İnsanın varlık şuuru, kendi varlığında başlar ve
kendi varlığında biterse kalabalıklar içinde de olsa yalnızlığın cenderesinde
demektir.
Ama
kendinden başlasa bile varlığını kendisinin de bir parçası olduğu büyük resmin içine
–en olmaz yeri de olsa- yerleştirmesini başarabiliyorsa o zaman o büyük resmin
anlamı kadar varlığı kendi zatına zait bir anlam kazanacak demektir.
Bugün
modern yaşam bizden, kendi varlık değerimize zait ne değer varsa aldı
elimizden. Şimdilerde biz ancak kendinde var olan ama kudreti de oldukça
sınırlı olan varlıklara döndük.
Yalnızlığımız,
huzursuzluğumuz, açlığımız, doyumsuzluğumuz ondandır.
Varlıklarını,
varlığımıza varlık sebebi bildiklerimiz yok artık. Öyle olunca da cirmimiz
kadar ancak yerimiz var.
Esas
itibariyle kendi varlığı kendi zatının gereği olmayan aciz varlıkların,
kerameti kendinden menkul şeyhler gibi uçmaya kalkışması, felaketinin de
başlangıcı oluyor.
Kendi
bindiğimiz dalı kestik. Elan düşüş vetiresinde kendimizi uçuyor sanıyoruz. Oysa
çakılmamıza ramak kalmış halde.
Sırtımızda
paraşüt yok, yere çakılmamak için.
Olanların
da haberi yok.
Haberi
olanların da nasıl açılacağına dair bir bilgisi yok.
Oysa
bize sağlam bir kulp lazımdı.
Tutunabileceğimiz
tutamaklar lazımdı.
Birini
kaçırsak öbürüne el atmamız mukadder habl-ı metînlerimiz olmalıydı.
Özgürlük
bizi sarhoş etti.
Elimizde
ne değer varsa hepsini bedel olarak fatura ettiler, ödedik yetmedi.
Sırtımıza
emanet yüklenmişmiş. Oysa biz emanete yük olmuşuz.
İşte
böyle bir yok oluş girdabında, umutların yok olduğu karanlık içinde çakan bir
müjde şimşeği yok mu?
Olmaz
mı?
Seni
Yaratan, sen O’ndan vazgeçmiş olsan bile O senden vazgeçer mi?
Bakarsın
hiç ummadığın bir anda, hiç beklemediğin bir yerde bir yed-i beyzâ uzanır. Bir
asa-yı Musa taştan hayat fışkırtır.
Bir
İsa - Mesih soluğu ruhunu kaybetmiş cesetlerimize yeniden hayat verir.
Olur
mu?
Olur.
Eskiden
hep öyle olmuştu.
Şimdi
niye olmasın!
Dua
ile!
17.02.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder