Akşam Papa’nın istifa kararıyla ilgili bir yazı
okudum.
Papa dünyayı “hızlı değişimler ve inanç dünyası
ile yakından alakalı sorularla örülü” olmakla nitelemiş ve artık bu yükü
taşımaya gücü kalmadığını söylemiş ve istifa kararı almış.
Bunun üzerine ben de şöyle bir not düştüm:
“Değişim, çok şeyi değiştirdi. Eskiyle
gitmeyeceğini galiba Papa da gördü. Biz ise hala Bina okuyoruz.”
Hemen alttaki muhabbet hasıl oldu:
Mehmet Erdoğan -Yani mesele odur ki bina
bir kez okunur geçilir, ama biz hep yeniden yeniden aynı şeyi okumuşuz.
Mehmet Erdoğan -Ve yüz seksen defa… Dünyanın
etrafı 360 derece, 180 eder yarısı, yarısı gece yarısı gündüz, demek tüm
gündüzler öyle, eh ne diyelim şimdi biz...
Garibce bu günlerde üst üste Arapçanın öğrenilmesi
ve Temel İslam Bilimleri tahsil edenler için olmazsa olmaz olduğu konusunda
yazılar yazdı. Orada naklettiği Kasım Efendiye ölümcül hastanın vermiş olduğu
cevap da oldukça manidardı:
“-Hoca efendi benim imandan Kur’an’dan zorum yok,
ben ehmek yiyemirem!”
Bu söz tam da bizlik bir cevaptı.
Garibce’nin sorunu sistemlerle değildir. En kötü
sistem bile hakkı verildiği zaman er ya da geç insanı maksadına ulaştırır.
Ben şahsen eski usul ile okumadım. Birkaç hocaya
gittiğim oldu, İzzî’den birkaç sayfa bir hocadan, Kâfi’ye’den birkaç sayfa
başka bir hocadan ve tabi aralıklarla okumaya çalıştım. Ama bunlar beni
sarmadı.
Fakültede Reşîd Şertûnî’nin Mebâdiü’l-Arabiyye
adlı serisinden bir miktar okuduk. O güzel bir kitaptı. Bir papazın yazması idi
ama Gavur icadı arabaların sözde yerli olanlardan daha iyi olabilmesi gibi dil
öğretiminde çok yararlanılabilecek bir kitaptır. Bol örneklidir. Temrinleri
çoktur. Dil, ancak temrinlerle (alıştırma) öğrenilir. Nitekim bizim Mehmet
Zihni Efendi’nin Müntahab ve Muktadab adlı kitapları da bol örnekli ve iddialı
kitaplardır.
Sonra Haseki’de hızlı bir şekilde bunların bir
kısmını okuduk. O sırada artık biz Arapçayı biliyor sayılırdık. Bir hevesli hoca efendiye Izhar okuttum. Ve
gördüm ki Izhar, müthiş bir özet kitap. Ama dili bilenler için. Dili öğrenmek
için değil.
Eski sistemler kısa metinler şeklindedir ve
bunların ezberlenmesi amaçlanır. Sonra sonra bunların kendiliğinden çözüleceği
ve içindeki saklı bütün sırların ortaya saçılacağı varsayılır. Bizim Bina
okuyanlar bunun hakkını vermezler ama ancak hakkı verildiği zaman ortaya
çıkabilecek olan semereleri hak etmeden beklerler. Öyle olunca da semere bir
türlü ortaya çıkmaz. Ara soğur işe yeniden başlarlar.
Hani emme basma tulumba ile su çıkarmak için bir
tas ödünç su tedarik edilir (hoca unsuru), onun yardımıyla suyun memba ile irtibatı
sağlanır ve ondan sonra da pompaya basıldığı sürece su çıkmaya devam eder.
Bizim bina okuyucusu ne yapıyor zora ki ondan bundan tedarik ettiği suyu israf
ediyor, o suyu tulumbaya dökmesiyle birlikte canhıraş pompaya asılması
gerektiğini unutuyor, oyuna eğlenceye dalıyor sonunda kaynak ile temasa
geçemeden elindeki su (imkân) tükeniyor. Olmadı hadi bir daha ve tabi ki gene
sıfırdan başlayarak. Gene bir maşrapa ödünç su tedariki (bu kez belki başka bir
hoca) yeniden bir heves, yine pompanın başına geçip öykünmeler ve azim yok,
gayret yok, himmet kısa… gene kaynağa ulaşamadan eldeki imkanı tüketiyor ve bu
hep böyle devam edip gidiyor.
İlk okuduğunu ikinciye basamak, ikinciyi üçüncüye
bir türlü basamak edemiyor. Her defasında sıfırdan ve yeniden başlıyor…
Bütün bu olup bitenleri seyreden atası da ne
yapsın hayıfla “Bizim oğlan Bina okur, döner döner gene okur!” diye söyleniyor
ve israf edilip, tüketilen imkânlara yanıyor.
ZA kızımızın çok yerinde tespiti ile onun
çocukları da her yaz Elifbâ cüzü okuyor, Kur’an’a geçiyor. Ertesi yaz
geldiğinde bir de bakmış ki her şey unutulmuş, yeniden baştan ve sıfırdan
başlanıyor…
Yahu bu atalarımız yaman adamlarmış ve gözlerinden
hiçbir şey kaçmazmış. Müthiş gözlemcilermiş. Nasıl da yerine koymuşlar sözü,
taşı gediğine koyar gibi.
“Bizim oğlan Bina okur,
Döner döner yine okur.”
Garibce’m de ne yapsın
bakar ahvale o da yazar, sonra bakar yok bir değişiklik, döner gene yazar.
Dua ile!
12.02.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder