7 Mart 2013 Perşembe

Farsak Hocası Koca Durmuş’un Çarıklı Hikmeti



Garibce olarak ben çarıklı hikmet diye epey bir yazı yazmışımdır.
Bunların ilham kaynağı hep bir olaydı.
Halk irfanına mal olmuş, pek çok kimseden duymuştum.
Halil Çavuş’un oğlu Durdu Mehmet rahmetli vardı. Genç yaşta muhtemelen kalp krizi sebebiyle, traktörü viraj almadan düzüne sürmüş ve altında kalarak ölmüştü. Köy odası gibi hizmet veren odalarında hep hizmette bulunurdu. O yüzden de gelip giden hocaların anlattıklarından, gördüklerinden, duyduklarından biz Fakülte’den köye izine geldiğimizde hep anlatırdı. Zaten bir amcası Hocaydı. Mulla Ali de onların sülalesindendi. Amcası Omar Kâ ve özellikle de babası hoş sohbet köyün ileri gelen aklıyeterlerindendi. Durdu da bir tür geleneksel eğitim süreçlerinden geçme yoluyla bizim okullarda elde edemediğimiz türden bilgilere özellikle de marifet, halk irfanı diyebileceğimiz kabilden malumata sahipti.
İşte ondan duymuş olduğum bu çarıklı hikmet benim dinî yaşantıda ufkumu açan daha sonra kitaplarda tedrîcilik diye adını da koyarak ilmini tahsil etmiş ve tezimde de bir alt bölüm olarak yazmış olduğum çok önemli bir konuydu.
İşte bu öykünün sonunda gerçek adresini buldum.
Garibce’nin dünkü yazısı Ferhat Hoca’nın İslam İbadet Esasları’nın tanıtımı ile ilgili idi.
Hoca beni aradı ve akşam bir saatten fazla bana bütün sülalesini anlattı. Ben dedesini hoca bilirdim. Meğer asıl büyükleri daha yukarılarda imiş.
Dedesi Mustafa Hocanın babası Koca Durmuş imiş. Bunların asıl yerleri Farsaklarda Süphandere imiş ve orada bunlara Fakılar derlermiş. Daha sonra sülale Kocadurmuşoğulları diye anılırmış. Soysallı adıyla kurulmuş köyler onlara aitmiş. Soyadı Kanunu çıkınca bizim Ferhatlar uzun olmasın diye sadece Koca’sını almışlar. (bk. kocadurmusogullari.8k.com)
Koca Durmuş, bir şekilde eşekle katırla bile zor yürünen engebeli Farsak arazilerinden hiç olmazsa Kağnı ile gidilebilen sözde düz topraklarda yer alan ve akrabalarının bulunduğu Künye köyüne ara sıra gider, insanlarla sohbet eder, onlara kaside okur, yanık sesiyle türkeler söyler, böylece onlarla yakınlık kurmaya çalışırmış.  Bu arada Torosların Kayseri’ye bakan yamaçlarında yaşayan bizler, Adana’ya bakan yamaçlarında yaşayanlara Farsak deriz. Dolayısıyla Fakılardan Koca Durmuş bu yüzde Farsak Hocası diye anılmaya başlamış.
Tabi köyde cami falan da yok. İnsanlar cahil, din diyanet bilmezler. Bizim Farsak hocası bunları bir araya toplar, oynarlar, eğlenirler sonra da onları köyün büyükçe bir odasına toplayıp namaz kıldırmak istermiş. İşe oyunla başlayıp namaza götürmek… İşte bu ancak hikmet-i teşrî bilenlerin ve bunu içselleştirmiş olabilenlerin yapabileceği bir şey.
Ama gel gör ki insanların namaza yüzleri yok. Hocam ayaklarımızda çarıklar var. Şimdi çarığı kim çıkaracak, kim giyecek diye bahane üretirlermiş. Farsak hocası da: “Yahu gelin hele, zararı yok çarıklarla da olsa gelin!” der ve onları birer ikişer derken odaya toplar hep birlikte namaz kıldırmaya başlar.
Durum iş bu minval üzere devam ederken yakınlarda Şıhlı kasabasında Hamidiye medresesi kurucu müderrisi olan Kılıçlı Ali Efendi’ye (ö. 1917 (H.1336) –Bizim emekli fıkıh hocalarımızdan Prof. Dr. Yusuf Kılıç hocanın dedesi oluyor- bunu gammazlamışlar, “-Hocam, farsak hocası insanlara çarıklarıyla namaz kıldırıyormuş!” demişler.
Hoca Efendi de, “Hayır olmaz, hiç çarıkla namaz kılınır mıymış!” demiş.
Onun bu cevabını Farsak Hocası Koca Durmuş Hoca’ya yetiştirmişler. Hoca hakimane bir eda ile:
“Biz bu insanları çarıklarıyla da olsa namaza getirdik. Hoca Efendi de himmet buyursun da çarıklarını çıkarttırsın” demiş.
Aha da bu tam tedrîcilik ilkesinin en hassas bir örnek üzerinden hayata geçirilmesi.
Kılıçlı Ali Efendi kasabada oturuyor. İnsanlar az çok bir şeyler biliyor. Kasabalarında medrese var. Hemen herkes az çok bir şeyler öğrenmiş, görmüş. Şimdi onlardan beklenen bu tavrı aynısıyla dağ köylerinden, göçebe hayatı süren Yörüklerden beklemek hikmetli olabilir mi?
Hz. Peygamber dağdan (badiyeden) inip de gelen adamlara Hz. Ebu Bekir ve Ömer’e davrandığı gibi mi davranıyordu? Adam iniyor mescidin bir köşesine işiyordu. “Hele! Hele!” Üzerine yürüyenler… Ama Hz. Peygamber, “Bırakın adamı işini görsün!” diyordu. Sonra da oraya bir kova su dökülmesini emrediyordu.
Bir başkası “Ya Rasûlallah! İslam ahkamı bana ağır geliyor. Ben onları yapamam. Bana yapabileceğim bir şey söyle diyordu. Hz. Peygamber de ona “İyi, öyle ise sen de Allah’ın adını dilinden düşürme!” diyor ve yolluyordu.
Âlim olmak ayrı, hakîm = bilge olmak ayrı. Hem âlim hem de hakîm olmak daha bir ayrı.  Bunlara Rabbânî Âlimler deniyor.
Allah hiçbir kulundan vazgeçmiyor. Peygamberi de öyle. Onun varisleri olan ulema da öyle olmak zorundadır. “Bre kâfir! Bre zındık!” üslubu para etmiyor. Kafirlik, zındıklık hiçbir kimsenin üzerinde kalıcı değildir. Bu vasıflar, kimsenin özünde bir maya da değildir. Bir şeylere sebep şu anda üzerinde ise, bu kez başka şeylere sebep üzerinden kalkabilir de! Dolayısıyla bizim herkesi evvelemirde muhatap olarak görebilmemiz gerekir. “O dağlı, o Yörük, o köylü, o varoşlardan, o cahil, o yontulmamış odun!” gibi yaftalarla –bunlar gerçek bile olsa- insanları muhatap görmemek en büyük yanlışımız olur.
Farsak Hocası Koca Durmuş iyi ki varmışsın!
Koca Durmuş, çocuklarını da okutmuş. Molla Mustafa Hoca askerliğini Medine’de Fahrettin Paşa’nın maiyetinde yapmış. Yıllarca orada kalmış. Sonra topluca esaret.  İngilizler bunları toplamışlar bir yere ve üzerlerine su (!) sıkmışlar. Bir çoğunun buna sebep gözü kör olmuş. Dönüşte İstiklal savaşına katılmış. Sahip olduğu İstiklal Madalyası şu anda torunu Ferhat Hoca’da imiş. O, öteyüzdeki akrabalarından ayrılarak Künye'den evlenmiş ve oraya yerleşmiş.  O da çocuklarını yetiştirmiş. Özellikle oğlu Eşref, Mustafa hocanın yokluğunda namaz kıldıracak ve hutbe okuyacak yetkinlikte imiş. Ailenin bizim taraftaki kısmına “Hocalar”, “Hocanın Uşakları” diyorlar. İşte Hocanın uşaklarından Eşref’in oğlu Ferhat da dedesi Mustafa Hocanın da yönlendirmesiyle bizim nesil Hocalığı temsil ediyor. Dedesinin kitapları da dahil ilmine varis oluyor.
Kitaplarından meşhur sözlük Ahter-i Kebir de bizim müftü ağabeye geçiyor. Ondan da genç ilim adamı damadı İsmail’e.
Ferhat Hoca şimdi onun da peşinde.
Garibce’nin “Toroslardan indim, Kitabımı Yazdım” yazısı bu yazı ile birlikte daha bir derinlik kazanıyor.
Ben de derdim ki “Yahu bu bizim Ferhat Koca, yaman bir hoca. Bu nerden geliyor?”. Meğer hocanın bizim yeni yeni öğrendiğimiz köklü bir hocalık geleneği varmış.
Geçmişlerimize rahmet diliyor. Ferhat Hocamıza hayırlı hizmetler, sağlıklı huzur dolu günler diliyoruz.
Dua ile!

07.03.2013
GARİBCE


Farsak Hocası Koca Durmuş'un oğlu Ferhat Koca'nın dedesi Molla Mustafa, İstiklal Madalyası sahibi.

2 yorum:

  1. herdogan38@.
    Okuduklarımı görünce 'maşallah' demekten başka yapacak bir şey bulamadım doğrusu..Geçmişin bu güne taşınmasındaki 'kayıt' mükemmelliği taptaze ve zinde bir hafıza ile mümkün Allah esirgesin..
    Yalınız, Ahter-i Kebir'den dolayı kendimizi ihbar mı etmiş olduk..Kimse eşkıya kovalamaya kalkmasın...Eğer ben zamanında şirazesi dağılmış o eseri alıp ciltletmeseydim şimdiye kadar, Ferhat hocanın ebesi çoktan ateş tutuşturmak için yakmış olacaktı..Kültür Bakanını da taksa peşime, gördüğü ruyadır, sol tarafına tü tü etsin...
    Garibce, Allah razı olsun senden ki, Osmanlı'nın bakiyesini gün yüzüne çıkarıyor ve yeni neslin idrakine 'hikmet'le sunuyorsunuz...
    Senden bir rica da şu 'garibler'in göç yolunu,Osmalı dönemi kayıtlarını bir çıkarsan..Selamlar..

    YanıtlaSil
  2. Babası babamın, anası anamın, kendisi de benim dostum olan aziz kardeşim, muhterem üstadım,
    Merhum dedem (Molla) Mustafa Koca (mahlası Türab) ve büyük dedem Koca Durmuş rahmetliklerin hatıralarını dile getirmeniz beni gerçekten çok mütehassis eyledi. Elinize sağlık, gönlünüze sağlık, kaleminize sağlık; berhudar olasın sevgili dostum.
    Cenabı Hak izin verirse, dedelerimle ilgili bazı hatıraları derleyip toplamayı planlamaktayım.
    Değerli üstadım,
    Şüphesiz ki, din ve dil bir milleti millet yapan en önemli milli ve manevi değerler arasında yer alır. Bu sebeple, hakîmâne bir şekilde yazmış olduğunuz yazılarınızda gerek dini konulara ve gerekse dil meselelerine önem vermenizden ve Güzel Türkçemizi tertemiz bir şekilde kullanmanızdan dolayı büyük bir memnuniyet duyduğumu ve yazılarınızı sabırsızlıkla bekleyip okuduğumu belirtmek istiyorum.
    Yüce Allah bütün geçmişlerimize rahmet eylesin; gelecek nesillerimizi ise dinine ve rızasına uygun olarak yaşayan salih kullarından eylesin.
    Selam ve muhabbetlerimle efendim.
    Ferhat Koca

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...