1 Kasım 2012 Perşembe

Fadime Nine’den al dersi: Biraz hukuk biraz ahlak felsefesi



Karadenizli Fadime Nine "Ömür Dediğin" adlı programda hayat öyküsünü anlatıyor. “Ben diyor buralarda kalacak adam mıydım (bu arada adamlığın erkeklik olmadığını da öğrenmiş olduk), ama anam hastaydı, burada birilerine verelim, bana da bakar diye beni burada benden yaşlı birine verdiler …” diyor. Anlatıyor ne yoksulluklar gördüğünü, çocukları nasıl okuttuğunu, kocası ve kaynanası ile olan ilişkilerini… Kaynanam bana vururdu ben katıla katıla gülerdim. Biliyordum  ki o beni seviyor. Hem ben her bir şeyi yapıyordum. Niye sevmesindi ki? Elden geri kalmayalım derdik her işi yapardık… diyor.  
Sonra şimdiyse diye günümüze geliyor. Mevcut halden maddî anlamda rahatsızlık duymuyor. Ama belli ki değerler açısından gidişattan memnun gözükmüyor.
Söz insanî ilişkilere geliyor. Eskiden iki kelime vardı diyor. Biri ayıp biri de günah.
Hukuk ve ahlak felsefesi nedir desen belki yüzüne bakardı Fadime nine, ama tam turnayı gözünden vuruyordu, irfanıyla, yılların tecrübesiyle ve adam (!) olarak gözlemleriyle.
Evet iki kelime biri ayıp diğeri günah.
İnsanlık dünyasına nizamat veren kurumların başında din gelir: Onun üzerinde kurulduğu esas terki matlup olan günah (haram, mekruh) ve karşılığında azab; fiili matlup olan  farz, vacib, mendub ve karşılığında sevap olmaktadır. Bunların arasında da oldukça geniş bir serbesti alanı (mubah) vardır. Onları bile sevap hanesine yazdırmak mümkündür.
Sonra  örf ve adet gelir: Onun esaslarını da münker/ ayıp ve karşılığında müeyyide olarak yergi,  maruf ve karşılığında övgü oluşturur.
Ahlak iyi/kötü ayrımı yapar müeyyidesi de vicdanî huzur ya da huzursuzluktur. Akşam yatağa uzandığınızda, gündüz yaptıklarınız size huzur veriyorsa demek ki iyi şey yapmışsınız, yok bir kemirgen gibi içinizi kemiriyorsa, haa demek ki kötü şey yapmışsınız.
Hukuka gelince emir ve yasaklar vardır müeyyidesi de geçerliliktir, geçersizliktir, tazminattır ve işlenen şey ayrıca suç ise cezadır. Suçu sırf hukuka saygıdan dolayı terk etmişseniz, hukukun bir karşılık olarak size vereceği bir şey yoktur. Cenneti yok ki sevap versin, vicdanı yok ki huzur versin. Maşerî vicdanı yok ki sizi övsün.
Bilimin kıstasları doğru yanlıştır. Ancak onun değer taşıyıcı yönü yoktur. O yüzden de toplumun gidişatı ile ilgilenmez. O atom bombasının nasıl yapılacağını ve patlatılacağını, ne kadar yıkıcı ve yakıcı olduğunu keşfeder, ortaya koyar. Ama onun nasıl, nerede ve ne amaçla kullanılacağını yukarıda sözünü ettiğimiz kurumlar belirler. Çünkü değer yüklü olanlar onlardır. Bu anlamda “bilimin mürşitliği”nden ona bir değer yüklemeden bahsetmek anlamsız olur.
Sözü edilen dört kurum her zaman birbirinden ayrı gayrıdır da denilemez. Özellikle sözgelimi fıkıh gibi bir hukuk sistemi olup, aynı zamanda dine de dayalı olması, ahlak anlayışının bu din içinde oluşması, toplum maşerî vicdanının keza aynı atmosfer içinde şekillenmesi aynı şeye dört kurumun birden ve eşzamanlı olarak tepki göstermesi sonucunu da doğurabilir.
Söz gelimi zina dine göre büyük bir günahtır, ahlaken kötüdür, toplum maşerî vicdanı onu ayıp sayar ve hukuk (fıkıh) da suç kabul eder. Bunun sonucunda bir kimse yapma imkanına rağmen zinadan kaçınırsa bir günahı terk etmiş olduğu için de sevap kazanır, ahlaken iyi bir şey yapmış olur, maşerî vicdanca da alkışlanır, saygın bir kişi kabul edilir. Ha hukuk da sırf terk etti diye arkasını sıvazlamamış, varsın sıvazlamasın.
Ama dinin günah, örfün ayıp, ahlâkın da kötü saydığı bir şeyi hukuk suç haline  getirmemişse ya da bizde olduğu gibi suç olmaktan çıkarmışsa işte orada hukukun aleyhine saygınlığını kaybetme ve daha üst değerlerle çatışma gibi bir sorun var demektir.

Fadime Nine bu sözüyle iki kurumun kendi hayatlarındaki etkinliğine parmak basmış oluyordu. (Bu arada Fadime Nine niye parmak bassın, okuması yazması yok mu ki? Onu öğrenemedik.)
Evet Fadime nine ayıp sözüyle toplumu toplum yapan, onları bir arada kenetlenmiş bir halde tutan örfe işaret ediyordu.
Günah derken de dine gönderme yapıyordu.
Fadime nine mahalle’de yaşıyordu. Mahalle birbirini tanıyordu ve birbirine sahip çıkıyordu. Mahallenin namusu gençlerden soruluyordu. Yanlış yapmak herkesin gözünde ayıptı. Kimse birbirine bigâne değildi çünkü aynı mahallenin insanlarıydı. Şimdilerin “mahalle baskısı” diye olumsuzladıkları şey, onlarca mahallenin mahalleliyi bağrına basması idi. Kimse yalnız, aç ve açıkta değildi. Herkesin gözü birbirinin üzerindeydi, ama birbirini yemek için değil, birbirlerini kollamak ve gözetlemek, yanlış yapanları hizaya getirmek içindi. Mahalle aynı zamanda güvenin adıydı. Otokontrolün tesisi idi. Birinin yaptığı yanlıştan çünkü herkes sorumlu tutuluyordu. Hukuk da birim olarak mahalleyi esas almaktaydı. Söz gelimi sizin mahallenizde ya da köyünüzde bir faili meçhul olsa, bu cinayetten mahalle olarak, köy halkı olarak siz sorumlu tutuluyordunuz. O kişinin diyetini size ödetiyorlardı. (Buna Kasâme derlerdi.) Mahallenizin gireninden çıkanından, mahallenizin güvenliğinden hep siz sorumlu idiniz. Mahalleye, mahalleli kefil olmadan kimse yerleşemezdi. O yüzden de hiç kimse, yanlışlar karşısında yapılacak müdahalelere “Sana ne!” deme hakkını haiz değildi. Çünkü yanlışın ucu tüm mahalleye dokunuyordu.
(Mahalle hakkında çok güzel bilgi ve değerlendirmeler için Cemal Kutay’ın –ki ben bu adamı ileri yaşlarında hiç sevmedim, minarelerden yeniden Tanrı Uludur Tanrı Uludur denildiğini duyamadan hasretinden gitti- Pembe Mendil’ini mutlaka okumalısınız (Yeni Asya Yayınları).
Modernite, göç olgusunun da ivmesiyle işte bu mahalleyi çözdü. Bunun sonucunda maşerî vicdan çözüldü, yok oldu. Onunla birlikte müeyyidesi olan “ayıp” da yok oldu. Artık ayıp diye bir şey yok. Üstelik eski mahalleden kalma alışkanlıklarla bakışlar da “mahalle baskısı” olarak artık kötü bir şey oldu. Çünkü bu baskı var oldukça ya da az da olsa hissedildikçe özgür birey olmak için asırlarını vermiş insanlar, kendilerini yeterince özgür hissedememektedirler. İnsanlar özgürse ve ayıp diye bir şey yoksa o zaman neden bu özgür insanlar istedikleri her şeyi yapamasınlar; parklarda, kamuya açık yerlerde söz gelimi sevişemesinler ve hatta çiftleşemesinler. Eğer buna hukuk kamu âdâbı, genel ahlâk gibi gerekçelerle engel oluyorsa demek ki o hukuk hâlâ ninemgilin zamanından kalma köhne değerleri korumaya kalkışıyor demektir. Bunca aydınlanma serencamından sonra bir an önce bu tür özgürlüklerin önüne ket vuracak  ne bir hukuk kuralı ne de üzerimizde en ufak varlığını hissedeceğimiz mahalle baskısı istemiyoruz. Biz özgür bireyler olmak istiyoruz. Biz bunun için az bedel ödemedik. Bizi dört taraftan kuşatan ve içine hapsetmeye çalışan duvarları yıkmak için az uğraşmadık. Biz mahalleli olmak istemiyoruz. Bizim namusumuzdan mahallenin gençleri sorumlu olacakmış. Biz namus bekçileri istemiyoruz. Esasen zaten öyle bir şeyimizin olmadığını herkesin bilmesini istiyoruz.
Modernite dini de hayatın dışına attı. Artık günah da kalmadı. Artık bizi kim tutar.
Ama modernite bir şeyi hesap edemedi. Fıtratı. O insanı heva ve heveslerinin toplamı zannetti. Oysa insanın özünde sessizce yatan, derinden akan  bir öz vardı. Onun deprenip de uyanabileceğini, ayağa kalkıp şahlanabileceğini hesaba katamadı.
Ne kadar modernite o kadar sekülarite.
Bu, “Ne kadar para o kadar köfte!” gibi kesin bir denklemdi ve hep aynı neticeyi verir sanılıyordu.
Fıtrat uyandı. Ayağa kalktı ve doğruldu. Hiç umulmadık şekilde insanlar köhnetilmiş değerlere yeniden sarılmaya başladılar. Diva, sahneye hatim indirerek çıkmaya başladı. Firtik bacı kandil gecesi viziteye çıkmam, sünnetsiz ile yatmam dedi.
Çıplak uyarıcılar çıktı ve milyonları yeniden dinle tanıştırdı. Kendisini Müslüman bilmeyenlerin, Müslümanlardan daha çok müslüman oldukları tebellür etti.
Modernitenin ekmeğini yiyenlerin onun amentüsüne inanmadıkları ortaya çıktı.
Kafalar gene karıştı.
Garibce bu işe gene şaştı.
Karışık kafalara selam olsun.

01.11.2012
GARİBCE

2 yorum:

  1. Hocam, hatırladığım kadarıyla -Fadime Nine de beni tasdik edecektir eminim- o söz 'Ne kadar para o kadar köfte!” değil de, 'Ne kâ ekmek o kâ köfte!” olmalıydı... Sizlere modern selamlar. İsmail Taşpınar

    YanıtlaSil
  2. yazıdan istifade ettik Allah razı olsun..
    Modernitenin müsbet yanları(ki size göre varsa) başlıklı bir yazı yazar mısınız?
    Büşra YALÇIN

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...