9 Şubat 2013 Cumartesi

İnsanlığın hizmetinde yeni üreme teknikleri: Klonlama




Haber özeti: Dünyanın ilk boz ırk klonlarında anne mutluluğu... TÜBİTAK, İstanbul, Uludağ ve Namık Kemal üniversiteleri iş birliğiyle yürütülen "Anadolu Yerli Sığırlarının Klonlanması" projesi kapsamında klonlanan "Nilüfer" ve "Kiraz" isimli gebe boz düveler anne oldu.
Kulak dokusundan üretilen embriyonların fakültedeki taşıyıcı annelere aktarılmasıyla klonlanan Nilüfer ve Kiraz, anne olmanın adeta mutluluğunu yaşıyor. Nilüfer 9 Ocak'ta Kardelen isimli buzağı dünyaya getirirken, Kiraz ise 2 gün sonra Karakız isimli buzağıyı doğurdu. (Haber 7/ 22.01.2013)
___oOo___
Klonlamanın ilk haber yapıldığı günlerde herkes bir şeyler söylemişti. Bir kısım insanlar da din adına “Bunun yaratıcılığa soyunmak” olduğu gibi söylemlerde bulunmuşlardı.
Her teknolojinin kötüye kullanma riski vardır. Nükleer teknoloji şu anda insanlığı aydınlatmaya hizmet ediyor. Pek çok hayırlı amaç doğrultusunda kullanılıyor. Ama aynı teknoloji Hiroşima üzerinde ölüm kustu, yıkım oldu.
Klonlama da nihayetinde bir teknoloji. İnsan sahip olduğu akıl ile keşifte bulunuyor. Keşif, var olan bir şeyin üzerindeki örtüyü kaldırarak onu gün yüzüne çıkarmak demektir. Yaratıcılık (yoktan var etme) Allah’a mahsustur. Ama yaratıcının yaratmış olduğu bir düzeni, onun işleyiş mekanizmasını ortaya çıkarmak ve bunu bir teknolojiye dönüştürerek insanlığın hizmetine sokmak, halife olarak insanın yapması zaten gereken bir şey olmalıdır.
İnsanın kendisinden beklenen doğrultusunda, kâinattaki mevcut sırları ortaya çıkarması ve bunları hayırlı, yararlı işlerde kullanması kimilerine göre çizgiyi aşmak görülüyor. Oysa bu üzerine sorumluluk binen insanın yetkisi dâhilinde olan bir şeydir. Bu yetki sorumluluk anlamında yani eğer yapmamış ise sorumlu olacağı türden bir durum şeklinde algılanmalıdır.
Allah, Hayy’dır ve bütün hayatların kaynağıdır. İnsanı balçıktan yaratmış ve ona Ruhundan üflemiş ve böylece o can bulmuştu.  Sonra üremeyi belli bir sünnete (doğal yasaya) bağlamıştı. Bu yasaya göre üremek için yeterli koşullar bir araya geldiği zaman maksat hâsıl oluyordu.
Bunun doğal yolu bir erkekle bir kadının bir araya gelmeleri idi. Kanun nasıl işliyordu, kimse bilmiyordu. Ama bilinen bir şey vardı: Erkek ve kadın bir araya gelirlerse, işte o zaman üreme gerçekleşiyordu. Doğal yasanın işlemesi için ahlakilik, meşruiyet gibi şartlara gerek yoktu. Yani bir erkek bir kadın bunlar kim olursa olsun, hatta ister kadın erkeğin kendi kızı, ister bir yabancı olsun birleşme vuku bulmuş ve yeterli şartlar da bir araya gelmişse üreme hâsıl oluyordu. Doğal üreme yasasının şartları bu kadardı. Bunun ötesinde kadın ve erkek arasında helallik şartı gibi hususlar doğal üreme yasasına zait ahlakî, şerî, örfî vb. şartlardı.
İmdi insanlar zamanla bu yasayı keşfetmişler ve bunun için yeterli koşulları tespit edip normal ilişki yolu dışında başka bir yolla bu unsurları bir araya getirmişler ve sonra sonucu beklemişler: Sonuç başarılı. Çünkü uygulanan bu yeni tekniklerle yaratılış için gerekli olan yeterli koşullar oluşturulmuş. Ha, bu ortaya çıkan yeni ürünün meşruiyeti, ahlakiliği bu oluşumdan tamamen bağımsız ayrı kriterlere bağlı değerlendirmelerdir.
“Siz kim oluyorsunuz da yaratıcılığa özeniyorsunuz” şeklindeki bir çıkış aslında abes olmalı. Çünkü yaratıcılığa özenilmiyor ki, yaratıcılığın keşfedilen yeterli koşulları bir başka yol ile oluşturulmaya çalışılıyor.
Hayvanların üremesinde eşlerin nikâhlı ya da sahipli olması şartı gibi şerî bir gereklilik yoktur. Bunun ötesinde hayvanların üremesini sağlamanın yeterli koşullarını oluşturacak tabii olanın dışında yeni yöntemler de bulunmuş ve bunlar başarı ile uygulanmışsa bu başarıyı sadece tebrik etmek gerekir.
Şu da bir kayd-ı ihtirazi olarak akılda tutulmalıdır: Bir zaruret ve mübrem ihtiyaç olmadıkça hiçbir alanda doğal yollar terk edilmemelidir. Söz gelimi bir nikâh akdi içinde de olsa hiç tensel temas oluşmadan, eşler bir olmadan onlardan alınan sperm ve yumurtaların tüpte döllenmesi ve rahme yerleştirilmesi sonucu –bir zarurete müstenit değilse- çocuk sahibi olunması normal bir durum gibi de görülmemeli. Eşlerin birbirine, anne baba ve çocuğun her birinin diğerine fevkalade yakınlık duymaları için maksadın tamamen doğal yollarla elde edilmesinin son derece önemli katkısı olacağı göz ardı edilmemeli.
Dokuz ay karında taşınmayan, doğumu için sancısı çekilmeyen bir çocuk genetik olarak senin olsa ne olacak? Hz. Peygamber, “Saygı kime olmalı?” şeklindeki bir soruya üç kez “annene”, dördüncü de de “babana!” demiş. Her anlamda çocuk ile bütünleşme ve onu benimseme çilesini çekmeyle doğru orantılı gibi gözüküyor.
Şu Allah’ın işine bak ki, üreme gibi hayatî bir yükü doğal yoldan karşılama durumunda ne kadar da zevkli hale getiriyor? Yolun meşru olması halinde ise bir de üstelik sevap veriyor.
Eee! Ne diyelim. Hamd olsun, şükür olsun!
Tabi, bu gibi teknolojilerin gayri ahlaki ve gayrimeşru şekillerde kullanımı da mümkündür. Bu ihtimal, bu yöntemlerin esasen bir yöntem olarak meşruiyetini ortadan kaldırmaz. Nitekim doğal üreme yolunun da gayrimeşru şekilde olması özünde pekâlâ mümkündür. Bu ihtimal var diye, normal olan bu yolun kapatılması gibi bir durumu kimse düşünmemektedir.
Dua ile!

09.02.2013
GARİBCE


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...