Bir video izlemiştim. Bir ara
çokça paylaşılan bir video idi. Bir vaşak küçük bir ayı yavrusunu (malak)
kovalıyordu. Malak bir ağaca çıkmış, vaşak da takip etmişti. Dalın iyice ucuna
varınca da dal kırılmış ve malak nehre düşmüş, akıntıya kapılmıştı. Vaşak da
nehir boyu onu takip etmiş ve bir taş üzerinde yavruyu sıkıştırmıştı. Artık
yavrunun yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kaçabilecek hiçbir yol kalmamıştı. Avcı
avına el koymak üzereydi. Vaşak tam
yavruya darbe indirecekti ki ana ayı yavrunun arkasında bütün cesametiyle
belirdi. Vaşak öfkeli ayıyı görünce ne yapacağını bilemedi, feleği şaştı ve
özür dileme sesleri çıkarmaya başladı. Malağın annesinden haberi yoktu. Vaşağın
kendisinden korktuğunu sanmaya başladı ve afalladı. Öyle havalara girmeye
başlamıştı ki annenin o koca cüssesinin gölgesi üzerine düştü.
O yavrunun vaşak karşısında öyle
havalara girmesi gerçekten çok komikti.
Buna benzer yaşanmış bir hatıra
dinledim bugün:
Ravimiz birinci ağızdan. Yani
isnad âlî isnad.
Hüseyin Üzmez bir konferansında
anlatmış:
Bu arada olayın kahramanlarını da
kısaca tanıtmış olalım:
Hüseyin Üzmez, 1952 yılında bir
lise öğrencisiyken, Malatya'yı ziyaret etmekte olan yazar Ahmet Emin Yalman'a suikast düzenlemiş ve ağır yaralamış. Suikasttan
sonra teslim olmuş ve 20 yıl hapse mahkûm edilmiş. On yıl süren hapis cezasının
1,5 yıllık bölümünü üstad Necip
Fazıl Kısakürek ve bir dönem Antalya Milletvekilliği yapan şair ve
yazar Osman
Yüksel Serdengeçti ile birlikte geçirmiş.
O zamanlar milliyetçiler ve
İslamcılar henüz birbirlerinden ayrılmamışlar, birlikte hareket etmektedirler.
Suikast sebebiyle ilişkili olduğu
mülahazasıyla bir çok kişi içeri alınmış ve Üzmez buna sebep Necip Fazıl ve
Serdengeçti ile beraber hapis hayatı yaşamış.
Necip Fazıl’ı tanıtmaya gerek yok.
Hüseyin Nihal Atsız'la
birlikte bir süre hapis yatmış, hapisten çıktıktan sonra, dönemin Milli
Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e hitaben yazdığı ve
"Yüksek makamın alçak vekiline" diye başlayan yazısı yüzünden yeniden
hapsedilmiş.
Hemen
çoğu sayısı siyasi irade tarafından toplattırılacak olan Serdengeçti dergisini çıkartmış.
Osman
Yüksel Serdengeçti, 1965-1969 yılları arasında Adalet Partisi Antalya milletvekilliği
de yapmış. Partisine yönelttiği eleştiriler yüzünden bir süre partisinden ihraç
edilmiş. Milletvekilliği sırasında kravat takmadığı için uyarı almıştır,
uyarıları dikkate alınmayınca genel kurula girişi yasaklanmıştır. Bu kez beline
bağladığı kravatla içeri girmiş, yakasına takması gerektiğini söyleyenlere ise,
“Kanunda nereye takılacağı belli değil. İstediğim gibi takarım” demiş.
Necip
Fazıl'ın yakın arkadaşlarından olan Serdengeçti hazır cevaplığıyla tanınır ve muhafazakâr
dünyanın en sevilen fikir adamlarından sayılırdı. Türkçülerin "Tanrı
Türk'ü Korusun" demesi üzerine Serdengeçti "Tanrı Türk'ü, Allah da
Müslümanı Korusun!" diyerek bir döneme damgasını vurmuştu.
İşte bu
üç ahbabın hapishane yıllarında oluyor anlatılacak olanlar.
Bir gün
Serdengeçti geliyor ve: “Bu gün hayatımın en güzel namazını kıldım. Ancak o
kadar olabilirdi. Gözümün önünde bütün perdeler açıldı. Cennet cehennem her şey
ayan beyandı. Huriler, gılmanlar, zevkü safa… bin bir nimete dalmış haldeydim. Gözümden
perde kalkmış, sanki her şey gaib olmaktan çıkmış müşahede âlemine taşınmıştı.
Dedim ya hayatımın namazıydı. Daha önce böyle bir namaz hiç mi ama hiç kılmamıştım!”
Demişler
ki: “Serdengeçti! De hele sen namazı nerede kıldın?!”
“Ranzanın
üst katında!” demiş.
“Anladık
ki” diyor Üzmez, “Serdengeçti duman altı olmuş. Alt kattakiler esrar çekiyor,
dumanı da haliyle yükseğe çıkıyor. Bizim Serdengeçti de ikinci kat ranzanın üstünde
namaza durunca tam duman altı oluyor ve esrarın etkisiyle daha önce hiç
görmediği şeyleri görmeye başlıyor ve de kerameti kendinde sanıyor.”
Uçanların
nasıl uçtuğunu sanıyorsunuz?
Şeyhler -haydi
yumuşatalım müteşeyyihler (sözde şeyhler) diyelim- kerametlerini kendilerinden mi
biliyorlar? Ayı malağının, arkasındaki kızgın anaç ayıyı görmesi üzerine
dizlerinin bağı çözülen Vaşak’a efelenmesi ve karşısındakinin korkusunu
kendinden bilmesi gibi komiklikler her zaman yaşanıyor.
Ama bütün
bunları gören göz görüyor, düşünen ve intikal gücü olan akıl çözüyor.
Allah,
aklı olanlara hitap ediyor, onları muhatap alıyor.
Yukarı
Mısır (Saîd) halkı için “En kıymetli beyinler onlarda!” derler, “Çünkü beyinleri
sıfır kilometrededir, henüz daha hiç açılmamış” diye de izahını yaparlar.
Bu
durumda Müslümanların akılları da çok kıymetli olmalı?
O da varsa
tabii!
Her
şeylerini sahte şeyhlere kaptıranların haberlerini okuyoruz. Ne rezaletler
duyuyoruz. Mahkemelerce tescillenen şeyhlerin müritlerini iğfalleri haberleri
hiç eksik olmuyor.
Gerçekten
bu insanların akılları var mı?
Ve onları
iğfal eden zavallılar, bu güçlerini kendi kerametlerinden mi biliyorlar, yoksa dayanmış
oldukları bî idrak süfelânın cehl-i mürekkeplerinden mi?
Ya Rabbi!
Aklımızı başımızdan alma!
Güç de
sende kudret de sende!
Bi hakkın
mabudumuz sensin.
Yoktur
tapacak, Çalap’tır ancak!
İyyâke na’budu
ve iyyâke neste’în!
İhdinâ’s-sırâta’l-müstekîm,
Sırata’llezîne
en’amte aleyhim.
Gayri’l-mağdûbi
aleyhim vela’d-dâllîn!
Âmîn!
15.03.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder