Kul idik şaştık.
Kendimizi aştık.
Şimdi Allah’ı sınıyoruz.
Bize bir kıyak yapacak mı?
Ya da bizim kıyağımızı görecek mi?
Canımıza minnetti İslamiyet. Can simidi gibi
imdadımıza yetişmişti.
Oysa biz minnet bekliyoruz. Hem de Allah’tan ve
yaşasaydı tabii peygamberinden.
Önden gidenlerimiz de yok değildi hani, ömrünü deve
kıçı yağlamakla geçirmiş bedevilerden.
İnsanlık nedir, hakşinaslık nedir bilmez hödük
Müslüman olduydu ya, peygamber onun bu kıyağını elbette görmeliydi. İltifatta
kusur etmemeliydi. Bağırtısına hemen çıkıp cevap yetiştirmeliydi, geğirtisine
dua etmeliydi. Dağıtımını adil yapmasını ona kendisi öğretmeliydi.
“Müslüman olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi senin
başına kakıyorlar. De ki: “Müslüman olmanızı bir lütuf gibi bana hatırlatıp
durmayın. Tam tersine eğer doğru kimselerseniz sizi imana erdirmesinden dolayı
Allah size lütufta bulunmuş oluyor.” (el-Hucurât
49/17)[1]
İyi de anlayacak irfan nerede? Varlığını bir lütuf,
bir ihsan bilmeyen, has cevherin demir bokundan ayrılması için ateşe sokulması
gibi sınanmak için burada olduğunun farkında bile olmayan kerametini kendinden
bilen kaba saba yontulmamış köksüz ve ruhsuz adam azgınları Allah’ı sınarlar,
peygamberine minnet ederler.
İçinde belki bir tutam cevher var yok. Ağzına kadar
cürufat dolu halleriyle aleme nizam verirler. Ne aczlerini bilirler ne
hadlerini.
Varlıklarını kendilerinden, sahip oldukları
zenginliklerini dehalarından bilirler.
Yerde ve gökte ve her ikisi arasında ne varsa insanlık
için dediğini o kendisi için anlıyor. Buna sebep başkasının elinde ne varsa
kendisinin bildiği için onu elinden almayı hakkı görüyor hatta neden kendisine
ait olanın başkalarının elinde olabileceği bir türlü aklına ya yatmıyor, bir
yanlışlık olmalı diyor.
Müstağni bir tavırla haksızlık ediyor, taşkınlık
yapıyor ve zulmediyor.
Allah yaptıklarının karşılığını vermeyince ya da
insanlık bir olup haddini de bildirmeyince bu durumdan yaptıklarının
yerindeliğinin delillerini çıkarıyor. Bilmiyor ki bilen biliyor.
O şöyle buyuruyor:
“Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen
cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir
süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler,
ne de öne geçebilirler.” (en-Nahl 16/61)[2]
Ey mazlumlar, haksızlık ve zulme uğrayanlar! Bu
haddini bilmezlerin öyle olmalarında acaba sizin hiç mi kusurunuz yok. Bu
ejderhalar küçücükken başları ezilesi yılan idiler de siz onları
ilgisizliğinizle ve nemelazımcılığınızla beslediniz ve onlar bu hale acaba öyle
mi geldiler. İsterseniz siz de şu ayeti okuyun:
“Başınıza her ne musibet gelirse, kendi
yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder”. (eş-Şûrâ 42/31)[3]
Kul bilmeli ki başına her ne geliyorsa kendi
kusuru yüzünden gelir. Şimdi biçtikleri belki güzün ektikleridir. Ödediği
fatura ihmallerinin bedelidir. Belki gecikme zammıdır. Daha kötüsü belki
yoldadır.
Ama O, o kadar yüce ki gene de çoğunu affediyor.
Ödediklerimiz ıskontolu bir tediye oluyor. Ne var ki bize bu bile ağır geliyor.
Ya Rabbi! Yüzümüzü sana tuttuk!
Kulluğumuzu belli ki unuttuk
Sen Vedud’sun kullarını seversin
Anne kucağında debelensek de asi bir çocuk gibi
Sen yine de esirgersin bizi
Müstağnilik uymaz bize, aç ve bî ilacız.
Evvel ahir her daim ya Rab Sana muhtacız!
04.02.2013
GARİBCE
[1]
يَمُنُّونَ
عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُمْ بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ
عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (17) [الحجرات :
17]
[2]
وَلَوْ
يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَكِنْ
يُؤَخِّرُهُمْ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ
سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ [النحل:61]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder