8 Aralık 2012 Cumartesi

Hızır’dan Musa gibi davranmasını beklemek



Din İşleri Yüksek Kurulu İstişare Toplantısı’nda Dr. Sare Davudoğlu Hanım kürtaj konusunda bir tebliğ sunmuştu. Sunumunda görsel bazı malzemeler de kullanıyordu. Bir ara sezeryan yoluyla kürtajdan bahsetti ve bu yolla alınmış bir çocuk fotoğrafı gösterdi. Genelde canlı olan bu çocukların göbek kordonundan akan kanama sonucu öldüğünü ve bazı hallerde de fazla acı çekmemesi için narkoz verilip öldürüldüğünü söyledi.
O bu sözlerini söylerken ve slaytı gösterirken benim arkamdaki sıradan öfke dolu bir homurdanma da yükseliyordu. Eğer bunu yapan doktoru ele geçirseler belli ki ünüğünü sıkacaklardı.
Konuşma sırası bana geldiğinde, bu homurdanmanın kendimce söze başlamak için bir ip ucu olacağını düşündüm ve böyle bir başlangıç yapmayı daha bir hikmetli buldum.
Olayı tasvirden sonra bu homurdanmanın sadece anamın oğlunun da içlerinde olduğu arka sıranın bir homurtusu olmadığını, bunun bütün ilahiyat ve diyanet hocalarının ortak homurdanması olduğunu söyledim ve devamla: “Bu ses, aynısıyla Hızır’ın yakasını devşirip de “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” (Kehf 18/74) diye çıkışan Musa’nın sesidir” diye ekledim.
Bizler Musa gibi, ancak bilgimiz doğrultusunda hareket eder ve şeriata uymadığını bildiğimiz bir konuda tepkimizi gösteririz. Bu oldukça normal ve hatta olması gereken bir tavırdır.
Ama işin içinde bir de Hızır olmak var. Hızır’dan da Musa gibi davranma bekleniyorsa, o zaman Hızır’ın Musa’dan ne farkı kalır denmez mi?
Evet, biz geleceği bilemeyiz. Bizim bilgimiz şehadet âlemiyle sınırlı. Daha düne kadar mugayyebât-ı hamse’miz vardı: Beş bilinmez husus. Bunları ancak Allah bilirdi, biz insanlar bilemezdik. Lokman suresinin son ayetinde sıralanan bu beş şey asırlar boyu beş bilinmez gaybî bilgi olarak kitaplarımızda yer aldı ve hep öyle bildik ve de inandık.
إِنَّ اللَّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ   [لقمان : 34]
“Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.” (Lokman 31/34)
Ama şimdi öyle demiyoruz. Mugayyebât-ı selâse yani üç bilinmez gaybi bilgi diyoruz. Çünkü artık yağmurun ne zaman yağacağını ve ana rahminde olanın ne olduğunu bilir olduk. Dolayısıyla bunlar bizim için gaib olmaktan çıktı. “Zaten ayette de “O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir” deniyor, başka kimse bilemez denmiyor!” diye de kendimizce izahlar yaptık ve işin içinden çıktık.
Ama bu anlayış ne zaman oldu? Elbette ki bilim ve teknolojinin ilerleyip de o konulara dair bize kesine yakın (zannî) bilgi vermesi sonucunda oldu. Daha önce ise bilmiyorduk, o yüzden de işimizi tamamen Allah’a ısmarlıyorduk. Tam bir tevekkülle işin içinden çıkıyorduk.
Ne zaman ki Musa gibi deği, Musa’nın bilmediklerini bilen Hızır gibi olduk, o zaman artık anlamsız olacak bir tevekkül anlayışını bıraktık ve yağmur yağacak diye şemsiyemizi yanımıza aldık, şiddetli fırtına uyarısı yapılmışsa ona göre tedbir aldık, hatta evimizden de çıkmadık, eve erzak stoku yaptık. Rahimde olanın kız mı erkek mi olduğunu ne zaman ki öğrendik öreceğimiz patiklerin, işleyeceğimiz zıbınların rengini ona göre seçtik, mirastan payı ona göre ayırır olduk.
Sahibi olduğumuz bu yeni bilgi, bizi atalarımızın davranışlarından farklı bir davranış göstermeye itti. Bu durumda hiç kimse kalkıp da “Hayır, kitaplarda bu böyle yazıyor, dolayısıyla mugayyebât-ı hamse’mizi kimse değiştiremez, kimse dinimize yeni bidatlar sokamaz, farklı davranış biçimleri öneremez” demedi.
Başa dönersek perdenin arkasını bilmediği için Hızır’ın yakasına yapışan Musa işin içyüzünü öğrenince Hızır’a hak verdi ama, krediyi de bitirdi; ortaklık bozuldu.
Şimdi bizim homurdanan saygılı hocalarımız kürtaja, neden yapıldığına ve kürtaj amaçlı seezeryanla alınan o ceninin bir an evvel ölebilmesi için kendisine narkoz enjekte edilmesine Musa’nın penceresinden değil de Hızır’ın gördüğü yerden baksalardı acaba tepkileri ne olurdu? Bunu bilemiyoruz. Burada Hızır’dan kastımız, ceninin geleceğine yönelik durumu hakkında artık bilgi sahibi olan tıp ilmi mensuplarıdır.
Biz çoğu kez acelecilik yapıyor ve gördüğümüz kadarıyla hemen hüküm verebiliyoruz.  Orada da söylediğim gibi hüküm vermede aceleci olmamak lazım, resmin tümünü görmeden harekete geçmemek lazımdır. Bulunduğunuz yerden her şeyi göremeyebilirsiniz. O yüzden insan, kendisine yeni pencereler aramalı ve daha yukarılardan bakabilmenin imkanlarını aramalıdır. Minarenin merdivenlerini çıkarken aydınlık olsun diye küçük küçük delikler vardır. Oralardan bakarak gördüğümüz şey hiçbir zaman resmin tümü olamaz. Himmet edip şerefeye kadar çıkmamız ve orada da şerefe etrafında 360 derece döndükten sonra bir hükme varmamız gerekir ve isabet işte o zaman sağlanabilir. Ayrıca görüşü etkileyebilecek hava muhalefeti, sis vb. gibi daha başka engelin olup olmadığı konusu üzerinde de düşünmek gerekecektir.
Kürtaj konusunda taraftar olanlar, meseleye sadece kadın hakları penceresinden bakmaktadırlar ve kadın haklarının kadının kendi bedeni üzerinde de tasarruf edebileceği hakkını içermesi gerektiğinde ısrarcı olmaktadırlar. Buradan bakıldığı zaman kadın, beden kendinin değil mi isterse doğrurur isterse aldırır, isterse nikahlı isterse nikahsız her bir şeyi yapar. Cinsel özgürlük de tam anlamıyla bu anlayışın içinde easlı bir yer tutar.
Mutlak anlamda karşı çıkanlar ise meseleye tamamen ceninin yaşama hakkı penceresinden bakmaktadırlar ve dolayısıyla onun her halükârda yaşatılması gerektiği, ileri düzeyde özürlü bile olsa onun açısından yaşaması hiç yaşamamasından daha iyi olacağı değerlendirmesini yapmaktadırlar
Oysa meselenin,  bir de insanlık penceresinden bakılması ve gerek insan neslinin bekası ve gerek genel sağlığın korunması, ailenin olduğu kadar kamu yarar ve zararının da dikkate alınması gibi farklı zaviyelerden bakılarak genel yarar ve genel zarar muvazenesinin kurulup hangi taraf ağır basıyorsa ona göre davranılması gibi dikkate alınması gereken bir başka yönü daha bulunmaktadır.
İşte bunun için minarenin şerefesine çıkıp 360 derecelik bir zaviye ile resmin tamamını görüp, meselenin her üç boyutunu da birlikte değerlendirip, ona göre bir sonuca ulaşma gereği vardır.
Dün bizim fıkıh alimlerimiz Hz. Musa’nın tavrını göstermişler ve ceninin geleceğine dair bir bilgileri olmadığı için tam bir tevekkülle teslimiyet göstermişler, herhangi bir tedbire başvurmamışlardır. Bununla birlikte onlar, annenin sağlığı, emzikli bir kadının gebe kalması halinde sütünün kesileceği ve emmekte olan çocuğun bundan zarar göreceği endişesinin bulunması gibi hallerde –ki bu sonuncusu bu gün hiç kimsenin kabul edemeyeceği bir gerekçe olmaktadır- mevcut gebeliği sonlandırma yoluna başvurma gibi yaklaşımları sergileyebilmişlerdir. Aynı şekilde ruh üflenmeden önce  -ki bu yaygın kabule göre 120 gün olmaktadır- müdahalenin bir mazerete bile gerek kalmaksızın yapılabileceği kabulü, az sayıda itiraza mukabil, büyük çoğunluğun benimsemiş olduğu bir durum olmaktadır.
Biz, onların bu yaklaşımlarını aynen biz de bugün gösterelim anlamında bir şey demiyoruz. Bizim bunları serdetmemizden maksadımız, onların mutlak yasakçı bir tavır göstermemiş olmaları ve meseleye duruma göre farklı yaklaşabilme tavrı geliştirmiş olmalarıdır.
Bizim ihtiyaç duyduğumuz şey de işte bu tavırdır.
Alahım! Aklımızı aydın eyle!
Her daim bize imdad eyle.
Dua ile!

07.12.2012
GARİBCE

4 yorum:

  1. Lokman Suresi’nin son ayetinde, şu beş şeyin ilmi Allah’a tahsis edilir:
    Kıyametin kopması, yağmurun inişi, rahimlerde olan ceninin durumu, kişinin yarın ne kazanacağı, kişinin nerede öleceği. (Lokman, 34)

    İşte bu beş şeye mugayyebat-ı hamse adı verilir. Bunlardan “yağmurun gelmesi ve rahimlerde olan ceninin durumu” meselelerinin gaybe dahil olup olmadığı zaman zaman tartışma konusu olur.

    Halbuki, Cenab-ı Hak yağmuru belli bir kanuna bağlamamıştır. Güneşin nerede, ne zaman doğup ne zaman batacağı bellidir. Fakat yağmurun nereye, ne zaman, ne kadar yağacağı Allah’ın ilmindedir. İnsanların gaybtan şehadete çıkmış olan alâmetlerden hareketle, yağmur hakkında tahminlerde bulunmaları gaybı bilmek değildir. Keza, ceninle ilgili olarak ayette “kız mı erkek mi olduğunu Allah bilir” denilmeyip “rahimlerde olanı bilir” denilmektedir. Kız veya erkek olmak, o ceninin milyarlarca özelliğinden sadece biridir. O ceninin kader programı, yani parmak izinden simasının şekline, zekâ seviyesinden hafıza gücüne kadar her türlü maddî ve manevî özellikleri bütünüyle Allah’ın ilmindedir.

    YanıtlaSil
  2. katkın için teşekkürler.
    Ama vaktiyle senin gibi demiyorduk. Her bir kapı aralandıkça artık hala kapalı başka bir kapı arıyoruz. Denilmek istenilen mesele bu.

    YanıtlaSil
  3. herdogan38@.
    Yukarıdaki metindeki görüşleri serdettiğiniz salonda bulunup homurdayanlardan olduğum doğru..Ve gerçekten savunmasız bir insanı parçalayarak rahimden süpürme ameliyesi tüyler ürpetecek sahnelerdir..
    O gün sizlerin konuşmaları yeterince anlaşılmadı galiba..Çünkü ön kabullere dokununca Musa-Hızır benzetmesi,gerisini pek dinleyen olmadı sanırım..
    Mayınlı bir konu..
    Feraset ve basiret mi gerekiyor desem, bilmiyorum..
    İlim ve cesaret yetiyor mu, onu da bilmiyorum..
    Aklıma bir şey geliyor: İleri derecede özürlü olup doğan çocukların aileleri ile,doğum öncesi ve doğum sonrası duygu ve düşüncelerine dair bir araştırma yapılsa, ne kadar konuya ışık tutar ve bu ışık ne kadar aydınlatıcı olur...? Erbabına havale..

    YanıtlaSil
  4. Harika bir yorum olmuş..Bu yorumu hem de AKP'li bir Bakan'ın eşinin önünde dillendirmek ayrıca bir cesaret işidir.Tebrik ederim sizi.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...