22 Kasım 2012 Perşembe

Mizahın gücü... Tabi ince olursa!


Galiba bugün TBMM Genel Kurulu'nda CHP'nin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında verdiği gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı görüşülmüş.
Çoğunluğu elinde bulunduran iktidar partisi elbette bankına sahip çıacak ve bunu reddecek belki Garibce’nin hiç haberi bile olmayacaktı. Birçoklarınızın olduğu gibi.
Fakat Meclis Kürsüsünde mizah (ironi diyorlar şimdi) olunca ve hele hele Sırrı Süreyya Önder gibi sempatik bir isim de söz konusu olunca Garibce’nin katıla katıla güleceği tuttu ve haberden de böylece haberdar olmuş bulundu.
Görüşmeler sırasında söz alan Önder, açlık grevindeyken memleketin halini düşündüğünü ve kendilerinde bir nedamet hasıl olduğunu belirtiyor ve ''Sayın İçişleri Bakanı'nın bugüne kadar aldığımız günahları için özür diliyoruz'' diyor.
Önder ardından İdris Naim Şahin için yazdığı şiiri okuyor:
Kurbanım kalın kaşına,
Taç yakışan başına
Bir gün görmesem ey İdris Naim,
Yanarım ataşına.
Devam ediyor: “Herkese Sayın İdris Naim Şahin içişleri bakanı olduysa ben de her şey olabilirim duygusu veriyor. Bir cumhuriyetin onu başarmış olması az bir şey mi?”
Sonra benzer şekilde bir kara mizahla konuşmasını sürdürüyor. Tazyikle halk üzerine sıkılan suları sanki güzel bir şeymiş gibi göstererek hangi CHP’linin halka böyle bir hizmet götürdüğünden dem vuruyor ve dolayısıyla asıl onları suçlamalı diyor.
Herkes gülüyor, hava yumuşuyor. Ama söylemek istediklerini de hep söylüyor. Hatta meclisten taşarak başkalarının dahi duyabileceği şekilde söylüyor. Sözü Meclisin çatısında yankılanıp, tutanaklarda saklı kalmıyor.
Mizahın gücü.
Öyle demişler:
Üslûb-ı beyân ayni ile insan.
Kim ne derse desin, insanlar mizahı seviyor. Ama mizah yapabilmek, yüksek bir zeka ve intikal gücünü gerektiriyor.
Kimi mizah/espri yapmaya kalkıyor. Ama zoraki olunca olmuyor.
Mizah yapayım diye mizah yapılmıyor. Yeri gelince ve kendiliğinden doğuyor.
En güzel olanı da en inceleri oluyor. Bazıları o kadar ince oluyor ki, etkisi bazen dakikalar, bazen de saatler, hatta günler sonra ortaya çıkıyor. Daha da inceleri ancak namaz kılarken düşüyor (!)
Bize Haseki’de iken (1981) ismini hatırlamadığım bir ruh hekimi konferans vermişti. Hepsi müftü ve vaizlerden oluşan altmış kadar kursiyerdik. Konuşmasına şöyle bir girişle başladı:
“Sizler ayakları yerden bir karış yukarıda, başları gökten bir karış aşağıda şöyle insanlarsınız, böyle insanlarsınız…!”
Bu hitap doğrusu çok hoşumuza gitmişti. Fakat aradan zaman geçip de hatibin büyüsü bozuldukça “Yahu bu adam bizi övdü mü yoksa yerdi mi” demeye başladık. Öyle ya bizim çok şerefli, yüksek mevkili din hizmetlileri olduğumuzu söylüyor gibiydi ve vehle-i ûlâda birçoğumuz zaten böyle anlamıştık ve epey bir havaya girmiştik.
Fakat adam, öbür taraftan galiba bizim ayaklarımızın yere basmadığını, dolayısıyla kendi hayal dünyamızda cevelan ettiğimizi söylüyordu. Elhak belki de söyledikleri doğruydu. Ama böyle bir şey doğru da olsa nezaketen insanların yüzüne karşı da söylenmezdi ki.
İşte böyle.
Mizahın gücü sayesinde insanlar öyle sözler söyleyebiliyorlar ki, hayatınız boyunca çözmeye çabalıyorsunuz.
Yerine denk getirmiş ve söylemişti ise helal olsundu!

Hoşça kalın!
22.11.2012
GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...