8 Şubat 2013 Cuma

İnek almir! Dana emmir! İmdi bu dili kim anlir!



Garibce bugün Fakültemize İzmir'den gelen Hüseyin Elmalı hocadan öğrenmiş olduğu bir Erzurum deyişini Feys’de paylaştı.
İnek almir! Dana emmir!
Arkasından da bir soru sordu:
İmdi bu dili kim anlir?
Yorumlar geldi: Bir ikisi şöyle idi:
Erzurumliler anlir değerli hocam:))
O anlıyır bu anlıyır biz anlıyormuyuz
Burcu kızımız “İlmi olan vermek istemiyor, ilme ihtiyaç duyan almıyor” şeklinde güzel bir yorum yapmış.
Bir Azeri dost şöyle diyor: Ben anlıyorum Hocam: İnek almıyanda eyitmek lazım, buzov emmiyende yollamaq lazım :)
Oysa menim mahsad başka idi.
Men sorirem ve direm ki bu dili kim anlir?
Cevaplara bakirem. Menim mahsad bu değildir direm.
Garibce ne güne durur? İşte ondan beklenilen de budur: Desin bakalım maksadı ne?
Efendim ben bu soru ile “Bu ağız ile söylenmiş bu sözü kim anlar” demeyi kastetmedim. Asıl kastım değişimin dile yansımasına bir örnek teşkil edecek bu sözü sizlerle paylaşmaktı.
İmdi bu söz ne demektir:
Önce “inek”ten başlamalı. İnek sığır cinsinin dişisine denir. Sığırı biliniyor farz ederek açıklamaya devam edelim: Yeni doğana buzağı denir. Buzağı biraz büyür dana olur. Dana biraz büyür dişi ise düve erkek ise erkek dana ve ardından tosun olur. Aynı zamanda boğalık çağına da ermiş olur. Kolay kolay zapt edilemez. Damızlık olarak tutulmayacaksa eğer iğdiş edilir, burulur ve böylece öküzlüğe terfi eder. Öküz olmanın bir raconu vardır. Oha’dan anlar; ohasına göre kağnıyı durdurur ya da zelve kırdırır. Günümüzde öküzlere ihtiyaç kalmadığı için erkek danalar –damızlık boğalar hariç-  belli bir iriliğe erişir erişmez doğruca kesimhaneye sevk edilirler. Et ihtiyacını karşılarlar.
Düve ise gebe kalır ve yavrular, böylece o da ineklik mertebesine yükselir. Öyle bir anda ne öküz olunur ne de inek. Her şeyin bir raconu vardır. Âdâb dahi yerine göre bunlar üzerinden öğrenilir. Mesela “Öküz olmadan göbe etmeye kalkışmak!” çok büyük bir ayıptır ve kendini bilmezliktir. Her şeyin bir vakti saati vardır.
Öküz olacak dana yürüyüşünden belli olur. Bazen b.kundan da anlaşılır. Bu adam olacak çocuklar için de söylenir.
İneğin almasına gelince, hayvan yavrulayınca buzağısını benimser ve emzirir. Normal davranış şekli budur. Bazen ise inek kendi yavrusunu kabul etmez, onu bir türlü yanına yanaştırmaz ve teper emzirmez. Bu durum önemli bir sorun oluşturur. Tabii çaresizlik diye bir şey yoktur. Her şeyin bir çaresi vardır elbet. Mesela muska yazdırmak bunun bir yoludur. Bir iki yumurtaya yahut bir pilice bu iş bağlanabilir. Ama daha etkin olanı –hem de rasyonel- yakmaktır. Diyeceksiniz ki ne yakması? İneği buzağısına yakmak. Ben bunu görmedim ama keçinin oğlağa nasıl yakıldığını bilirim. Bu işi bilen biri bunu yapıyor ve sonunda inek buzağısına, keçi oğlağına, koyun kuzusuna yakılınca daha önce almayan yani yavruyu emmek üzere yaklaştırmayan hayvan almaya başlıyor. İşlemin esası, kendi vajinal salgısı ile yavruyu ovmak ve tuz ile birlikte kendi salgısını yalatarak hayvanın kendi kokusunu yavruya sindirmek oluyor.
İnek almazsa yakma işiyle sorun böylece çözülmüş oluyor.
İyi de bir de dana emmiyorsa! İşte o zaman sen sahibinin çilesine bak. İneği mi yaksın, buzağıyı mı halletsin (ona ne edeceğini ben de bilmiyorum). Benim böyle bir olayın çözümüne tanıklığım yok. Ama belli ki çok zor gibi gözüküyor.
Şimdi dört kelimelik bir sözün izahı için benim bu kadar yazı yazmam gerekiyorsa ya aklımdan zorum var demektir ya da hakikaten ortada düşünülmesi gereken bir durum vardır.
Durum şu ki dil, diğer canlı organizmalar gibi hayatın içinde doğar, gelişir ve sonunda ölür.
Bizim, hayatımıza yön vermek, zor ve mudil konuları açıklamak üzere ödünç aldığımız (istiare) bütün durumlar yaşanılan ve bilinen hayatın içinden olur. Bizim kullandığımız bu deyişler bizzat bizim kendi yaşadığımız hayata aitti ve dilde olan bu öğelerin hayatta karşılıkları vardı.
Din dili, tarım toplumunun dili idi.
Kültür tarım toplumuna aitti.
Bunun tabii sonucu olarak da bizzat yaşanılan hayatın içinden hareketle belirlemeler yapılmaktaydı.
Diyet deve üzerinden,
Zekat, deve, sığır, davar (koyun-keçi) üzerindendi. Maaştan değildi, çünkü maaş yoktu.
Öşür, hububat (tarım ürünleri) üzerindendi. Kira gelirlerinden değildi çünkü böyle bir sektör yoktu.
Sadaka-ı fıtır yarım ya da tam ölçek hurma, arpa, buğday… idi.
Haklar tahıl ile ödenirdi. Ne hakı dendiğini duyar gibiyim: Çobanlık, imamlık, bekçilik, un öğütme, yarma dövme, ırgatlık… gibi satın alınan ne kadar hizmet varsa hak diye onlara denirdi. Çobanlık hakı, değirmen hakı, dink hakı gibi (Bu arada bizim dingimiz vardı ve bir ara işletmesi benim üzerimdeydi).
Ölçekler de ortalama parmak, tutam, karış, ayak, zira, kulaç… gibi şeylerdi. Ağırlık ölçü birimi iki ucu kesik arpa tanesi ve bunun katlarıydı, hacim ölçüsü avuçtu ve bunun katlarıydı… Müd, sa’, vesk… gibi.
Kısaca bunların hepsinin hayatta karşılıkları vardı.
Şimdi… Şimdi yok.
Bunların hepsi değişmiş vaziyette.
Ama kadim kitaplarda ve eskilerin dilinde kısmen yaşamaya devam ediyor.
Ne var ki sanayi ve arkasından bilgi ve finans çağının çocukları olan yeni nesiller bunları anlayamıyor. Niye? Çünkü yaşadıkları hayatta karşılıkları yok.
Mesela: “El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu batman sanır?” dedik.  Kavunu, karpuzu, patatesi, soğanı… hayatında bir kez olsun batman ile satın almamış bu yeni neslin çocukları batmanı (sekiz kiloluk bir ağırlık birimi) bilmez. Batmanı bilmeyince de sözü anlamaz. Sadece sezer. Sezgi de, bilgi için yeterli olmaz.
“Öküz olmadan göbe etmeye kalkışma!” dediğiniz zaman birisine yeni nesil size nasıl tepki verir? bilinmez.
“Halep ordaysa arşın burada!” ne demektir?
“Tezekten terazinin tezekten olur dirhemi!” Tezek ne, dirhem ne? Ne bilsin bizim İstanbul çocuğu.
Ben Aralık müftülüğü yaptığım 1979 senesi kışı tezek yakmıştım ve bilirim. Hatta oradaki adı “kokaryakıt” idi ve pek bir meşhurdu.
Hükümet, Erzurum'a bir yazı göndermiş:
“Kışın soğuk geçeceği anlaşılmaktadır... Kullandığınız yakıtın cinsini, kod numarasını ve stok durumunu acele bildiriniz.”
Erzurumlu bir köy muhtarı da hemen Ankara'ya cevap yazmış:
'Yakıtımız pohtir...
Kod numarası yohtir.
Stokumuz ise çohtir.”
Bizim kokaryakıtın da galiba kod numarası yoktu. Odun kömürüne yakın ayarda bir ısı verirdi.
Öküzün trene bakması ne anlama geliyordu.
Öküzün altında buzağı arama, münasebetsizliği anlatmaya yetiyor muydu?
Ev danası öküz olmazdı. İyi de siz bunu Fakültenizde asistan olmuş bir mezununuza söyleseniz, bu bir iltifat mı ya da hakaret mi olarak anlaşılırdı?
Bir götü boklu dananın, bir dam sığırı boklamasının, bugünkü hayatta karşılığı ne idi?
Öküzün ölümü ile ortaklığın bozulmasının ilgisi neydi?
Bu ve benzeri binlerce soru sorulabilir.
Bunların hepsi vaktiyle yaşanılan hayattan alınmış ve herkesin hemencecik anlayabileceği bir anlamı somutlaştırma amaçlı kullanılmıştı. Şimdi yaşanılan değişimle biz anlamı daha açık olan sözlerle anlatacağız derken, önce sözün anlamını anlatmaya mecbur mu kalacağız.
Ya da yeni bir dil mi geliştireceğiz.
Tarım toplumu kültürüne ait bütün verileri bu yeni dile aktarmadan değerlerimizi nasıl koruyacak ve kalıcı kılabileceğiz?
İşte benim sorudan maksadım bu idi!
Garibce değil mi?
Dua ile!
0.02.2013
GARİBCE

8 yorum:

  1. Konuya ilgi duyanlar Garibce'nin "Güncel Bir Din Diline İhtiyaç Var" başlıklı yazısını da yeniden okuyabilirler.

    YanıtlaSil
  2. herdogan38@.
    Ah be Garibce...! Daştın yine deli gönül, sular gibi çağlar mısın...? Türk Dil Kurumu duyar mı acep senin feryadını...? Aklıma gelen o ki, bir zamanlar kültürümüzün omurgasını teşkil edip bu gün mezarı bile belli olmayan tabir/deyim/kavram/mesel...vb zenginliklerimizi zatınıza ait üslupla bir kitap haline getirseniz de, tarihi bir misyonu eda etseniz, çok yahşi olur...Sağ olun sayenizde hatırımızda iz bırakan kavramları yeniden tahattur ediyoruz..

    YanıtlaSil


  3. Semra Kaya çok güldüm hocam sayenizde Allah razı olsun

    Fatih Özçelik "Çağdaş Meydan Okumalar Karşısında Ulema: İmkanlar ve Riskler"
    Şaban Ali DÜZGÜN hocamızın kelam araştırmalarında kaleme aldığı makalede konuya dair okumaya değer..

    Nazan Şahbaz Erdoğan ''sezgi bilgi için yeterli olmaz'' zelve kırdırmak?

    Mehmet Erdoğan Konuya ilgi duyanlar Garibce'nin "Güncel Bir Din Diline İhtiyaç Var" başlıklı yazısını da yeniden okuyabilirler.

    Mehmet Erdoğan Bu vesile ile ben de şöyle bir göz attım tekrar var mı diye endişem vardı. Endişem zail oldu. Garibce demek halin yazganı. Ne geliyorsa onu yazıyor.


    Mehmet Erdoğan Nazancığım, zelve öküzü boyundurukta tutmaya ve bağlamaya yarayan oklavadan biraz kalın meşeden yapılmış kırk santim uzunluğunda özel çubuk.

    Zekiye Güntan Çok güzel anlatım, Sağolun hocam varolun,

    Esra Özgün çok güzel bir yazı olmuş, bizi güldürdünüz Allah da sizi güldürsün hocam. dilin güncellenmesi mevzuuna gelince bunların sistemli bir şekilde nasıl yapılabileceğini düşünüyorum da beynim uyuşuyor:) sahi nasıl olabilir. islam hukukçularının gündeminde yer alıyor mu bu konu. (sanki bu konulardan çok anlıyormuş gibi soruyorum kusuruma bakmayın)

    YanıtlaSil
  4. Duran Ekizer yani eskiden kullanılan kalıplar ve cümleler artık anlaşılamıyor demek istiyor hocam. değişim ve modernite hepimizi değiştirdi. tabi başta dilimizi. yani kimse anlamıyor bu cümleyi. zira günümüzün çocukları ne anlar ineğin buzağısını reddetmesini, ne anlar buzağının bazen anasını emmek istememesini. eskiden gözer vardı, tekne vardı, orak vardı, tırpan vardı, kuzuları emiştirmemek vardı. gavurga vardı vs. vs.

    YanıtlaSil
  5. çok hoş gerçekten

    YanıtlaSil
  6. Hocam çok iyi ve muthis örnekler

    YanıtlaSil
  7. Zübeyir Fırat
    Bu yazıyı her okumamda,
    Bir tebessüm
    Bir hüzün kaplar içimi...
    Bazen o anı yaşarım...
    Kendimi Güney Torosların kekik kokulu zümrüt yeşili yaylalarında bulurum.
    Oğlak güderim...
    Cızzana binerim...
    Mezla ağacına kurulan hıllangaçta sallanırım...
    Kuru dere yataklarında ki taşlarda oluşan yosunları tükürükle ıslatır, şal bir taşla sürte sürte kına yapar ellerime sürerim...
    Şimdi mi?
    Her sabah, çiy tanelerini kurutarak alayçıkların üzerine düşen güneşi beklerim...
    Ve
    Garibce'nin ellerinden öperim.

    Mehmet Yildirim:
    Bu yazıyı okuyunca kendimi yeniden Madazı köyünde buldum. Mükemmel bir tasvir.

    YanıtlaSil
  8. Hasan Kurt: Erzurum'un sokaklarında yürümüş, yiğit dadaşlar diyarında kimisi 4, kimisi 5, bir kısmı da daha fazla kalmış olanlar anlir ki, bu sözlerin yazarı Erzurum'da 5 yıl kalmıştır.
    Allah razı olsun.
    Hatıralarımızı yâd etmeye vesile oldunuz.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...