8 Mart 2013 Cuma

Bugün Dünya Kadınlar Günü imiş!



1857 tarihinde bir facia sonrası çoğu kadın olan 129 işçinin tıkıldıkları fabrikada yanarak can vermesinin anısına Birleşmiş Milletler tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kabul edilmiş.
Benim öteden beri hiçbir özel günüm olmadı. Doğum gününü bile benimsemedim. Dostların kutlamasına rağmen mahcup bir karşılık verdim. Öğretmenler gününe bir değer atfetmem söz konusu olmadı. Babalar günü hakeza.
Önemli olan insan olmaktı.
Önemli olan insaflı ve adaletli olmaktı.
Eğer biz insan olursak, adaletli ve insaflı davranırsak her şey insanca olurdu, her şey adaletle yerini bulurdu.
Adam, adam gibi adam olurdu.
Kadın da kadın gibi kadın.
Çocuk da çocuk.
Herkesin bir yeri ve ona uygun işi gücü olurdu. İşin gücün hakkı verilirdi. Emeğin karşılığı adil ücret olurdu. Hak edilmeyen bir ücrete talep zait olurdu. Ne işveren kan emici, ne de emekçi sömürülen ve mazlum olurdu. Her şey yerli yerince olunca da bir ahenk oluşurdu. Genel itibariyle bu ahenkten doğan huzur hepimizi bürürdü ve hepimiz ortak hâsıladan hakkımız ölçüsünde nemalanırdık. İçimizden zayıf olanları da rahmet ve şefkatle bağrımıza basar, şu fani dünyada geçinir giderdik.
Gel gör ki işler öyle gitmiyor.
Kazın ayağı hiç de öyle değil.
Hak, hak etmişlik değil, güçlünün talep ettiği şey oluyor. Hakkın, güçlünün gücü dışında herkes için kabul gören genel geçer ölçütleri bulunmuyor.
Adalet, terazisi işlemiyor.
Teraziyi ayakta tutacak hukuk, onu tevzi edecek kıst adaleti, hall ü fasla medar olacak kılıç (çelik irade ve kararlılık) bulunmuyor.
Terazi tezekten, dirhemi tezekten olunca adalet dağıtılan değil, yenen şeyin adı oluyor.
Hak ölçütler neler olmalı?
Emek ücret arasındaki denge olmalı. Aynı işi yapan kadın olduğu için ücreti aynı işi yapan erkekten daha az oluyorsa orada adalet yoktur demektir. Aynı işte daha düşük ücretle çalışmaya gönüllü mahkûm olan kadınlar varsa orada adalet dağıtan mekanizmalar yok demektir.
Fıtratı esas almak adalet için en temel ölçütlerden biri olmalı.
İnsanlıkta hepimiz eşitiz. Ama erkek erkek, kadın da kadın olmalı. Erkek ile kadını birbirlerinin elbisesi gibi görmek mümkün iken, bir birlerini tamamlayan unsurlar olarak kabul etmek varken, bunlar arasında rekabete dayalı bir ilişki tesis etmek ve adaleti bu fıtrata mugayir esas üzerinden elde etmeye çalışmak elbette sakim sonuçlara götürecek, böyle bir anlayışla gerçek anlamda adalet hiçbir zaman tesis edilemeyecektir.
Fıtrat erkeğin omzuna, kadının da rahmine özel yük yüklüyor. Hâlâ tüm dünyada güvenlik ve benzeri ağır işler erkeklerin omuzlarındadır. Annelik de bir paye olarak kadınlarda. Buna sebep cennet bir halı gibi onların ayakları altına serilmiş durumda. Anlamsız bir eşitlik uğruna bu ayrımı görmezlikten gelemeyiz. Adalet, aynı zamanda herkesin gücüne göre yük dağıtmak demektir.
İnsanın, gerekirse hayatını bile ortaya koyabileceği, feda etmekten çekinmeyeceği üstün değerler olmalı ve insanlar bu değerler etrafında kümelenmelidir. Bu meyanda aile fevkalade önem arz etmektedir. Özgürlük namına ailenin küçültülmesi ve hayat standartlarının da yükselmesiyle birlikte çekirdek ailenin bile üyelerinin kendi odalarına çekilmeleri, kendi sanal dünyalarına dalmaları aile üyeleri arasındaki dayanışmayı, paylaşmayı bile büyük ölçüde dumura uğrattı. Eskiden aileyi üretim ve tüketim birliği diye tanımlarlarmış. Sonra tüketim birliği dediler. Şimdilerde bu birliktelik bile çözülme durumundadır.
Aile içindeki şiddetin en büyük sebebi ekonomik yetersizlikler olabilir. İhtiraslar taleplere dönüşür, talepler karşılanamazsa, bastırma yoluna gidilir. Güçlü olan zayıf olanı bastırır. Bunun yolu da çoğu kez şiddet olur.
Diyeceksiniz ki eskiden yoksulluk daha çoktu. Evet doğrudur, ama eskiden bir evi çok sayıda aile üyesi birlikte kullanıyordu. Evin dede ve nine gibi saygı gören büyükleri vardı. Aşağı torunlara kadar uzanırdı. Sayı da çok olurdu.
Böylesi kalabalık aile içinde iki kişi arasında sorun olduğunda, ailenin diğer üyeleri tampon vazifesi görür ve sorunu emer, kavgalı kişiler birbirlerini tüketmeden az bir hasarla problemi atlatırlardı.
Şimdi dört duvar arasında baş başa olan karı kocanın aralarında sorun çıkması halinde, tampon vazifesi görecek başka üyeler olmadığı için taraflar doğrudan biri diğerine vurmakta ve şiddet kendisini göstermektedir. Psikolojik şiddet, fiziki şiddet… Taraflardan hangisi daha güçlü ise şiddetin nevini de o belirlemektedir.
Mutluluk, paylaşılan bir şey olmalı. Mutluluğumuzun debisi, içimizdeki en zayıf halkanınki kadar olmalı. Kadının mutluluğu erkeğin pabucunu dama atarak değil, erkeğin mutluluğu da  kadının gözünü morartarak değildir.
“Hünne libâsun leküm ve entüm libâsun lehunne” buyuruyor Yüce Allah Kur’an’da. “Kadınlar sizin için libastırlar, siz de onlar için libassınız.”
Birbirlerine olan nispet aynı.
Aşırılıklar zarar verir.
Zayıfı kollamak, ona destek olmak eyvallah, ama rekabet ortamının kadını yorduğunu ve gerdiğini de hatırda tutmakta yarar vardır.
Bugünün kadını en iyi iş kadını olacak, en iyi eş olacak ve en iyi anne olacak derseniz, benim gibi bir Garibce de kalkar ve : “Ya Rabbi! Bu çağda beni kadın yaratmadığın için sana şükürler olsun!” diye dua eder.
Biz erkekler olarak bunlardan yalnız birini bile zor yapıyoruz. Doğuran kadını kapıda beklerken dokuz doğurduğumuzu düşünüyoruz. Ama içerdeki gerçekten doğuruyor. Annelik ömür boyu gönüllü köleliğe adım atmak demek ve kadına özgü en büyük mutluluğun adı. Bir de en iyi iş kadını olmak var. Kurtlar sofrasında kendisine ayakları üzerinde sağlam basabilecek bir yer açmak.
Hakikaten bu zamanda kadın olmak zor.
Hele halden anlamayan bir evlada anne, bir erkeğe eş olmakta varsa kaderde.
Kadınlar bizim annelerimizdi.
Eşlerimiz oldular.
Sonra da kızlarımız.
Onlara kabalık adam olana uyar mı?
Hele şiddete maruz kılmak, hiç vicdanlara sığar mı?
Kadınlarımıza selam olsun!
08.03.2013
GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...