Bazı kavramlar var
birbirine yakındır.
İbadet, taat,
kurbet, âdet gibi…
Âdet, Arapça
“dönmek” fiilinden türetilmiştir ve bir şeyi dönüp dönüp yine yapmak anlamı
taşır. Gündelik yapmakta olduğumuz uykudan uyanınca el yüz yıkamak, kahvaltı
yapmak, gezmek, tozmak, yemek içmek, iş görmek gibi fiillerimiz böyledir.
Bunlarda asıl olan mubahlıktır. Çünkü eşyada olduğu gibi fiillerde de asıl olan
mubahlıktır. Bir şeyin âdet olarak işlenmesi –içki içmek gibi- haram
kılınmamışsa o şey mubah olur.
Âdetler, niyet ile
taatlere dönüşür ve karşılığında sevap bile alınır hale gelir.
Bir şeyin ibadet
olması ise tamamen Şâri’in belirlemesi sonucu olur ve her halükârda niyete bağlı
olarak yapılır.
Mesela niyetsiz
namaz olmaz.
Namazın sıhhati
kendisine bağlı olan bir takım şartlar vardır.
Avret yerini örtmek
böyledir. Bunun için niyete gerek de yoktur.
Bedenin, elbisenin
ve namaz kılınacak yerin temiz olması da (necasetten taharet) böyledir. Bunları
yerine getirirken keza niyete de gerek yoktur. Bunlar niyetsiz olarak da
yapılmış olsa namaz için gerekli olan şart yerini bulmuş olur.
Uykudan uyanınca
bir kimsenin elini yüzünü yıkaması adettir demiştik. Buna el yüz temizliği
denir. Kullanılan su yıkanılan organı temizler ve maksat hasıl olur.
Ama namaz için
istenilen bir şart daha vardır ki o hadesten taharet denilen manevi kirlilik
halinden arınmadır.
İmdi bir kimse spor
yapsa ter atsa sonra da güzel bir duş alsa, aklından başka hiçbir şey geçirmese,
bütün vücudunu yıkamış olsa hazır vakit de girmiş ise bu duş ile namaz kılabilir
mi?
Hanefî imamlarımız
diyorlar ki elbette kılabilir. Çünkü namaza girmek için ön hazırlık olan
temizlik şartı mücerret bedende suyun kullanılmış olmasıyla gerçekleşmiş olur. Zira
su niyete ihtiyaç olmaksızın yıkanan organları temizler. Alınan duşla temizlik
hasıl oldu. Öyle ise namaz için asgarî şart da gerçekleşmiş olur. Bu kimsenin
bu haliyle namaz kılabilmesinin imkanı hazırlanmış olur. Aynı şekilde abdestsiz
birinin yolculuk esnasında önüne çıkan bir ırmağı yüzerek karşıya geçmesi
halinde de yahut yağan yağmurla vücudunu ıslatmak niyetiyle soyunup bir tür
yağmur banyosu yapması durumlarında da hüküm aynı olur.
Abdestin “kurbet”
bir tür ibadet olabilmesi için niyetin şart olduğunda hemfikiriz. Biz sadece bu
gibi örneklerde namaz için gerekli olan hadesten taharet yani manevî kirlilik
halinden arınmış olma şartının yerine getirilmiş olacağını söylemekteyiz. Zira
su hem temiz hem de temizleyici (tahûr) olma özelliği ile niyete ihtiyaç
kalmaksızın temizleme işini icra eder. Teyemmümde abdest hilafına niyeti şart
koşmamız, orada kullanılan aracın toprak olması sebebiyledir. Çünkü toprak özü
itibariyle temizleyici değil, kirleticidir. O yüzden de temizleyici olabilmesi
için niyete ihtiyaç vardır[1].
Doğrusu Hanefî
imamlarımızın bu argümanı yeterince güçlü gözükmemektedir.
Necasetten taharet
yani dışkı, idrar, cerahat gibi maddî pisliklerden arınma konusunda dedikleri isabetlidir
ve yerindedir. Çünkü orada istenilen şey maddî pisliklerin giderilmesidir ve
kullanılan su bu işi yapar, niyet olsa da olmasa da! Ama hadesten taharet aynı
değildir. Çünkü orada giderilmesi istenilen şey manevî kirlilik halidir ve bunu
belirleyen de Şâri’in bizzat kendisidir.
Bir kere bir
kimsenin hades hali üzere olması onun bedeninin ya da organlarının pis olduğu
anlamına gelmiyor. O yüzden hades halinde iken bir kimse su içse artığı necis
(pis) olmuyor. Keza vücudunda maddî bir pislik yok ise, hades-i ekber
(cenabetlik) halinde bile bulunsa, bir su tankına dalması halinde o su içine
necaset (idrar, dışkı vb.) düşmüş gibi müteneccis (pislenmiş) sayılmıyor.
Buna göre hadesten
taharetten istenilen şey gusülde tüm bedendeki, abdeste de belli organlardaki
maddî pisliklerin (necaset) giderilmesi değildir ki suyun mücerret kullanılması
sebebiyle o pislikler gitmiş olsun ve dolayısıyla niyete ihtiyaç bulunmasın.
Biz abdestte ve
gusülde yıkanması istenilen yerlerin tamamen taabbudî olduğunu görüyoruz. Yani
bu konu necasetten taharet konusu gibi değildir. Hadesi de, giderilmesi şeklini
de belirleyen Şâri’dir.
Hadesi gerektiren
şeylerin vücuttan çıktıkları yer ayrı, izalesi için bizden yıkanması istenilen
yerler apayrıdır. Hem çıkan şeylerin necasetliği ile de doğru orantılı değildir.
Yani meni (erlik suyu) Hanefîlere göre necis sayılıyor. Oysa vücudun, en önemli
bir işlevini yerine getirmek için üretmiş olduğu bir salgı. Dolayısıyla ona
necaset demek çok zor. Haydi bilfarz necis olduğunu kabul edelim. Ama dışkı ve
idrar gibi olduğunu söylemek için eşyanın tabiatını inkar etmek gerekir. Hal
böyle iken çok daha ağır necaset olan şeyler vücuttan çıkınca sadece abdest
almak gerekirken, temiz olan ya da idrar ya da dışkı gibi kabul edemeyeceğimiz
erlik suyunun vücuttan çıkmasıyla bütün vücudu yıkamak gerekiyor.
Elbette hikmeti
vardır, izahı da mümkündür. Ancak bu durum gösteriyor ki hadesin büyük ya da
küçük oluşu Şâri’in belirlemesiyle olduğu gibi, bunun izalesi de aynı şekilde
Şâri’in belirlemesiyle oluyor.
Hal böyle olunca
kişinin üzerinde bulunan hades halini giderebilmesi için buna yönelik bir kasdı
mahsususun bulunması gerekiyor ki niyet dediğimiz şey de budur.
Şunu da belirtelim
ki Hanefîler ile abdest ve gusülde niyeti şart koşan Şâfiîler arasında
fiiliyatta bu ayrılığın sonuçları son derece azdır ve tamamen yukarıda vermiş
olduğumuz türden örneklerle sınırlıdır.
Çünkü niyet, bir hâldir,
kâl değildir. Yani kişinin yaptığı şeyi bir bilinç üzere yapıyor olmasıdır.
Bunu dil ile ifade etmesi değildir.
Ben abdest
alıyorum, gusül ediyorum. Öteki de elini yüzünü yıkıyor, duş alıyor, banyo
yapıyor. Benim abdestim ve guslüm ile ötekinin el yüz yıkaması ve duş alıp
banyo yapması arasında elbette ki fark olmalı.
İşte o farkın adı,
farkındalık oluyor.
Kullandığımız su
ile birlikte tüm manevî kirlerden, günahlardan arınma kasd-ı mahsusası niyet
oluyor.
Ve o zaman el
suyumuz (abdest) ibadete dönüşüyor.
Dua ile!
19.03.2013
GARİBCE
وَتَفْسِيرُ النِّيَّةِ فِي الْوُضُوءِ
هُوَ أَنْ يَنْوِيَ إزَالَةَ الْحَدَثِ أَوْ إبَاحَةَ الصَّلَاةِ ، وَهِيَ فَرْضٌ عِنْدَ
الشَّافِعِيِّ قَالَ : ؛ لِأَنَّهَا عِبَادَةٌ ، إذْ الْعِبَادَةُ فِعْلٌ يَأْتِي بِهِ
الْمُكَلَّفُ عَلَى خِلَافِ هَوَى نَفْسِهِ تَعْظِيمًا لِأَمْرِ رَبِّهِ ، وَالْوُضُوءُ
بِهَذِهِ الْمَثَابَةِ ، وَكُلُّ مَا هُوَ عِبَادَةٌ لَا يَصِحُّ بِدُونِ النِّيَّةِ
لِقَوْلِهِ تَعَالَى { وَمَا أُمِرُوا إلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ
الدِّينَ } وَالْإِخْلَاصُ لَا يَحْصُلُ إلَّا بِالنِّيَّةِ وَقَدْ جَعَلَهُ حَالًا
لِلْعَابِدَيْنِ ، وَالْأَحْوَالُ شُرُوطٌ ، فَتَكُونُ كُلُّ عِبَادَةٍ مَشْرُوطَةً
بِالنِّيَّةِ ، وَقَاسَهُ عَلَى التَّيَمُّمِ فِي كَوْنِهِمَا طَهَارَتَيْنِ لِلصَّلَاةِ
.
وَلَنَا
الْقَوْلُ بِمُوجِبِ الْعِلَّةِ : يَعْنِي سَلَّمْنَا أَنَّ الْوُضُوءَ لَا يَقَعُ
عِبَادَةً إلَّا بِالنِّيَّةِ ، لَكِنْ لَيْسَ كَلَامُنَا فِي ذَلِكَ ، وَإِنَّمَا
هُوَ فِي أَنَّ اسْتِعْمَالَ الْمَاءِ الْمُطَهِّرِ فِي أَعْضَاءِ الْوُضُوءِ هَلْ
يُوجِبُ الطَّهَارَةَ بِدُونِ النِّيَّةِ حَتَّى يَكُونَ مِفْتَاحًا لِلصَّلَاةِ أَوْ
لَا ، وَلَا مَدْخَلَ لِكَوْنِهِ عِبَادَةً فِي ذَلِكَ ، وَيُفِيدُ ذَلِكَ بِدُونِهَا
؛ لِأَنَّ أَعْضَاءَ الْوُضُوءِ مَحْكُومٌ بِنَجَاسَتِهَا فِي حَقِّ الصَّلَاةِ ضَرُورَةَ
الْأَمْرِ بِتَطْهِيرِهَا ، وَالْمَاءُ طَهُورٌ بِطَبْعِهِ فَإِذَا لَاقَى النَّجِسَ
طَهَّرَهُ قَصَدَ الْمُسْتَعْمِلُ ذَلِكَ أَوْ لَا كَالثَّوْبِ النَّجِسِ وَكَمَا فِي
حَقِّ الْإِرْوَاءِ ، بِخِلَافِ التَّيَمُّمِ فَإِنَّ التُّرَابَ لَمْ يُعْقَلُ مُطَهِّرًا
طَبْعًا فَلَمْ يَبْقَ فِيهِ إلَّا مَعْنَى التَّعَبُّدِ وَلَا تَعَبُّدَ بِدُونِ النِّيَّةِ
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder