26 Mart 2013 Salı

Patavatsızlık




Eskiden toplum kendi katmanlarında daha bir huzur ile yaşıyorlardı. O yüzden de üzerlerinde her zaman kendi evlerinde gibi olmanın rahatlığı olurdu.
Sohbet mahremdi ve orada kalırdı. Laf taşımak, söz getirip götürmek de ayıptı.
Takılmalar yerini bulurdu ve bu bir espri olurdu.
Şimdi göç olgusu ve küreselleşme ile birlikte insanî ilişkilerimizin rahatı kaçtı.
Artık eskisi gibi, kendi evimizde, kendi mahallemizde olduğumuz gibi davranamıyoruz.
Sözgelimi bizim memlekette belirli tiplemeler vardı. Olumsuz ve matrak şeyler Karadepeli’ye mal edilirdi. Kürdün/ Lazın biri diye başlanır ve anlatılacak her ne ise anlatılır ve gülünür geçilirdi. Ne fotoğraf, ne ses kayıt cihazı ne de video olmadığı için söz orada kalırdı.
Sonra hepimizi din, dil ve etnik farklılıklar hesaba katılmadan bir kazana doldurdular ve fırıştak (mikser) ile de güzelce bir çalkaladılar.
İmdi kim Türk kim Kürt, kim Kayserili kim Karadenizli, kim Arap kim Laz, kim Çerkez, kim Müslüman kim gavur belli olmaz hale geldi.
Şimdi sen ol da gel sohbetin ağız tadıyla şöyle bir tadını çıkar.
Kürdün biri diye başlasan bilemezsin belki karşındaki Kürt’tür. Gavurun biri diye başlasan bilemezsin belki öyle biri ile sohbet etmektesin. Hem gavur mu kaldı ki! Laz’ın biri desen gene olmaz. Köylü desen, “yumurtadan çıkmış da kabuğunu beğenmiyor!” derler.
Değiştirsen biraz yontsan dağlı, orman adamı vb. desen, kültürde bunların bir karşılıkları yoktur.
Bir vaaz kürsüsüne çıksan yahut konferans salonunda tam da yeri gelse bir latife yapsan, ucu bir yerlere dokunacak türden olsa… yapamazsın çünkü bilirsin ki kayıt cihazları olabilir ve o latife meclisin mahrem sınırlarını taşar ve el aleme rezil olursun.
O yüzden özellikle de çok ve boş konuşanların işi tümden zor. Vaktiyle bir televizyon sunucusu bir espri yapıvermişti, daha doğrusu dilinden kaçırmıştı. Bir kesim müthiş alınmış ve iş siyasete kadar taşınmıştı. Ağızdan kaçan bir laf, adamın iş hayatına mal olmuştu. Daha sonra benzeri vakalar da yaşanmıştı.
Şimdi işin farkında ve vahametin boyutunun ayırdımında olan bir kimse ne yapsın? Yeri gelmiş ve cuk diye oturma istidadında bir nükte şuna dokunur, buna dokunur, şöyle anlaşılır böyle anlaşılır diye yazı ise geri alınır, söz ise daha ağızdan çıkmadan hapsedilir, yutkunulur. Haliyle de yazı ya da söz kuru kalır. Doğallığını kaybeder, zorakileşir, sanallaşır.
Yok ben bunlara aldırmam, ağzıma ne gelirse söylerim derseniz işte ona da patavatsızlık, kendini bilmezlik diyorlar.
Her yerde artık kameralar var, kayıt cihazları var.
Derslerde bakıyorum öğrencilerin ellerinde kayıt cihazları ya da telefonlar ile dersi kaydediyorlar. Artık bize rahatlık yok vesselam. Eskiden dört duvar arasında hoca talebe arasında kalacak şekilde nice muhabbetlerimiz olurdu. Artık hâlâ bu tavrı sürdürebilmek için gerçekten adının patavatsızlığa çıkmasını göze almak lazım. Kim bilir yarın o söylenenleri kimler dinleyecek, hangi sosyal medyada paylaşılacak.
Modern dünya Big Brother gibi hepimizi her yerde ve her zaman tarassut ediyor, dinliyor ve gözlüyor.
Şeffaflık moda. Sen olmazsan, başkaları döküyor ortaya ne var ne yok, her şey gözler önüne seriliyor ve paylaşılıyor.
İşte böyle bir ortamda ilerisinde mahcubiyet duymamak için kabuğunuza biraz daha çekilmek, el kol hareketlerinize, ne söylediğinize çok daha dikkat etmek gerekiyor. Bizim çok güzel anlamında yaptığımız bir el hareketi başkalarının küfrü olabiliyor. Ya da müthiş zeka anlamında kafaya vurma işareti başkalarınca hakaret anlamına gelebiliyor.
Kerkük Türkmenlerinden ve bizim emekli Arapça hocalarımızdan Cemal Muhtar anlatmıştı. YÖK’ün kurucu başkanı İhsan Doğramacı Fransa’da eşi hanımefendi ile bir lokantada yemek yiyorlarmış. Onlar da nezaket gereği hangi ülkede bulunurlarsa o ülkenin dilini konuşurlarmış. Birinde yemek yerlerken yanlarına bir anne ile kızı gelmiş, masalar dolu olduğu için izin isteyip yanlarındaki boş sandalyelere oturmuşlar. Doğramacılar haliyle Fransızca konuşuyorlar. Kadın ve kızı oturmuşlar ve başlamışlar birbirleriyle sohbete ve dertleşmeye. Anne kızına:
“Kızım yeter artık! Her önüne çıkan nasibini tepiyor bir türlü evlenmeye yanaşmıyorsun. Bak evlilik çağın geçiyor. Artık evlen, biz de mürüvvetini görelim. Bak bu kez karşına çıkan bu adama hiçbir bahane bulamazsın. Adamın işi gayet güzel, boyu bosu yerinde…”
Kız “Amaan! Anne! Bırak şunu. Adamın yüzünde meymenet yok, çirkin, ben onunla evlenemem!
“Nee! Çirkin mi!”
“Evet, çirkin ya!”.
“Kızım sen çirkin adam görmemişsin. Şu yanımızdaki adama bir bak. Çaktırmadan şöyle iyice bak. Adamın suratına bir bak. Hiç meymenet var mı? Hele şu burunu görüyor musun, burun değil köfte mübarek. Ama olsun bak ne kadar mutlu gözüküyorlar. Hanım gözlerinin içi gülüyor…”
Anne kız bu kabilden sohbetlerini sürdürürken bizimkiler de yemeklerini bitirmişler. Sohbet esnasında en ufak bir açık vermemişler. Kalkmışlar, masadan ayrılırken hâlâ sohbetlerini sürdürmekte olan anne ve kıza dönmüşler ve
“Afiyet olsun!” deyip ayrılmışlar.
O anne ve kızın yerinde olmak istemezdik herhalde!
O zaman bilmediğimiz, tanımadığımız insanların yanında sanki kendi evimizde imiş gibi rahat davranıp, onun bunun hakkında ileri geri sayılabilecek şeyler konuşamayız.
Diyorum ya bu açık toplum her tarafımızı açtı.
İtalyan Başbakanı Berlusconi’nin burun kirini yuvarlayıp da ağzına attığı videosunu izlemeyenimiz neredeyse kalmadı.
Ne yani? Adamcağız çoğu insanın en büyük zevklerinden biri olan burnu ile oynamasını ağız tadıyla sürdüremeyecek mi? Üstelik içindekileri tatmaya da meraklı biri ise.
Size/ bize ne adamın burnundan, yuvarlayıp yuvarlamasından.
Hem bugün ona yarın bize.
Kim bilir eskiden bizim ile Allah arasında kalan ve çoğu kez de Allah’ın bizzat kendimize dahi unutturduğu şeyler, bundan böyle ısıtılıp ısıtılıp önümüze konacak ve hayat çekilmez hale gelecek.
Kimisi “Ben böyle hayatın…!” diyecek ve alıp başını gitmeye çalışacak. Ama nereye! Gittiğiniz ve gideceğiniz yerde aynı şeyler yok mu sanki?
Ha ben öbür tarafı kastetmiştim diyorsanız, kayıt kuyut defterinin, arşiv belgelerinin aslı zaten orada. Buradakiler sadece anlık, ucuz kopyalardan ibaret.
O yüzden yapıp ettiklerimizle yüzleşmek madem kaçınılmaz, ama burada ama orada. Öyle ise yüzleşince yüzümüzün kızarmayacağı, başımızın ağrımayacağı ve utançtan yere eğilmeyeceği şeyler yapmalı ve söylemeli.
Artık “Kürdün/ Laz’ın/ Kayserilinin/ Gavurun biri diye muhabbete başlarken biraz daha temkinli olunmalı. Hoyrat ve patavatsız tavırlara prim verilmemeli. İnsanları güldürmek, başka insanları aşağılamak üzerinden yapılmamalı.
İnsanları yücelt ki sen de yücelesin.
Bir arada yaşamaya mecburuz.
Farklılıklarımız, aşağılama sebebi değil zenginlik olmalı.
Yeri gelince latife de olmalı.
Ama latife latif olsa gerekmiş, bunu herkes bilmeli.
Dua ile!
25.03.2013
GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...