18 Mart
2013 günü Çanakkale’de, Gelibolu’da ve ülkemizin her tarafında geçmişten
geleceğe taşınmaya çalışılan bir heyecan ve ruh vardı.
Bu
heyecanı yaygınlaştırmak için duygulu konuşmalar yapıldı, merasimler geçildi.
Üniversiteler
olarak biz de katıldık.
Onların
yedikleri yemeği yedik.
O gün
öğle yemeğimizde her günkü gibi dört çeşit (birisi de seçmeli) menümüz yoktu.
Çorba ve hoşaf vardı. Yanında da ekmek.
Bir İngiliz
gazetecinin notlarından çevrildiğini sandığım yemek buğday kırıklarından
yapılmış çorba diye tanımlanıyor. Ben bunu ilk duyduğumda bir çeviri yanlışlığı
olsa gerek diye düşünmüştüm. Çünkü benim bildiğim Anadolu’da buğday kırığı diye
bir temel besin maddesi yoktur. Belli ki İngiliz karşılığını bilmediği ya da
kendilerinde olmadığı için tarif yoluna gitmiş, bizimkilerde onun tarifini
olduğu gibi çevirmişler ve Türkçemizde olan karşılığı böylece ıskalanmış. En
azından bana öyle geldi.
Bizim
Anadolu’nun en temel besini ekmeğin yanında bulgurdur. Bulgur buğdaydan
yapılır. Önce buğday kocaman kazanlarda kaynatılır. Hedik olur. O halde yenmesi
de güzeldir. Konu komşuya esirgenmez verilir. Sonra hedik halindeki kaynatılmış
buğdaylar serilir ve güneşte birkaç gün iyice kurutulur. Bu işlem sonucunda kaynatılmış
buğdaylar çok sertleşir ve özel değirmenlerinde çekilir ve bulgur haline
getirilir. Köylerde bulgur genelde el değirmenlerinde imece usulü çekilir ve
çok zevkli geçerdi. Sonra bulgur özel bir elekten geçirilir. İnce kısmı alta
geçer. Ona düğü ya da setik denir. Kısır, köfte, çorba falan yapmada
kullanılır. Eleğin üstünde kalan kısmı
da asıl bulguru oluşturur.
Bulgur Anadolu
insanının belini doğrultan en temel besin maddesidir. Pilav, bulgurdan yapılır.
Biraz sulu olursa lepe/lapa denir ve çok pratik bir yemektir. İçine bir iki
patates de doğranabilir. Çok lezzetli ve besleyicidir. Bulgurla tabii ki çorba
da yapılır.
Bu
gerçeklikten hareket ettiğimiz de karavanada çıkan yemek, buğday kırığı çorbası
değil, düpedüz bulgur çorbası olmalıdır.
Doğrusu
ben, daha önce anons edildiği için menüde bulgur çorbası bekledim.
Fakat
baktım çorba bulgur çorbası değil, yarma çorbası.
Yarma
konusunda çok daha iyi sayılırım. Çünkü
bizim kendimize ait yarma değirmenimiz vardı. Bu değirmene dink ya da seten
denirdi. Bizimkisi su ile çalışırdı. At ya da merkep ile hatta insan gücüyle
çalışanları da vardı. Setenin olmadığı yerlerde de taştan oyulmuş büyük
sokularda, ağaç sopalarla dövülmek suretiyle de yarma elde edilirdi.
Un değirmeninde
sabit alt taş üzerinde bir mihver etrafında üst taş yatay olarak döner. Dinkde
ise bir mazı ile tutturulan taş alttaki çarktan yukarıya uzanan bir mil
etrafında araba lastiği gibi dönerek altına yazılan buğdayı döver. Sekiz şinik
(yaklaşık 8 kilo alan bir ölçek) bir buğday bir saat kadar süre ile dövülür,
buğdayın kabuğu kavlar ve ucu, rüşeymli kısmın beyazlığı iyice belli oluncaya
kadar bu işlem devam eder. Sonra kepeği savrulur, yıkanır, kurutulur ve
dövüldüğü için adına dövme denir. Piştiği zaman ortadan yarıldığı için de yarma
adı da verilir. Kendime denildiğini de duymuşumdur. Ama neden öyle denir onu
bilmiyorum.
İşte bu
yarma tarhana yapmak için kullanılır. Aşure içine katılan da gene işte bu
yarmadır. Bazı yörelerin meşhur keşkekleri de bununla yapılır.. Pilavı olmaz,
koyu kıvamda lapaya dönüşür. Üzerine tereyağı yakılır ve bu haliyle de güzel
bir yemek olur. Tabi çorbası da olur.
Yarma,
bulgura nispetle daha az tüketilir.
Gelelim
bizim Çanakkale hatırası menüye.
Çorba
yarma çorbasıydı ve gerçekten de güzel yapmışlardı.
Normal
öğünlerde yemek yeterli geldiği için ekmek yemiyordum. O gün karnımı doyurmak
için ekmeğimi de yedim. Hoşafı da içtim.
Ekmek,
özel Akdeniz ekmeği idi. Toprak kokusu ya da is kokusu yoktu.
Açtık
haliyle ama yokluk ve kıtlık içinde değildik.
Etrafta
barut kokusu yoktu. Ölüme mola verilmiş değildi. Üzerimizden mermiler ıslık çalarak geçmiyordu.
Sadece bir hatıranın yad edilmesi kabilinden bir etkinlikti.
Çanakkale
coşkusuna yemek yiyerek katılıyorduk ve haliyle ilginçti.
O gün
ekmeğimi de yememe rağmen yemek sonrası hiçbir ağırlık hissetmedim. Demek ki
öğünde çıkan diğer yemekler bize göre fazla idi. Talebeleri ve gençleri kastetmiyorum.
Belli bir yaş üzerinde ve fazla hareket yeteneği olmayanlarımızı kastediyorum.
Dikkat
çekici bir başka şey daha vardı.
Bazıları
menüden haberdar değillerdi ve belli ki bilmeden gelmişlerdi.
Salonlar bir
hayli boştu. Buna mukabil kantinde işler daha iyi gibiydi.
Türk oğlu
Türk doğuştan askerdi. Öyle provaya falan ihtiyacı yoktu. İş başa düştü mü hem
ölümüne giderdi, hem de sade tayın (ekmek) ile idare ederdi.
Yeter ki
bir daha Allah göstermesindi!
Bu vesile
ile çoktandır yemediğimiz bir memleket çorbası içmiş olduk, özlem giderdik.
Geçmişlerimizi
andık, hatıralarını yad ettik!
Cümle
şehit ve gazilerimize selam olsun! Rahmet olsun!
Çorba
içerek de olsa yollarında arkalarından gelenler var! Cümlesi müsterih olsun!
Dua ile!
20.03.2013
GARİBCE
herdogan38@.
YanıtlaSilAllah cümlesine rahmet etsin Garibce'm..Sen de doğrusu geçmişi geleceğe taşımada, bu necip milletin bir zamanlar belini doğrultan yemeklerini ve kültürünü tarif/tanımda yegane becerik sahibisin maşallah...
Yarmanın soğanlı, biberli kavrularak pilavı da güzel olur.. Allah bir daha Çanakkale'leri yaşatmasın, yaşatırsa da bu toprakları yetim bırakmasın..