21 Aralık 2012 Cuma

Kıyametin suyu çıktı


 

Dün takvimler 20.12.2012’yi gösteriyordu ve İstanbul’a kar yağıyordu.

Kimine göre yağan kâr manzara demek, güzellik demek, oyun ve eğlence demekti. Kimine göre ise bir bankın üstünde, karton kutunun altında ölümü solumak demekti. Kimisi için gökten kar değil tatil yağıyordu. Kimisi için Erciyes’te, Uludağ’da Kartalkaya’da kayak demekti, kimisi için ise  üşüyen el ve  ayak demekti.

Öbür taraftan millet kıyameti bekleduruyordu. Ama ne bekleme. Kıyamet menüleri cennet çorbası, cennet kebap, yasak elma tatlısı, son dem çayı…idi. Allah insanlarımıza akıl versin. Bir şey para etmeye görsün bu insanlar Müslüman bile olurlar.

Maya takvimcileri bu gün için günler bitti artık, sayacak gün kalmadı diyorlarmış. Garibce o zamanlar demişti ki, yahu bu maya takvimcilerinin işi bizim bedevinin durumuna benzemesin. Hani adam saymasını bilmiyor ya, her şeyi parmaklarını göstererek hallediyor. Birinde on bir dirheme aldığı bir koyunun fiyatını söylemek zorunda kalmış. İki elinin parmaklarını göstermiş, bakmış yetmiyor, tamamlayabilmek için dilini de çıkarmış.

Acemi kaptan gemiyi karaya vurmuş ve panikle “Ne oldu?” diyenlere de “Yok bir şey! Deniz bitti de!” demiş.

Onlar bekleyedursun İstanbul’un kıyameti bir gün öncesinden bastırıverdi.

İstanbul’da on beş milyon insan yaşıyor ve milyonlarca araç var. Yolların her iki tarafı sanki park yeri gibi dolu, çoğu yollarda iki araç karşı karşıya geldiği zaman, geçiş yapabilmeleri için  birinin durması bazen de geri geri manevra yapması gerekiyor.

İstanbul üstelik çok bayır, düz yol neredeyse yok gibi.

Hal böyle olunca yağan her yağmur ve hele hele kar trafiği içinden çıkılmaz hale sokuveriyor.

İlgililer önceden uyarıyor, özel araçlarla çıkmayın diye. Ama kimse takmıyor. Sonra da çoğu kabak lastikli bakımsız araçlar daha kulağına kar suyu kaçmadan sersemleşiyor sağa sola yalpalıyor, hızını parkeden araçlarda alıyor kimi yan dönüyor ve kimi de olduğu yerde kalıyor. Sağa sola çekebileceği yer zaten olmuyor. Öyle olunca da o şerit  yan dönmüşse her iki şerit anında kapanmış ve arkaya doğru trafik yığılıveriyor. Bir de açık göz ve aceleci insanlar devreye girip bir iki kaza yapıverdiler mi o da işin tuzu biberi oluyor ve sanki bu durum önceden öngörülemeyen, beklenmedik bir durum gibi herkes yetkilileri suçluyor. Kimse suçu biraz kendisinde bilmiyor, yanlış yapanlara karşı sesini çıkarmıyor.

Garibce dün 19.00’da dersini tamamladı ve fakülteden çıktı. Baktı yollar müsait değil ve trafik kilitli, hiç mi hiç kıpırdamıyor. Başlığını kulağının üzerine indirdi ve yürümeye niyet etti. Normal havalarda denemişti elli iki dakikada evine varıyordu. Duraklarda bekleyenler burunlarından soluyorlardı ve homurdanarak yapılan küfürler duyuluyordu. Belli ki dakikalarca belki saatlerce bekleyenler vardı. Yürüselerdi belki bunların çoğunun evi yürüme mesafesinde bulunuyordu. Ama adam hiç yürümemişti ki. Gövdesini taşıyan kendisini bir yerden bir yere götürebilecek ve hiçbir aracın gidemeyeceği yerlere gidebilecek iki tane ayak sahibi olduğunun farkında bile değildi. Sadece bekliyorlardı. Çünkü sanki beklemeğe kodlanmışlardı.

Garibce durakların önünde yığılı kalabalıkları yararak yol boyunca yürüdü. Hava sepeliyordu, ama çok soğuk değildi, fazla sulu da değildi. Yol ise yer yer kaygan ve sulu idi. Ayakkabı belli ki bir süre sonra su alacağa benziyordu. Ama olsun du beklemekten iyi idi. Yol boyunca Kısıklı Camii’nin orada ışıklar altında oluşan manzara çok hoşuna gitti bir iki fotoğraf da çekti. Çamlıca tepesini aştı. Kendi kendine dağ ne kadar yüksek olursa olsun yol onun üzerinden aşar gider diyordu. Artık yokuş kalmamış yönü inişe dönmüştü. Bayır aşağı inmek frenler iyi olursa daha kolay oluyordu. Kayma riski biraz daha fazlaydı ama olsundu. Üstelik alış verişini de yaptı ve evine sağ salim ulaştı. O saatlerde yol hala açılmamıştı. Elli iki dakikalık yolu bir saat on beş dakikada almıştı ama artık evindeydi. Yürüme yapmıştı. Biraz üşümüştü ama  bekleseydi çok daha fazla üşüyecekti. Yolun çilesi bitmişti. Şimdi buna karşılık sıcacık bir çorbanın keyfi daha bir başka olacaktı. İçeceği çay her gün içtiği çayın aynısı idi ama bugün daha bir lezzetli olacaktı.

Üstelik Arabasını Fakültede güvenli bir yerde bırakmıştı. Yüz otuz beş kuruş da otobüsten kazanmıştı.

Aslında akıl etseydi, otobüse değil de taksiye binmekten vaz geçer böylece on küsur lira da kazanabilirdi. Fakat laf aramızda Garibce biraz saf. Bu tür hinliklere pek aklı ermez. Hem yüz otuz beş kuruş da az değil, böyle kısa ve karlı bir günün kârı olarak.

İşte böyle. Bizim bu insanlar neden evlerine yürüyerek gitmeyi denemezler. Çoğu yolcu duraklarda beklediği zaman kadar yol yürüse en az yarısı evine ulaşabilir durumdadır. Yol boyunca birçok kimsenin de yürümekte olduğunu görmem beni sevindirdi. Demek ki Garibce yalnız da değil. Böyle muhabbetle gidenler bile vardı. Üstelik yarın anlatabilecekleri bir tecrübeleri olacaktı. Birazcık meşakkat çekmişler ne gamdı.

Keşke İstanbul’da yürüme ve bisikletliler içinde yollar da olsa.

Kestane kebap yemesi sevap.

Dua ile!

21.12.2012

GARİBCE

 Kısıklı Camii

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...