25 Aralık 2012 Salı

Şiddete karşı olmanın anlamsızlığı



Garibce nazarında şiddete karşı olmak anlamsız bir şey. Çünkü şiddet sıradan bir şey değil, bir sonuç.

Asıl karşı olunması gereken hususlar o sonucu intaç eden sebepler olmalı.

Şiddet, birilerinin karşı çıkmasıyla ortadan kalkacak, yok olacak bir şey de değil.

Tüm doğada var.

Hem terbiye aracı olarak, hem tecziye aracı olarak tarih boyunca vardı ve günümüzde de var.

Hanelerde var.

Devletler arasında var.

Hayvanlar aleminde var.

Bitkiler aleminde var.

Var da var.

Bizim evin önünde büyük bir ceviz ağacı vardı. Dibinde olan ne varsa hepsini boğdu, biraz uzakta olanları da altından kovdu.

Sık ağaçlı yerlerdeki fidanlara bakın. Ölçüsüz biçimde boyları uzuyor, enlemesine gelişemiyorlar, verimli olamıyorlar. Öncekiler sonra dikilenlere adeta şiddet uyguluyor.

Hayvanların birbirleriyle oyunlarına bakın. Sürünün liderliğini ele geçirme mücadelelerine bakın! Annenin yavrularını eğitimine bakın, hepsinde şiddet var.

Ama doğada doğal olarak var olan şiddet yerinde ve dozunda.

Önemli olan da işte budur. Şiddetin yerinde ve dozunda kullanılması.

Askerlikte, “Asker, lütfen ayağa kalkar mısın?, Gece nöbetine çıkar mıydınız?  Sizi bulaşığa yazabilir miyiz?” üslubu gitmiyor.

Otoritesiz hayat yürümüyor. Disiplin lazım geliyor. Kaosa son vermek ve düzen kurmak ve sürdürmek uğruna  lazım geldiğinde şiddet kullanmak gerekebiliyor.

Ama ölçülü olarak ve tam yeri geldiğinde!

Allah mü’minlerden bahsederken “Eşiddâu ala’l-küffâr ve ruhamâu beynehum” buyuruyor. “Düşmanlarına karşı sert ama kendi aralarında çok sevecen, şefkatli ve merhametli olurlar”, diyor.  Tabi kastedilen düşman da sizin hayatınıza kasteden, öldürmediğiniz zaman sizi öldürecek olan düşmandır. Yoksa mücerred sizin inancınızı paylaşmıyor diye her inançsız olana şiddet uygulayacaksınız, onlara savaş açacaksınız anlamında da anlaşılmamalı. Zulme uğradıkları, haksız yere yurtlarından çıkarıldıkları için insanlarımıza müşrik Araplara karşı savaş etmeleri izni verilmiştir[1]. (bk. el-Hacc 22/39-40)  Bu itibarla bunu teşmil etmek baştan yanlıştır. Fetihleri de insanları şiddet uygulayarak İslâm’a zoraki de olsa sokma çabası değil, İslâm davetinin önündeki engelleri kaldırma amaçlı yapılan çabalar olarak görmek gerekiyor.

Günümüzde şiddet deyince merkeze hemen kadın ve çocuk oturuveriyor. Zayıf olan, okkanın altına gidiyor. Açlıktan ölenlerin kahir ekseriyetini çocuklar ve kadınlar oluşturuyor.

Tecavüze uğrayanların, şiddete maruz kalanların çoğunluğunu da keza öyle onlar oluşturuyor.

Şiddet olmasın.

Şiddete karşıyız.

İyi, olmasın, ama oluyor.

Neden oluyor?

Çünkü şiddeti üreten sebepler yeterince var da ondan!

Şiddet eskiden de vardı elbette.

Ama şimdilerde hem daha çok, hem de daha çok ortada. Çırılçıplak, o yüzden de utanılacak bir durum oluşturuyor ve çok rahatsız ediyor.

Bir kere doğru tespit etmek lazım: Sadece erkekler kadınlara değil, aslında gücü yeten gücü yettiğine şiddet uyguluyor.

Şiddete maruz kalan kadının bizzat kendisi aynısını kendi çocuklarına ve farklı şekillerde kocasına uygulayabiliyor.

Beni anam rahmetli derede anadan üryan çimdirirken bir eliyle kafama sabun çalardı, bir eliyle de sırtıma sırtıma şaplak çalardı. Ne yapsın kadın, bizimle baş edemezdi. Anneleri kimse dinlemez. Köy yerlerinde o zamanlar on beş günde bilemedin  ayda bir yunak yunuyor, onda da çocuk yıkanmaya yanaşmaz, elinin altından kaçar, zorla tutar oturturlar, o da öfkesini öyle alır. Sen misin çimmek istemeyen ve elinin altından kaçan? Ne yapsın şimdi bu kadın. Sevgisiz desek, değil. Sever. On tane de olsa her biri ciğer paresi, birini diğerinden ayırt etmez. Birinin ayağına taş değse o acısını yüreğinde duyar. Bir ağıt yakar, hepsinin adını bir bir sayar.  Ama çimdirirken bir taraftan da pataklar.

Kadın, evin ekmeğini kendi yapar. On çocuk  iki de kendileri tam on iki horanta, bir de gelip giden eksik olmaz bütün bunların günlük ekmeğini anne olarak sen kendin yapacaksın, hamurun yarısına gelmişsin, pişirdiğin ekmeğin sayısı ise bir türlü artmıyor. Sacın üstünden daha inmeden eller ardı ardına uzanıyor ve sen yetiştiremiyorsun. Artık tükenmişsen, elindeki oklavayı ya da efracı tam o sırada kim elini uzatmışsa onun kafasına indirivermişsen bu sevgisizlikten ve şiddet severlilikten değil, bu başka bir şeyden. Bu artık gücün tükenmesinden ve çaresizlikten…

O yüzden o çocukların çalgı yiyen ve yarılan kafasında, şaplak yiyen tenlerinde güller bitmiş, ne bir acı ne bir ıstırap kalmış yerlerinde. 

Sorun zamanla kapanmayan dil yaraları.

Sorun dil yaralarının kanattığı, müstehzi, saygısız bakışların körüklediği kin ve öfke dolu taşlaşmış kalplerin kustuğu nefret ve şiddet.

Sorun çaresizliğin çaresi olarak görülen kin, nefret ve şiddet.

İnsanları savurdunuz, aileleri un ufak ettiniz ve çekirdek haline getirip dört duvarın arasına tıktınız. Kadının kocadan beklentileri var. İhtiraslar, ihtiyaçların yerini almış, adam karşılayamıyor. Kocanın kadından beklentileri var, sabır ve tahammül istiyor, davranışlarıyla, bakışlarıyla belki yalvarıyor, kadın adamın ellerine bakmaktan sıra bulup da başını kaldırıp yüzüne ve gözüne bir türlü bakmıyor ki… Dolayısıyla adam da bir türlü karşılık bulamıyor.

Bu dört duvar arasında yanlarında hiç kimse yok. Her yerde hâzır ve nâzır olan Allah ise çoğu kez kırsal’da kalmış ve henüz şehre tam anlamıyla getirilememiş (Hâşâ!). Dolayısıyla birbirlerinden beklentilerini karşılayamayan, birbirini bir türlü anlayamayan iki insanın bir hücrede hapsi gibi bir ortam kin, nefret ve şiddet üretmesin de ne üretsin.

Adamcağız, tarım toplumunun dolu ambar gibi yıllık ekonomik güvencelerini terk ederek şehre inmiş, nevalesini şimdi günlük kazanıyor ve poşetle eve taşıyor, artırma şöyle dursun kazancı doğru dürüst yetmiyor. Kadın ve varsa çocuk o adamdan ekstra taleplere başlıyorlar. Çoğu da ihtiyaç değil, ihtiras kabilinden. Çocuğun istediği bir çağdaş oyuncak, adamın belki bir-iki aylık maaşına denk.  Bu şekilde talepler ve bahaneler, ısrarlar ve  savsaklamalar sonucunda  işler gerilme ve kopma noktasına geliyor. Taraflar restleşiyor. Çaresizlik son çare olarak devreye giriyor. Dil yaralarıyla gönlü paramparça olmuş adamın kalkan yumruğu bir balyoz gibi öfke dolu kadını/ çocuğu pestil gibi yassılamak ve pürüzsüz hale getirmek istiyor.  Bir iki derken kadın / çocuk korku eşiğini de bir aştı mı artık hiç kimseyi durdurmak mümkün olmuyor.

Huzur ve sükunun adresi olması, mutluluk devşirilmesi için tasarlanan yuva, kemik kırma, göz morartma, et çürütme, diş geçirme, haya sıkma ve hatta punduna getirip boğaz kesme, parçalama ve dilim dilim dilimleme, kıyma çekme atölyelerine dönüşüyor.

Müdahil olacak hiç kimse yok mu?

Yok!

Baba dede/ anne nine varsa huzur evlerinde. Ya da ben doğduğum yerde ölmek istiyorum diye kaldığı memleketinde.

Konu komşu! Ohooo! Onlar sizlere ömür, komşuluk çoktaaan öldü. Hem dizilerimiz var. Komşunun kahrını kim çeker. Evdeki başköşeye kurulmuş deccal (tv) ve kıyamet alametlerinden olan dâbbetü’l-arz (internet) bize sosyallik olarak yetiyor da artıyor bile.

Geriye ne kaldı.

Geriye karşılıklı kin, nefret ve öfke. Her iki taraf da yorulana kadar bu iş devam edeceğe benziyor. Kin, nefret ve öfke öyle bir şey ki, ateşin odunu yemesi ve yedikçe kuvvetlenmesi gibi, kolay kolay dinmiyor, teskin olmuyor, ateşlendikçe ateşleniyor, harlandıkça harlanıyor.

Allah’ım ne olur, artık şehirlerimize, dört duvar arası mahpushanelerimize de gel!
Sen Rahman’sın ve Rahîmsin. Sen Vedûd’sun. Sevginden, rahmet ve merhametinden bize de ver!

Başka çaremiz yok.

“Çaresizseniz çare sizsiniz!” diye bizi kendi halimize mahkum etme anlayışına son ver. Biz seni analım, sen bizimle ol! Ol ki, kimsesiz ve sahipsiz kalmayalım, sevginle bir olalım, diri olalım, sevelim, sevilelim. Yüzümüze gene renk gelsin; ama mor değil, al olsun! Gözlerimize ışık gelsin. Hayatımız umut dolsun.

Sana muhtacız! Bizi kendi halimize koyma. Medet ya Erhame’r-Râhımîn!

 

25.12.2012

GARİBCE



[1] أُذِنَ لِلَّذِينَ يُقَاتَلُونَ بِأَنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإِنَّ اللَّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ [الحج : 39
 

7 yorum:

  1. hocam elinize, yüreğinize sağlık. bu konuda okuduğum en güzel, en samimi yazılardan biri. halimize nasıl da tercüman olmuşsunuz

    YanıtlaSil










  2. Salih Eser: Çok güzel bir yazı olmuş hocam, elinize sağlık. Siz bir de fakültenin eğitim derslerindeki "şiddetsizlik" özlemini görseydiniz


    EldHas Historian "Her yerde hazır ve nazır olan Allah ie çoğu kez kırsalda kalmış ve henüz şehre tam anlamıyla getirilememiş."
    Çok anlamlı, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir tespit.

    YanıtlaSil

  3. Ârife Gümüş: Ellerinize emeğinize sağlık hocam..Allah sa'yü gayretinizi artısın. ürpererek okudum bir solukta..


    Osm An: Ellerinize, yüreğinize sağlık hocam.bu konuda okuduğum en güzel, en samimi yazılardan biri. nasıl da tercüman olmuşsunuz halimize

    YanıtlaSil
  4. Bu samimi ve icten yaziniz yureklerimize oyle dokundu ki. Tesekkurler

    YanıtlaSil
  5. herdogan38@.
    Garibce'm sağ ol..Anacığına rahmet okuttun..Aile bakanlığının el altı etmesi gereken bir çalışma...Keşke bilbordlara büyük puntolarla yazıp afişe etmek lazım...
    Teşhis ve çare...Bir kitap dolusu...
    Üsdat, Diyanet dergisine göndersen olmaz mı...?

    YanıtlaSil
  6. Nazif Toybiyik: Kalemine sağlık hocam..hem memlekete götürdün beni eskiyi yad ettim.hem hali pür melalimizi ortaya koydun..lezzetli bir yazıydı...saf,duru,anlaşılır,sade ve kimseyi kırmadan dökmeden.anlayanlara...

    YanıtlaSil
  7. Zübeyir Fırat Kalemine ve gönlüne sağlık Mehmet Abi,

    Mahkum olmadan
    Beton yığını süslü hapishanelere
    Yürürdük
    Lastik ayakkabılarla çamurlu yollarda
    Kirlense de elbiselerimiz
    Çocukluğumuzu yaşardık özgürce
    Tertemiz
    Seher vaktinin kokusu vururdu ruhumuza
    Her yağmurda eleğe dönse de damlarımız
    Loğ sesleri altında
    Huzurumuz vardı
    Toprak damlı evlerimizde....

    Zübeyir Fırat

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...