Bir
okuyucumuz imdat diyor. Garibce’den medet umuyor.
“Hayırdır,
ne oldu?” diyorum.
“Söyle
hele, derdini söylemeyen dermanını bulamaz.”
Hocam
diyor: “Sosyal ağlarda yani sanal alemde (Facebook özellikle) insanların
rahatlığı hakkında, sanki yaptıklarını kimse görmüyormuşçasına(!) davranmaları bizi
çok rahatsız ediyor. Yani nasıl anlatsam
o kadar abartıldı ki bu iş artık, insanlar tanımadıkları hatta hiç görmedikleri
insanlarla evlenme niyetli (esas niyetleri ancak O bilir.) görüşmek ısrarında…”
“-Eee!
Ne var bunda! Adam ne güzel evlenmek istiyormuş işte.
Eskiden
olsaydı bir elbir tutacaktı. (Bu arada elbir diye kız ile oğlanın arasını
bulan, haberleşmelerini sağlayan kimseye denirdi.)
Ondan
sonra mektuplaşma işi çıktı. “Kızlara okumasını öğretin ama yazmasını
öğretmeyin, çünkü sevgililerine mektup yazarlar” diye atalarımız çok direndi
ama gene olacağa kimse mani olamadı. Şimdilerdeki bin sözün yerine eskiden bir
söz yetiyordu ve o bir sözü de kişi ya kendisi ya da elbiri vasıtasıyla bir
yolunu bulup ille de söylüyordu. İşlemeli çevreler, bir ayna, bir tarak… nice
anlamlar taşıyordu.
Bir
zamanlar ellerde telsiz “Brek! Brek!” diye keklik gibi ötüşen erkekler ve
dişiler vardı.
Şimdi
belli ki yeni bir çağ başlamış. Sanal aleme evrilmişiz. Evrilme mi devrilme mi
henüz ne olduğunu da anlamamışız.
İmdi
eskiden okuldan kaçarak kız/ oğlan tavlamaya giden gençler, şimdi bu kez sanal âlemde
ava çıkar olmuşlar. Ağlarını germişler, oltalarını atmışlar ağlarına düşecek,
zokayı yutacak avı beklemeye koyulmuşlar.
Bu sadece
kızlar için değil aynısıyla tersinden de geçerli. Nice gelin kızdan daha
utangaç ve afif delikanlı, fettan bir dürtüşle dengesini bozup kafa kola
gelmesi sonunda kendini umutsuz bir vaka içinde bulabilmektedir.
“Bu
gerçekten çok tehlikeli ve sakıncalı bir durum…” diyor.
Hee ya
gerçekten çok tehlikeli ve sakıncalı. Ama eskiden de öyle idi beya!
Nice
körpe kızlar, ağzını şapırdatarak avını bekleyen aç kurtlara av olabiliyordu.
Aslanın
aç karnını ve yavrularını doyurmak için ceylanı avlaması zulüm sayılır mıydı?
Yoksa işin doğası mıydı bu? Yapılan keyfe keder miydi?
İş bu
noktayla sınırlı olsa denilebilecek pek fazla bir şey olmayabilir. Ama canavarlaşan
ruhuyla sürünün tümünü kırmaya çalışır, karnını doyurmakla yetinmeyip, ihtiyaç
miktarı ile sınırlı kalmayıp, geride kalana acır bir durum sergilerse o
takdirde gerçekten haksızlık etmiş, zulüm irtikap etmiş olurdu.
İmdi bir
er ya da hatun kişi gerçekten kendisine bir eş bulmak niyet ve iradesiyle sanal
âlemde gezinse, kendisine denk gördüğü adaylar ile diyalog oluşturma çabası
içerisine girse… bu tavrı makul görülebilir mi?
Bu sanal
medya, kendinden değer yüklü bir şey midir, yoksa tanışmanın, tartışmanın, sohbetin,
saldırının ve hatta küfürleşmenin… bir imkanı, bir platformu mudur?
Ben
ikincisi olduğu kanaatindeyim. Hepsinde da az çok bir bezim oldu diyebilirim.
Faydasını gördüm, ama henüz zararı ne oldu hesap edemedim, fatura henüz ortada
yok, göremedim. Ama bıçak sırtı gibi bir zeminde olduğumu hep hatırda tuttum. Girdap
gibi beni içine çekebilecek bir kara delik olabilme ihtimalini hiç aklımdan
çıkarmadım.
Dolayısıyla
bu zeminin özünde kötü olduğunu söyleyemeyiz. Onu kötü ya da iyi yapan bizim
irademizdir ya da esiri olduğumuz insiyaklarımız, hırs ve ihtiraslarımızdır.
Burada yani
sosyal medyada görünmek noktasına gelince, gerçek hayatta görünen birinin
burada kendisini görünmez kılması benim öteden beri pek anlayamadığım bir
şeydir zaten. Söz gelimi Fakültede okuyup da Mezuniyet Albümüne resmini
koydurmamayı ben oldum olası anlayamamışımdır.
Gerçeğinden
kaçmayan bir insan, sanalından niye kaçar ki.
Sanal
medyada görünürlük modern bir olgudur ve bizim için oldukça yenidir. Düğün
davetiyesine eşinin adını bile yazdırmayıp nokta nokta ile geçiştiren benim
gibi birinin kızlarının sosyal medyada
kendi öz kimlikleri ve resimleriyle arzı endam etmesi gerçekten büyük
bir olay olmalıdır.
Kişi modern
hayatta varsa, onun meydanlarında ve imkanlarında da var olması bunun tabii bir
uzantısı gibidir.
Ha,
iradesine hâkim değilse, motor güçlü ama fren mekanizmasından yoksunsa, bir
otokontrol mekanizmasından hali ise o zaman zaten ne yapsa yeridir. Akıntıdaki
bir kütük gibi kendisini hangi taştan taşa vuracağını zaten kendisi değil,
akıntının istikameti ve şiddeti belirleyecektir.
O
gibiler ha gerçek hayatta sürüklenmişler ha sanalında… Bu gibiler için bu akıbetten
korunmak çok güç gözüküyor.
Kişiliği
oluşmamış, iradesi hevâsının zebunu olmuş, özgürlüğü aklına eseni yapma, hırs
ve ihtiraslarının peşinden koşma zanneden kimseleri siz zincire bile vursanız, onlar bir
yolunu bulur gene yapacaklarını zaten yaparlar.
Bir
hapishanede mahkûmlar kumara çok düşkünmüşler. Ellerinden kumar oynamaya imkân
verecek her türlü malzemeyi almışlar. Bunlar hemen bir kutu lokum almışlar ve
herkese birer tane lokum dağıtmışlar ve ondan sonra kimin lokumu üzerine sinek
konacak diye beklemeye başlamışlar. Kumarcıya, kumarın yolu mu olurmuş, o ille
de bulur bir yol.
O
itibarla, modern insana sanal medyada gözükme demek, çağın ruhuna pek uymuyor.
Hem diyeceksiniz ki imaj her şeydir. Görünürlük çağın en karakteristik
özelliğidir. “Görünüyorum, o halde varım!” artık varlık felsefesi olmuştur. Bu
insanların görünürlüğünü engellemek, onları sanki bir tür dört duvar arasına
hapsetmek gibi bir şeydir. Bu bir yol değildir. Vaktiyle televizyon ile
mücadelede televizyon galip geldi. Şimdi de sosyal medya galip gelecektir.
O yüzden
ey söyleyecek sözü olanlar, bilin ki sözünüzü söylemenin imkânı artık bu yeni
alanlar. Bu yeni araçlar. Bu alanlarda yoksanız, siz ha varsınız ha yoksunuz durumunda
olacaksınız. Bilgi elde etme araçları içinde başı çeken televizyon imiş. Örgün
eğitim ise sadece yüzde birlik bir payı oluşturuyormuş. Geri kalanı da medya.
Ona göre ey ahali! Para edecek bir değeriniz varsa, bunun en büyük pazarı artık
bu mekânlar.
Nabzını
tutmak ve dilini kullanmak sözünüzü ulaştırabilmenin bu alanda da elbette ön
koşulu olmaktadır.
Öyle ise
bu dünyada gerçekten var iseniz, sanal âlemde de kendinize bir yer açın.
Söyleyeceğinizi orada da söyleyin. Sözü olanları orada takip edin. Bilgi ve
hikmetin adresi artık bu alanlarda aranmaya başladı.
Doğrusu
ben de özellikle Garibce’ye sebep sosyal medyaya iyice takılmış durumdayım. Bir
kısmı akraba ama çoğunluğu talebe ve tanış olmak üzere çok sayıda arkadaşım
oldu. Sadece şöyle bir göz gezdirme ile bile bu alanda varlıklarını sürdüren
yakınlarımdan kimin nerede, ne yaptıklarını eskisinden çok daha iyi biliyorum
artık. Fakültemdeki öğrencilerin benim ve diğer hocalarımız hakkındaki düşünce
ve değerlendirmelerini çok daha iyi takip edebiliyorum. Güncel olayları izliyor
ve özellikle kendi ilgi alanımla ilgili konuları tespit edebiliyor ve buna
sebep Garibce için hiç konu sıkıntısı çekmiyorum. Kendisine itimat ettiğim
takipçilerimin tavsiye ettikleri yazıları özellikle okumaya çalışıyor ve
kendimin de beğenmesi halinde ben de paylaşıyorum.
Garibce
ama, artık bu işler böyle gidiyor.
İşte bu
ortamda evlenme çağındaki gençlerin bu imkânı bu kez kendi ihtiyaçları
doğrultusunda kullanmaları zaten beklenen bir durum olmalıydı. Nitekim gençler
de bunu hep yapıyor olmalılar.
Bu gibi
konular açıldığı zaman aklıma hep Erzurumlu ehram içindeki bir genç kızın, arka
mahallelerde arkadaş evine gitmekte olan benim görüş alanıma girince ehramını
açıp yüzünü göstermesi sahnesi gelir. Eee ne de olsa o zamanlar genciz, üniversite öğrencisiyiz, evlenme
çağındayız –ki o zamanlar genelde son sınıfta nişanlanılır, işe girilir
girilmez de evlenilirdi- … Şimdi o ehramın içinde evlilik çağında kendisine
hayırlı bir kısmet çıkmasını bekleyen o kız ben olsaydım, onun yaptığını ben de
yapardım ve yaptığıma belki kendi
kendime gülerdim de!
Atılan
her oltadan balık çıkmaz. Ama olta atılmadan da balık tutulmaz ki. Bu böyle.
Bir de
şöyle bir durum var:
Şimdilerde
artık iş başa düşmüş durumda.
Eskiden
olduğu gibi kaygımızı çekecek dedeler, babalar, dadaşlar, ağalar, amcalar…
kalmadı. Kalmış kızın kaygısını çekecek amca oğulları yok artık.
Kızın
yaşı ilerlemiş. Şegav diye bir köy varmış uzakça, oradan bir isteri varmış. Bir
de amcasının oğul varmış, yaşı küçükmüş. Abisi acaba bu kızı ne yapsak diye
düşünür dururmuş. Kız çeşme başında su için toplandıklarında hal hatır
sorusuna:
“Şegav ırak,
emmim oğlu ufak, dadaşım şaştı kaldı!” demiş.
İmdi
modern aile yapısı, göç olgusu ve gurbet savruntusu kaygıyı başa düşürdü.
Gençler kendi işlerini kendileri halletmeye başladılar. Haliyle tecrübe sahibi
oluncaya kadar canları çok yanabiliyor, umutsuzluğa düşebiliyorlar, kendilerini
çaresiz görebiliyorlar.
Bindik
bir alamete, gidiyoruz kıyamete, fatura henüz kesilmedi. Kimin ödeyeceği de pek
belli değil.
Yakınma
devam ediyor: “Üstelik bunu yapanlar da ilahiyat öğrencisi veya başka bir
bölümde öğrenci olunca, hatta ve hatta öğretmen olunca, iş daha vahim bir
durumda olmuş oluyor.”
Bence burada
ilahiyat öğrencisi ve öğretmen gibi ayrım yapmak isabetli olmayabilir. Sonuçta
bu alanda görünürlük modern bir ihtiyaç halini alınca –isterse bu bir dayatma
sonucu olsun sonuç olarak bu mevcut gerçekliği değiştirmez- onların da bu
alanda görünür olmayı arzu etmeleri ve taleplerini bu yolla ulaştırmaya
çalışmaları kaçınılmaz olacaktır.
İmdi
bunun usulü ve adabı ne olmalıdır?
Doğrusu
henüz bunun ilmihali yazılmış değildir. Ama şu bir gerçektir ki dünyada gök kubbe
altında yeni bir şey de yoktur. Yeni olan şekillerdir, kalıplardır, yollardır,
araçlardır. O yüzden insanî ilişkiler temelde aynıdır. Yüz yüze ilişkilerde
insanlar bir birlerine nasıl davranıyorlarsa sosyal medyada da benzer
davranışlar geliştirebilirler. Arkadaşlığı kabul etmek ve arkadaşlıktan
çıkarmak kişilerin kendi ellerinde olan bir şeydir. Bize gönderilen mesajı kale
alıp almamak da keza bizim elimizdedir.
“Gönül
kapım açıktır çalmadan gir içeri” diye kapıyı açık bırakacak halimiz yoktur.
Ama kapıyı tümden kapayıp da duvar haline getirmenin de anlamı yoktur. İtidalli
bir davranış burada da geçerli olmalıdır.
Camınıza
biri taş attı diye hemen pencereyi açıp, aşağıya çarşafı uzatıp ne idüğü
belirsiz elin adamını içeri almanın bir mantığı elbette yoktur.
“Baba
bir hırsız tuttum. -Getir oğlum! -Gelmiyor baba! -Bırak gitsin oğlum! -Gitmiyor
baba!” diye ifade edilen türden yavuz hırsızlara bulaşmamak için elbette tedbirli
olmak gerekir.
“Elini
veren kolunu kaptırır” derlerdi eskiden. Bu sanal âlemde de aynısıyla
geçerlidir. İnsanlar karşılaştıkları kimselerin gerçek kimliklerini ve yüzlerini
tanımadan mahrem sayılabilecek birçok bilgilerini, sırlarını, fotoğraflarını
vb. paylaşıyorlar ondan sonra da pişmanlık duydukları zaman ah vah ediyorlar. “Ahbib
habibeke hevnemmâ…” hadisi aynısıyla burası için de geçerlidir. “Sevdiğini
ölçülü sev, ola ki bir gün düşmanın olur. Düşmanına da ölçülü davran, ola ki
bir gün dostun olur!”
Her
şeyden önce ilişkiler insanca olmalıdır. Zorlama ve taciz gibi yollara asla
tevessül edilmemelidir. Böylelerine de imkan verilmemelidir.
Sokağa
çıkan ve görünmeyi arzu eden herkes, görmek isteyenlerce de görülür. Bundan
tabii bir şey yoktur. Ben gezineyim, dolaşayım, ama herkes ben gelince arkasını
dönsün, gözünü yumsun, kulağına tıkaç koysun… şeklindeki bir beklenti yerinde
olamaz. Ama birileri dışarı çıkmış öyle ise bu o yollu diye arkasına düşüp,
kene gibi yapışıp rahatsız etmek, sarkıntılık etmek, hatta taciz ve tecavüzde
bulunmak ve arkasından da ne yapalım aranıyordu şeklinde bir savunma içine
girmek de asla kabul edilebilir değildir.
Bütün bu
tavır ve ilişkilerin insanîlik çerçevesi içinde olması, genel ahlak ve adaba
uygun olması gerekir.
Şunu da
ilave etmekte yarar vardır: Sosyal yapının geleneksel kurumlarının işlerlik
kazandığı devirlerde evliliklerde genelde aileler kendilerine gelin ararlardı
ve kefaet (denklik) şartı vardı ve
önemli olan aileler arasındaki denklik ve uyumdu. O yüzden evlilik çok daha
erken yaşlarda yapılıyordu ve görücü usulü egemendi. Çocuk yaşta evlendirilen
eşler aile içinde hem büyürler ve hem de kişiliklerini birlikte tamamlarlardı. Birbirilerine
iyiden iyiye benzeşirler, tam manasıyla aileye kaynaşırlardı. Eşler dört duvar
arasında baş başa olmadıkları için, sorunların oluşması halinde aile içindeki
diğer fertler tampon vazifesi görür ve eşlerin birbirini yiyip tüketmesi gibi
durumlar az olurdu. Boşanma oranları biraz da o yüzden düşük olurdu.
Şimdi yıllarca
flört ediyorlar ama taraflar birbirlerini gerçek yüzleriyle bir türlü
tanıyamıyorlar. Çünkü her iki taraf da müthiş rol kesiyor, gerçek yüzlerini
saklayabiliyorlar. Bu durum uzuyor ve işi tensel temasa kadar götürenler
oluyor, hatta birlikte yaşam diyorlar, nikahsız her türlü ilişkiyi
sürdürüyorlar. Bir insan karşı taraftan elde edebileceği her bir şeyi zaten
elde etmişse, bunun için ayrıca evlenmeye gerek kalır mı?
Belediye
yeni yapılmış bir daireye su, elektrik, doğalgaz gibi her türlü hizmeti açınca
vatandaş vergi ödeyerek iskan almaya yanaşmıyor. O yüzden şu anda çok sayıda
arsa tapusu ile içinde her türlü hizmetin sunulduğu evler var. Resmen ev
gözükmüyor ama fiilen içinde oturanlar bulunuyor. Birlikte yaşam da galiba
böyle bir şey oluyor.
Bütün
bunlar aile yapısını bozuyor ve fertlerin sağlıklı büyüyüp yetişmesinin yegane meşru
zemini elden kayıp gidiyor.
Evlilik
yaşının giderek yükselmesi bu işi daha da zorlaştıran ve içinden çıkılmaz hale
getiren bir faktör oluyor.
Kızın
karşısına biri çıkıyor. Bir heyecandır sarıyor, her şeyi unutuyor. Aklı fikri o
kişiye takılıyor ve iş ciddiye biniyor. Adam evliliğe yanaşmıyor ve kız
karşısındakinin kendisini kullanma amacında olduğunu görüyor ve vazgeçiyor. Ama
yorgun ve bitkin düşmüş bir ruh haleti ile enkaz yığını gibi bir vaziyette.
Kendisini toparlaması aylarca zaman alıyor. Her şey yoluna girmiş gibi gözükürken
karşısına bu kez bir başkası çıkıyor. Üç beş ay yine öyle. Arkasından gene
olmuyor. Zaten bu işler ilkinde olmayınca diğerlerinde çok daha zor oluyor.
Derken öyle bir haleti ruhiye oluşuyor ki artık iyice usanmış ve bıkmış biri
olarak “Artık yoruldum, önüme çıkan ilk kişi ile evleneceğim, yürürse yürür,
yürümezse bu evlilikten bir çocuk yapsam o da benim kârım olur” şeklindeki bir
anlayışı seslendirebiliyor.
Abe
kızım, madem öyle önüne çıkacak ilk kişiyle evlenecektin de yıllarca niye bu
kadar hem kendini yordun hem de karşına çakanları…
Maalesef
sonuç giderek böyle olacağa ve bu sürecin hızla devam etmesi halinde boşanmış
ve ayrı yaşayan eşlerin çoğalacağı ve ailenin sıcak ortamını kaybeden
çocukların daha bir perişan hale gelecekleri bir kehanet olmadan öteye bir
öngörü gibi duruyor.
Bunun
ötesinde ilişkilerin taciz şeklini alması halinde günümüz ceza yasaları oldukça
caydırıcı mahiyettedir. Gerektiği hallerde hakların yasal yollardan da
aranacağının karşı tarafça bilinmesi ve yeri geldiğinde yeterli anlayışı
göstermeyen tarafa bunun ihsası da önemlidir ve olumsuz tavırlar için caydırıcı
olabilir.
Öteden
beri bir slogan vardır: “Kişilik mi dişilik mi?” diye. Dişilik çoğu kez kişiliği dövüyor. Ama nihaî planda dişilik gidiyor de geriye
kişilik kalıyor. O da varsa tabi.
Benim
özellikle kız öğrencilerimize tavsiyem sosyal medyada kendi kimlik ve
kişilikleriyle bir duruş sergilemeleridir. Yalancı, geçici ve aldatıcı yaldızlı
görüntülere, reklamlara aldanmamalarıdır.
Eskiden
“Huffeti’l-cennetü bi’l-mekârih…” idi. yani “Cennetin etrafı zorluklarla,
insanın nefsine ağır gelici şeylerle kuşatılmıştır. Cehennem ise arzu ve
heveslere hitap edecek şeylerle çevrilidir.” deniyordu. Bu sosyal medya
için de aynısıyla geçerlidir. Çilesi çekilmeyen, bedeli ödenmeyen hevesler
aldatıcıdır, bizi felakete götürür. Hoşumuza
gitmese de çektiğimiz zorluklar, engelleri aşma uğrunda ortaya koyduğumuz
çabalar, fedakârlıklar bizi olgunlaştırır.
Bu hep
böyleydi, eskiden de öyleydi, şimdi de böyle. Gerçek hayatta da böyledir,
sosyal medyada da.
İnsan,
ne kadar yanılsa ve yanlış yola düşse de içinde hiç susmayan bir fıtrat sesi
hep olagelmiştir. Biraz da ona kulak vermek ve içindeki sessiz çığlığı dinlemek
gerekir.
Ve
elbette ki her zaman sığınabileceğimiz bir Hafîz, kendisine dayanacağımız bir
Yüce Kudret, her türlü umurumuzu kendisine havale edeceğimiz bir Rahman ve
Rahîm olan Rab olması ve O’nu şah damarımızdan kendimize daha yakın hissetmemiz
en büyük gücümüz ve imdadımız olacaktır.
Cümlenizi
Allah’a emanet ediyorum.
Başarıya
eyvallah, fakat bize lazım olan daha çok mutluluktur, diyorum.
Ve o da
elbette ki ne kadar bizim dahlimiz olsa da Allah vergisi.
Yüce
Rabbimizden cümlenize lütuf buyurmasını niyaz ediyorum.
Mutlu
olun, mutlu kalın!
27.02.2013
GARİBCE
Nurullah Aydeniz teşekkürler hocam
YanıtlaSilSemra Kaya Allah razı olsun hocam.
Fatma Günaydın hocam 'kalmış kız' tabiri biraz incitebilir.
Semra Kaya e onu görmezden gelelim bence
Fatma Günaydın bence erdoğan hoca incitici noktaları görmezden gelecek bir insan değildir
Evde kalmışlık evin olduğu dönemlere aitti ve bir tabirdi. Tabirleri değiştirmek dile uymaz.
SilSelman Kaymaz sevgili hocam yazınız tek solukta okudum çok yerinde tespitler edinmişsiniz. herşeye ölçü gerek.. aşmadan ...aşırıya gitmeden yerinde.
YanıtlaSilBu yazıyı benim bir solukta yazma şansım olmadı. Bir hayli uğraştığımı söyleyebilirim. Ama iyi oldu. Katkınızla daha da olgunlaşır inşallah.
YanıtlaSilNuran Yazar: Yazınızı biraz önce okudum hocam.. "Sosyal medya ilmihali: el-Çöpçataniyye el-Feysiyye". fakültede konuştuğumuz şeylerin çoğu yazınızda vardı, okurken yabancılık çekmedim.. bir arkadaşın da dediği gibi çok yerinde tespitler olmuş.. ama sorun nerede hala bilemiyorum bence şimdiki erkekler bi garibce yazınızın bir yerinde bahsetmiştiniz, kızla erkek tanışıyor, kız evlenme hayali kuruyor ama erkek evlenmiyor, kız her seferinde aynı şeyi (hayal kırıklığını) yaşıyor ve yoruluyor. dediğim gibi şimdiki erkekler bi garibce
YanıtlaSilHatice Gönül: Hocam Allah sizden razı olsun çöpçatma işinin tarihçesini nefis bir uslubla anlatmışsınız. Bu konuyu çok ciddiye alıp,emek veren biri olarak bendeniz ,tarafların elektrikleri arasında çokça kaldığım vakidir. Muvaffak olabilmiş değilim.
YanıtlaSilMuvaffak olanlar teşebbüs edenler içinden çıkar.
SilHocam, olaylara gerçekçi ve İslam'ı haramlar boyutunda dar bir kalıpda bırakarak anlatmadığınız için teşekkür ederim, çok faydalı, düşündürücü oldu benim için.
YanıtlaSil