27 Mart 2013 Çarşamba

Neden ben?




Bu soruyu her zaman sorabiliyoruz.
Soruyu sormaya soruyoruz ama cevabını bulmada zorlanıyoruz. Cevabını bileceğini zannettiklerimiz de fazla tatmin edici şeyler söyleyemiyorlar.
Hiçbir günahı olmayan sabi onulmaz dertlere duçar olup, dayanılmaz ağrılara maruz kalabiliyor.
Bir insan ömrünün baharında onulmaz bir derde düşüyor ve neden ben diye sorabiliyor.
Yahut mesleğinin zirvesinde olan bir kimse kendince en verimli hizmet üreteceği bir anda kanser gibi ölümcül bir hastalığa yakalanıyor ve neden ben ve neden şimdi diye sorular soruyor.
Masum bir kız tecavüze uğruyor ve hayatı kararıyor. Kirlendiğine inanıyor ve hıçkırıklarla “Neden ben?” diye soruyor ve “Allah’ım ben ne suç işledim ki bunlar başıma geldi?” diye içinden çıkamadığı bir hesaplaşma içine giriyor.
Doğrusu bu türden sorular o kadar çoktur ki haddi hesabı yoktur.
Buna mukabil bunlara tam tekabül edebilecek tatmin edici cevaplar da yoktur.
Meselenin birçok boyutu var:
Evvela kişisel olarak ele almak lazımdır. Kişi kendi yapması gereken tedbirleri baştan beri almamış ve bir sürü ihmallerle hayatını sürdürmeye kalkışmışsa, sonra hayatının belirli bir evresinde bu ihmaller bir fatura olarak önüne konulmuşsa, burada “kişi kendi etmiştir kendi bulmuştur” denir. Bu durumda ne ekmiş isek onu biçmiş oluruz. Kimseye kahrımız ve diyecek bir şeyimiz olmaz.
Bazen bu sorumluluk aile düzeyinde ele alınır. Aile en küçük sosyal birim olarak bir bütündür. Bütün içinde bireylerin kendine nispetle görev ve sorumlulukları olduğu gibi bu üniteye göre de katkı ve sorumlulukları olur. Ailenin her bir üyesi diğerine karşı vazifelerini yerine getirir, sağlıklı bir aile bünyesi oluşur ve bu bünye içinde organlar işlevsel olur, her biri yerinde hareket eder. Sonuçta aile bütün üyelerinin huzur ve sükûna erdiği bir korunak, bir sığınak olur.
Aksi durumda eğer aile üyeleri evvelemirde kendilerine sonra da ailenin diğer üyelerine karşı üzerlerine düşen görevleri yapmazlarsa o zaman aile huzur ve sükûnun adresi olamaz. Huzur ve sükûnu yakalayamayan bireyler dökülür, farklı arayışlara girer. Bunun sonucu olarak da ailenin huzur ve sükûn ikliminde başına asla gelemeyecek olan nice sıkıntı ve musibete maruz kalır. Bu sıkıntılar bizzat kendi ihmalleriyle ilgili olabileceği gibi, ailenin diğer üyelerinin ihlal ve ihmalleri sebebiyle de olabilir.
Üçüncü düzlemde ise mahalle, okul ve nihayet toplum düzeyinde mesele alınabilir. Toplum katmanlarının ihmalleri de aynı şekilde bir fatura olarak karşımıza çıkabilir.
Hz. Peygamber’in sosyal yaşamı anlatan gemi benzetmesi burada da hatırlanabilir. Gemi durup dururken batmaz. Geminin batması ya içeriden bir ihmalin sonucu olur, ya kasıtlı batırıcı eylemler yüzünden olur, ya da dışarıdan fırtına gibi etkenler yüzünden olur.
Alt kattakilerin iyi niyetli de olsa yanlış davranışlarına üst kattakiler mani olmazsa onların iyi niyetle de olsa toplumsal bünyede açmış oldukları deliklerden bünye su almaya başlar ve sonunda gemi batar. Batarken de içindekilerle birlikte batar. Bu akıbetten iyiler kurtulmuş olamaz. Çünkü felaket geldiği zaman ayrım yapmaz. Herkesi birlikte götürür.
Üst kattakiler yani sosyal yapı içindeki yöneticiler, aydınlar, zenginler gibi üst katmanlarda olanlar alt katta olanların ellerinden tutsalardı, onların kötülüklerine mani olsalardı gemi selametle yüzer ve yoluna devam ederdi, insanlar da hayattan amaçlanan huzur ve sükuna ererler, selamet bulurlardı.
Üst kattakiler alt kattakileri doyurmadılar ve bu yüzden de alt kattakiler hırsızlık yaptılar ise bu onları haklı kılmaz ama yaptıkları anlaşılabilir bir şey olur. Bu durumda malı çalınan kişi “Neden benim malım?” diyemez. Çünkü neden başkasının malı olsun ki? İlla ki birinin malı olacaktı. O olmamış da seninki olmuş. Seninki olmasaydı bu kez öbürününki olacaktı. Ve bu kez de o “Neden benim malım?” diye söyleniyor olacaktı.
Felaket gelirken seçim yapmıyor, önüne çıkanı götürüyor.
Adamın biri ağaç dibinde dinleniyormuş. Ayak bastığı yerde de bir karınca yuvası varmış. Karıncalar bacağına doğru sıvanmış. Derken içlerinden biri ısırmış. Adamın canı yanmış ve can havliyle elini acıyan yere doğru sıvazlayınca canını yakan karınca öldüğü gibi yanındaki onlarca masum karınca da onunla birlikte helak olup gitmiş.
Bu işler böyle oluyor. Neden ben ya da neden biz? Başkaları değil! Bu gibi sorular her zaman haklı ve yerinde olmuyor.
Geminin batışı bazen harici sebepler yüzünden de olabilir. Mesela fırtına gibi. Ama fırtına var, fırtınacık var. Bazı gemiler en ufak dalgadan devriliyor ya da kullanılan malzemeler kötü olduğu için  hemen su alıyor ve batıyor. Sebep dalga olsa bile asıl fatura gene insanın yapıp ettiği ile ilgili. Ama böyle değil de deprem olmuş büyük bir tsunami oluşmuş ve önüne gelen ne varsa yıkıp götürmüş ise, burada şimdi felaketi gemilerin yapımı yahut dalga kıranın boyutu vb. ile birebir ilgilendirmek doğru değildir. Burada daha büyük hesaplar vardır.
Bütün bunların üstünde ve ötesinde herkesin hesabı yanında bir de O’nun hesabı vardır.
Her tedbiri almış olan bir kimsenin geriye doğru baktığı zaman asla izah edemediği bir sürü olaylar olabilmektedir. Tek izahı sınanma olmaktadır.
İşte bu gibi durumlarda sığınılacak son melce kader olmalıdır.
Bu konuda şöyle bir örnek vardır:
Meşhur Wimbledon'un ilk zenci Şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi.
Hayranlarından biri sordu: "Allah böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?"
Arthur Ashe cevap verdi:
"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tuttuğum zaman Allah'a 'Neden ben?' diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Allah'a nasıl 'Neden ben?' derim?
Evet, müthiş bir bakış açısı ve son derece rahatlatıcı.
Bir merkebin üstünde giderken, “Altta değil de üstte olan neden ben?” diye sorduk mu?
Dört ayak üzere gezinen hayvanları görünce “iki ayak üzerinde başı yukarıda dik olarak yaratılmış olan neden ben” diye sorduk mu?
Milyonlarca, milyarlarca ihtimal içinde varlık sahnesine çıkarken neden biz dedik mi?
Bu şekilde sorulabilecek binlerce soru vardır?
Neden biz?
Ya da neden biz değil?
Fesadın, bozgunun en temel sebebi insanların kendi yapıp ettikleridir ve bu doğrudur. Fakat başımıza gelenleri bu şekilde asla izah edemeyeceğimiz şeyler de vardır.
İşte o zaman da “Ne yapalım, her şeyi biz bilemiyoruz. Elbette onları da bir bilen vardır ve O’nun da bir bildiği vardır” diye bir teslimiyet ile ancak çıkabiliriz bu cevabı imkansız soru içinden.
Buna rağmen böylesi bir teslimiyet hali bile zihnimizi kemirmeye devam eden soru ve sorunların son bulduğu anlamına gelmiyor. Bizi biz yapan, bizi insan kılan özelliğimiz de herhalde bu yönümüzdür. Yoksa diğer bütün özelliklerimiz bizi diğer canlıların yanına çekmekte ve bizi de onlar gibi yapmaktadır.
Allah’ım sana binlerle şükür olsun.
Lütfeyle de her halimize şükür diyebilelim!
Bizi kötülüklerden koru! Ve ancak Sen korursun!
Musibetler karşısında bize sabır ve dayanma gücü ver.
Bizi imanımız ve aklımız arasında sıkışmış bir hale düşürme.
İzahını yapamayacağımız soruları bize açma!
Altından kalkamayacağımız yükleri bizden uzak kıl!
Sen hakîmsin; hikmet sahibisin!
Olanların ve olacakların elbette bir izahı vardır.
Hikmetini bize de aç.
Merhametinle bizi kuşat!
Amin!
27.03.2013
GARİBCE

1 yorum:

  1. herdogan38@.
    Kelam derslerinde 'Okuma Parçası' adı altında okunacak bir tahlil olarak görüyorum...Kendimizle,çevremizle ve de Yaratıcımızın hikmetiyle bakış açısı yürütebilmek...
    Garibce, bu ve bir çok tahlil ve yazılarınızı neden Aylık Diyanet Dergisine göndermiyorsunuz..? Bir çok yazınız mesleki açıdan din görevlilerine rehber olacak niteliktedir..DİYK'na takılmaz herhalde..

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...