Verilere göre Türkiye’de
hızlı göç hareketi devam etmektedir. Türkiye'de göçün yönü genellikle kırsaldan
kente, doğudan batıya doğrudur. 1927 yılında nüfusun yüzde 75,8'i kırsal (10
binden az nüfuslu), yüzde 24,2'si kentsel alanlarda yaşarken, bu oranlar 83 yıl
içinde tam tersine dönmüştür. 2011 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun yüzde
23,2'si (17.338.563) kırsal alanda (belde ve köyler) yaşarken, yüzde 76,8'i
(57.385.706) kentsel (il ve ilçe merkezleri) alanlarda yaşamaktadır.
Bu dinî hizmetlerin verilmesi- alınması
açısından da yeni problemlere yol açıyor. Diyanet yetkililerinin de bu
problemin farkında oldukları anlaşılıyor. Nitekim Diyanet İşleri Başkanı Prof.
Dr. Mehmet Görmez, Diyanet teşkilatındaki görevli sayısıyla ilgili rakamları
verirken bu konuya değiniyor ve çarpıcı tespitlerde bulunuyor. Şöyle diyor:
“Diyanet teşkilatında 128 bin personel
var. Ama personelin yüzde 75'i köylerde, yüzde 25'i şehirlerde görev yapıyor.
Ama halkımızın dağılımı nasıl, tam tersi. Halkın da yüzde 25'i köyde, yüzde
75'i şehirde yaşıyor. Aslında bu açıdan baktığımızda çok ciddi bir enerji
israfımız, çok ciddi bir insan israfımız var. 3
haneli köyde de görevlimiz var. Ama bazen 100 bin insanın yaşadığı yerde bir
tek imamımız var.”
Bu sorunun bir yönü.
Bir başka yönü de Garibce’nin daha önce “İnek
almir! Dana emmir! İmdi bu dili kim anlir!” başlıklı yazısında değindiği dil
sorunu.
İnsanlar şehirlere göçtükçe ve yeni
nesiller şehirlerde doğup büyüdükçe kırsal kesimde hayatlarını yaşamış
olanların diline ve onların yazıp geride bırakmış oldukları eserlerine
yabancılaşma başlıyor.
“Tanrı’nın şehre getirilmesi” sorunsalından
bahsedenler var. Yani kırsal kesimin, tarım toplumunun havsalasında oluşan
ilahî tasavvurların, bunların ete kemiğe bürünmüş şekilleri olan kitapların, sözlü
ve yazılı kültürün bu yeni nesiller için fazla anlam etmez oluşu ya da en
azından bir tercüme sorunu yaşanacağı konusudur.
Garibce vaktiyle Kırk Mesel Hadis[1] adıyla küçük bir kitap yayınlamıştı.
Şimdi bu sorunu dikkate alarak bu kitapta yer alan mesellere bakıyorum. Orada
mesel ile ilgili şöyle deniyor:
“Hikmet incileri türlü türlüdür. Bunlardan bir nevi de
mesel iradıdır. Arapçada buna darb-ı mesel denir. Soyut kavramların insanların
havsalasına yerleştirilmesini kolaylaştırmak amacıyla somut örneklemelerde
bulunmak ve böylece zor, mudil olan meselelerin anlaşılmasını daha bir
kestirmeden sağlamak, mesel iradının asıl amacıdır. Tabii bu arada söze bir
güzellik katılmış olması, onu daha da zevkli hale getireceğinden, genelde uzun
konuşmaların sıkıcılığından ve ağır havasından kurtulmayı da sağlar.” (s. 10)
Bu kitapçıkta yer alan kırk mesel
hadisin on yedisi tamamen kırsal kesim ve özelde de tarım ile ilgili
istiarelerden, benzetmelerden ve örnek üzerinden anlatımlardan oluşuyor.
İmdi meramı ifade için kolaylık
olsun diye kullandığımız dil, bu yeni nesiller için anlamın önüne engel oluşuyor.
Bu sadece hadislere mahsus değil.
Aynı durum Kur’an’ın dili ve daha önceki kutsal kitaplar için de söz konusudur[2].
Bir çok hakikat tarımdan yahut doğadan,
kırsaldan alınan öğeler üzerinden anlatılmaya çalışılmaktadır.
Bunlar o vakit muhataplar için
hayatlarında karşılıkları olan şeylerdi. Şehirde doğup büyüyen yeni nesiler ise
bunları ancak filmlerde, belgesellerde izliyor ve bunlar, çoğu için bir serap
gibi bir değer arz ediyor. Hal böyle olunca da biz önce, asıl anlatacağımızı
anlatmak için kullandığımız dili anlatmak durumunda kalıyoruz.
Ya da yeni duruma uygun yeni bir dil
geliştireceğiz.
Aslında hayat kendi çağının dilini
de oluşturur, belki oluşturmuştur da. Belki de olup bitenden bizim haberimiz
yoktur.
Bu da pekâlâ mümkündür.
Kolay gelsin!
15.02.2013
GARİBCE
[1] Mehmet ERDOĞAN, Kırk
Mesel Hadis, İstanbul 2009.
[2] Bir örnek olmak üzere şu ayet
okunabilir:
“Mallarını
Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane
bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş
olandır, hakkıyla bilendir.
Mallarını
Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa
kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar
için korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.
Güzel
bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır.
Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet
verir).
Ey
iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş
olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül
kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak
bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir
kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.
Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.
Allah’ın
rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah yolunda
harcayanların durumu, yüksekçe bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir
ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çiseleme
yeter. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.
Herhangi
biriniz ister mi ki, içerisinde her türlü meyveye sahip bulunduğu, içinden
ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından oluşan bir bahçesi olsun; himayeye
muhtaç çocukları var iken ihtiyarlık gelip kendisine çatsın; derken bağı ateşli
(yıldırımlı) bir kasırga vursun da orası yanıversin? Allah, düşünesiniz diye
size âyetlerini böyle açıklıyor.” (Bakara
2/261-266)
Sacit Türker: Önemli bir mesele gerçekten hocam. On yılda bile algılar, kavramlara yüklenen manalar değişiyor. Yaşı ilerlemiş eğitimcilerin uyum ve yaklaşım konusunda problemler yaşadığı görülüyor. Selam ile.
YanıtlaSilNot: Ben de bu kategoriye girmiş sayılırım hocam.