15 Mart 2013 Cuma

Serdengeçti, namazda kendinden geçti!




Bir video izlemiştim. Bir ara çokça paylaşılan bir video idi. Bir vaşak küçük bir ayı yavrusunu (malak) kovalıyordu. Malak bir ağaca çıkmış, vaşak da takip etmişti. Dalın iyice ucuna varınca da dal kırılmış ve malak nehre düşmüş, akıntıya kapılmıştı. Vaşak da nehir boyu onu takip etmiş ve bir taş üzerinde yavruyu sıkıştırmıştı. Artık yavrunun yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kaçabilecek hiçbir yol kalmamıştı. Avcı avına el koymak üzereydi.  Vaşak tam yavruya darbe indirecekti ki ana ayı yavrunun arkasında bütün cesametiyle belirdi. Vaşak öfkeli ayıyı görünce ne yapacağını bilemedi, feleği şaştı ve özür dileme sesleri çıkarmaya başladı. Malağın annesinden haberi yoktu. Vaşağın kendisinden korktuğunu sanmaya başladı ve afalladı. Öyle havalara girmeye başlamıştı ki annenin o koca cüssesinin gölgesi üzerine düştü.
O yavrunun vaşak karşısında öyle havalara girmesi gerçekten çok komikti.
Buna benzer yaşanmış bir hatıra dinledim bugün:
Ravimiz birinci ağızdan. Yani isnad âlî isnad.
Hüseyin Üzmez bir konferansında anlatmış:
Bu arada olayın kahramanlarını da kısaca tanıtmış olalım:
Hüseyin Üzmez, 1952 yılında bir lise öğrencisiyken, Malatya'yı ziyaret etmekte olan yazar Ahmet Emin Yalman'a suikast düzenlemiş ve ağır yaralamış. Suikasttan sonra teslim olmuş ve 20 yıl hapse mahkûm edilmiş. On yıl süren hapis cezasının 1,5 yıllık bölümünü üstad Necip Fazıl Kısakürek ve bir dönem Antalya Milletvekilliği yapan şair ve yazar Osman Yüksel Serdengeçti ile birlikte geçirmiş.
O zamanlar milliyetçiler ve İslamcılar henüz birbirlerinden ayrılmamışlar, birlikte hareket etmektedirler.
Suikast sebebiyle ilişkili olduğu mülahazasıyla bir çok kişi içeri alınmış ve Üzmez buna sebep Necip Fazıl ve Serdengeçti ile beraber hapis hayatı yaşamış.
Necip Fazıl’ı tanıtmaya gerek yok.
Osman Yüksel Serdengeçti (ö. 1983) ise, ilginç yönleri olan bir siyasetçi gazeteci imiş.
Hüseyin Nihal Atsız'la birlikte bir süre hapis yatmış, hapisten çıktıktan sonra, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e hitaben yazdığı ve "Yüksek makamın alçak vekiline" diye başlayan yazısı yüzünden yeniden hapsedilmiş.
Hemen çoğu sayısı siyasi irade tarafından toplattırılacak olan Serdengeçti dergisini çıkartmış.
Osman Yüksel Serdengeçti, 1965-1969 yılları arasında Adalet Partisi  Antalya milletvekilliği de yapmış. Partisine yönelttiği eleştiriler yüzünden bir süre partisinden ihraç edilmiş. Milletvekilliği sırasında kravat takmadığı için uyarı almıştır, uyarıları dikkate alınmayınca genel kurula girişi yasaklanmıştır. Bu kez beline bağladığı kravatla içeri girmiş, yakasına takması gerektiğini söyleyenlere ise, “Kanunda nereye takılacağı belli değil. İstediğim gibi takarım” demiş.
Necip Fazıl'ın yakın arkadaşlarından olan Serdengeçti hazır cevaplığıyla tanınır ve muhafazakâr dünyanın en sevilen fikir adamlarından sayılırdı. Türkçülerin "Tanrı Türk'ü Korusun" demesi üzerine Serdengeçti "Tanrı Türk'ü, Allah da Müslümanı Korusun!" diyerek bir döneme damgasını vurmuştu.
İşte bu üç ahbabın hapishane yıllarında oluyor anlatılacak olanlar.
Bir gün Serdengeçti geliyor ve: “Bu gün hayatımın en güzel namazını kıldım. Ancak o kadar olabilirdi. Gözümün önünde bütün perdeler açıldı. Cennet cehennem her şey ayan beyandı. Huriler, gılmanlar, zevkü safa…  bin bir nimete dalmış haldeydim. Gözümden perde kalkmış, sanki her şey gaib olmaktan çıkmış müşahede âlemine taşınmıştı. Dedim ya hayatımın namazıydı. Daha önce böyle bir namaz hiç mi ama hiç kılmamıştım!”
Demişler ki: “Serdengeçti! De hele sen namazı nerede kıldın?!”
“Ranzanın üst katında!” demiş.
“Anladık ki” diyor Üzmez, “Serdengeçti duman altı olmuş. Alt kattakiler esrar çekiyor, dumanı da haliyle yükseğe çıkıyor. Bizim Serdengeçti de ikinci kat ranzanın üstünde namaza durunca tam duman altı oluyor ve esrarın etkisiyle daha önce hiç görmediği şeyleri görmeye başlıyor ve de kerameti kendinde sanıyor.”
Uçanların nasıl uçtuğunu sanıyorsunuz?
Şeyhler -haydi yumuşatalım müteşeyyihler (sözde şeyhler) diyelim- kerametlerini kendilerinden mi biliyorlar? Ayı malağının, arkasındaki kızgın anaç ayıyı görmesi üzerine dizlerinin bağı çözülen Vaşak’a efelenmesi ve karşısındakinin korkusunu kendinden bilmesi gibi komiklikler her zaman yaşanıyor.
Ama bütün bunları gören göz görüyor, düşünen ve intikal gücü olan akıl çözüyor.
Allah, aklı olanlara hitap ediyor, onları muhatap alıyor.
Yukarı Mısır (Saîd) halkı için “En kıymetli beyinler onlarda!” derler, “Çünkü beyinleri sıfır kilometrededir, henüz daha hiç açılmamış” diye de izahını yaparlar.
Bu durumda Müslümanların akılları da çok kıymetli olmalı?
O da varsa tabii!
Her şeylerini sahte şeyhlere kaptıranların haberlerini okuyoruz. Ne rezaletler duyuyoruz. Mahkemelerce tescillenen şeyhlerin müritlerini iğfalleri haberleri hiç eksik olmuyor.
Gerçekten bu insanların akılları var mı?
Ve onları iğfal eden zavallılar, bu güçlerini kendi kerametlerinden mi biliyorlar, yoksa dayanmış oldukları bî idrak süfelânın cehl-i mürekkeplerinden mi?
Ya Rabbi! Aklımızı başımızdan alma!
Güç de sende kudret de sende!
Bi hakkın mabudumuz sensin.
Yoktur tapacak, Çalap’tır ancak!
İyyâke na’budu ve iyyâke neste’în!
İhdinâ’s-sırâta’l-müstekîm,
Sırata’llezîne en’amte aleyhim.
Gayri’l-mağdûbi aleyhim vela’d-dâllîn!
Âmîn!
15.03.2013
GARİBCE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...