anahtarı sendin. Cehennemin ocağına taşınacak ateş bile sendin. Sen olmasaydın ne cennetimiz olacaktı ve hatta ne de cehennem.
Sen işte buydun ey dünya. Ne yazık ki koynuna aldığın, sırtında gezdirdiğin, karınlarını doyurup buz gibi sular içirndiğin, evsizlere ev, yuvasızlara yuva olduğun, iş ve aş olduğun bu insanlar o kadar vefa dolular ki ağızlarını açar açmaz sana “kahbe” diyorlar. Seni nitelemek için başka renk yokmuş gibi adın “kara toprak” oluyor. Oyza zümrüt yeşili de sende, gül kırmızısı da, kar beyazı da… Bir renk cümbüşüsün Tavusun kanadında… En alımlı, en çalımlı güzellikler hep sende. Sevgilinin ahu gözü de, inci dişleride, gül yanakları da, salınan selvi boyu da hep senden ödünç alındı.
Peki, kusurun neydi, sebebi ne oluyordu o zaman bunca ilencin.
Ah be dünya! Yok sende kusur. Kusur namına ne varsa bizde bil. Sen olmasaydın biz yoktuk. Sendeki sürgün diye nitelidikleri bu yurdumuz olmasaydı, muhalled bir hayat da yoktu. Varsın cehennem olsun. Yok olmaktan iyi değil miydi? Ya bir de cennete evrilmen yok mu, ebed müddet bir hayat ve içinde her lezzet ve her tat. Üstüne bir de “ziyade”si vardı; ayın ondördü gibi ufkumuza doğan Mutlak Cemal Tecellisi… Celal tezahürlerinin ardından cemal tezahürlerinden mest olmak. İşte en büyük devlet. Daha ne isteyebilirdik.
Ah be dünya! Allah sana “oyun, eğlence ve ziynet” dedi… Tamam, elhak doğrudur. Ama biz bununla, O’nun senin bir amaç değer değil, amaca ulaştıracak araç olarak görülmen şeklindeki murat ve maksadını ıskaladık ve gerçekte de seni kötü sandık.  Ondan sonra başladık söğüp saymaya…
“Ben bu dünyanın…!”
Sen yine de bize darılmadın, yaptıklarımıza aldırmadın. Sevdiklerimiz hâlâ senin kucağında, bizi beklediğin de belli. Bir annenin şefkatiyle her birimizi bağrına basıp, değirmen gibi öğütüp, kurtcuklarınla ayrıştırıp, yeni bir haşr için belli bir kıvama gelmemiz uğrunda elinden ne geldi de eksik bıraktın.
Bakma sen kadir bilmezliğimize. Hoş gör, ne de olsa bunlar senin çocukların.
Ve sen bizden daha iyi bilirsin ki, sen de bizim gibi memursun.  Sırtında taşıdıklarının boynunda, senin dağlarının, üzerini örten göklerinin bile yüklenmeye cesaret edemediği ne denli yükler olduğunu elbette sen de bilirsin. Sen kara bağrınla ehil değildin belki o emaneti taşımaya ama senin çocuklarındı buna ehil olan. Eğer bu şerefse elbette aynı zamanda bu senin şerefindi.
Ve belki de işte bu yüzden her gün sayısızca istisnasız içine edenleri, bir ana rahmi şefkatiyle sen koynuna aldın ve onları sen korudun. İşe yaramaz ağırlıklarını et imiş kan imiş gene geri sen aldın. Çünkü sen Allah’a kurban bile olsa ne etlerin ne de kanların erişemeyeceğini bilirdin. Ona ulaşacak olan neydi ve onun her türlü sana ait ağırlıklardan kurtulmaları gerektiğini gene en iyi sen bilirdin.
İşte bu yüzdendir ki ey dünya seni evimiz gibi, seni yuvamız gibi, seni anamızın rahmi, koynu ve emdiğimiz ak sütü gibi seviyoruz. Bu sevgi içimizde meknuz ve mündemiç çok güçlü bir sevgi.
Ne var ki nankörlük işte.  İstersen kadir bilmezlik de. Sen kendini bırak, seni Yaratan’a bile insanlar durmadan küfrediyorlar. O, rahmetini kesiyor mu? Hayır! Hayat ırmağını akıtmaya devam ediyor. Lütfen, sen de kesme!
Gündüzünü bize iş eyle aş eyle. Bir de malum eşsiz olmuyor.
Geceni üzerimize bir yorgan gibi çek, huzur ve sükunumuza adres eyle.
 Unutma, emanet bizde. Biz ise sana emanet!
Rabbim cümleye etsin inayet!

09.12.2012
GARİBCE

1 yorum:

  1. herdogan38@.
    Bunca zamandır şiirlere,nesirlere,destanlara,ağıtlara konu olan dünya için,bundan daha güzel,anlamı yerine oturmuş bir yazı,şiir var mı bilmiyorum..Oldukca canlı, sanki nefesi hissedilecek kadar..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...