7 Nisan 2013 Pazar

Ahmet Muhtar Büyükçınar Hocamız Hakk’a Yürüdü!



·         
·         İnnâ lillah…
·    Evet Allah’tan geldik ve yönümüz de yolumuz da Allah’a. Farkında olsak da olmasak da. Bir gün yolun sonu görünüyor ve vade doluyor.
·         Ahmet Muhtar Büyükçınar hocamız Hakk’a yürüdü.
·         Rahmet diliyoruz.
·         AA verdiği bilgiye göre Hocamız, Mısır'daki El-Ezher Üniversitesi'nde uzun süre öğrencilik ve hocalık yaptı, DİB Haseki Dini Yüksek İhtisas Merkezi'nde, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in de aralarında bulunduğu birçok akademisyen ve alimin yetişmesinde katkısı oldu. 92 yaşında olan mütefekkir Ahmet Muhtar Büyükçınar yaklaşık 10 yıl önce Brucella bakterisinin yol açtığı rahatsızlık ve ardından yakalandığı parkinson hastalığı nedeniyle eşiyle ve çevresindekilerle sadece işaretlerle anlaşabiliyordu.
Gönüllü hizmetlerinin dışında, Haseki Dini Yüksek İhtisas Merkezi'nde Arapça, Tefsir ve Hadis öğretmenliği de yapan mütefekkir ömrünü ilme adayan biriydi.
Biz hocayla Haseki’de tanışmıştık. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en önemli ve kalıcı hizmetlerinden biri olan Haseki’de hoca hocalık yapıyordu.
Biz üçüncü dönem kursu öğrencileriydik. Değerli İstanbul müftümüz Rahmi Yaran, İbrahim Tüfekçi, Konya müftümüz Şükrü Özbuğday vb. aynı sınıftaydık. Hoca bize daha çok hadis dersine gelmişti ve Ebu Davud’un Sünen’ini okutmuştu.
Hocanın hayatı maceralarla dolu. Hayatını anlatan hatıratı da yayınlandı.
Ezher dönüşü diplomalarının geçerli olmaması yüzünden konfeksiyonculuk yapmış ve elli kadar işçisi olduğu bir sırada kendisini Haseki vesilesiyle ilme vermek üzere her şeyini terk ederek hayatının anlamı olan hocalığa vermişti. Ona bu imkanı sunanları teşekkürle anmak gerekir.
Bizim tanıştığımız yıllarda hoca altmış beşli yaşlarda olmalıydı. İri ve ağarmış değirmi gür sakalı ile, ışıl ışıl gözleriyle ama sakin konuşmasıyla hatırlarım ben hep hocayı.
O zamanlar Haseki’nin üç sütunu vardı. Halil Günenç, Mehmet Savaş ve Ahmet Muhtar Büyükçınar.
Hepsinin de ilmi müsellemdi ve her birinin kendine has özellikleri vardı.
Savaş hocayla dersin tadı çıkarılırdı.
Halil Günenç hoca ile yol alınırdı.
Büyükçınar hoca ile de hayat tanınırdı.
Hoca ilim adına kîl ü kâle fazla iltifat etmezdi. Hadis okuturken falanca Şârih şöyle demiş filanca böyle demiş türünden ilim zannedilen bir yaklaşıma fazla değer atfetmezdi. O kendi okur ve kendi yorumlar yapardı.
Bu yüzden bazı ilim namına kîl ü kâl meraklıları hocayı pek tutmaz, üstelik beni de hoca aleyhine kışkırtmak isterlerdi. Ben niye hocaya karşı çıkaydım ki. Çünkü benim en çok istifade ettiğim zat bu hocaydı. Evet öbürlerinin belki ilimleri daha fazla idi, ama ben hocadan hayatı öğreniyordum, önümüze bilgi yanında hoca yeni ufuklar açıyordu. Dolayısıyla hoca demek benim açımdan daha çok ufuk demekti.
Bilgiye nasıl olsa adresini bilirsen ama şurada ama burada, ama bugün ama yarın ulaşabilirsin. Ama ufuk öyle değil. İnsanın hayat tecrübesinin olması ve farklı pencerelerden bakabiliyor olması son derece önemli bir şey ve ben hocada o farklılığı görüyordum ve o açıdan da istifadem bir hayli fazla olmuştu. Öyle olduğu içindir ki Garibce müdavimleri yazılarımda sık sık Hoca’ya atıfta bulunduğumu bilirler.
Bununla birlikte ilginç bir biçimde sadece hocadan öğrendiğim ve daha bir yerde görmediğim ve okumadığım bilgi ve kaideler de vardır. Vasıl hemzesinin okunmayacağını, el takısı ile birleşmesi halinde lamın kesre ile harekelenek geçilmesi gerektiğini ben ilk kez hocadan öğrenmiştim Keza Vasat kelimesinin okunuşu ile ilgili “es-Sâkin müteharrik ve ve’l-müteharrik sâkin” şeklindeki kaideyi de ilk ve son kez hocadan duymuştum. Diyeceğim o ki hocanın böyle kendine has ilginç yönleri de vardı.
Hoca ufuktu dedik ya, gerçekten de öyle idi. İstanbul İmam Hatipten özel olarak yetiştirdiği çok sayıda talebesi vardır ve bunlardan birçoğunu hoca balık verme yerine balık tutmasını öğretme başarısını da göstermiştir. Telif ve tercümede onlara yol açmıştır.
Hoca cömertti de. Evinde yemiş olduğumuz bizzat kendisinin yapmış olduğu Buhara pilavının tadı hala damağımızdadır. Hoca tatlı ustasıdır da aynı zamanda.
Hoca ile Haseki’nin kapalı avlusunda teneffüste ayak üstü sohbetlerimiz de olurdu. Hoca tasavvufla da ilgili idi. Son derece farklı ileri ve açık görüşleri yanında yaşantısı da farklıydı.
Muhtemelen bazı fikirleri diğer hocaları rahatsız ediyordu ve mesela hocalardan biri (ismini vermeyelim) “Kardeşim!” diyordu. “Adama bir şey diyeceğiz, ama yaşantısına bakınca diyemiyoruz. Adam çoğu gün oruçlu, abur cubur hiçbir şey yemez, fazla konuşmaz, kendi tefekkür aleminde…!” Gerçekten de hoca, o yaşlarda elinde küçük bir Mushaf teneffüs aralarında sırtını duvara dayar ve Kur’an okurdu/ ezberlerdi.
Tasavvufla da ilgisi vardı dedim ya. O günlerde hep tartışılan bir konuyu kendisine sordum. “Hocam!” dedim. !Bir şeyhe mürit gidiyor ve sohbet sonrasında “Benim şeyhim, benim kalbimi okuyor ve tam da benim kalbimden geçenler ve benim ihtiyaçların doğrultusunda konuşuyor” diyor. Bu nasıl oluyor?”
Hoca: “Hayır bilmez! Dedi. Ama şöyle olur: Mürit sohbete gelir. Şeyh efendi de sohbet etmek üzere meclise gelir. O sırada şeyh efendinin kalbine bir konu doğar ve o konu etrafında sohbetini yapar. Kalbine doğan konu ile müridin içinde bulunduğu durum ise her açıdan değilse de bir açıdan örtüşür. Bu yüzden de şeyhim benim kalbimde geçeni bildi ve o yüzden bu konuşmayı yaptı sanır. Bu, tamamen tevafuk şeklinde olur.!”
Doğrusu bu izahı ben o zamanlar çok tutmuştum. Madem ki bütün kalpler Allah’ın elindedir, eviren de çeviren de odur. Dolayısıyla tevafuk neden olmasın?
Hoca bizi ilme teşvik eder ve yarının büyük ilim adamları olacağımızı söylerdi ve bizim de geleceğe böyle bakmamızı isterdi. Özgüven meselesi hani. Birinde “Yarın demişti ve içimizden birini göstererek “Ebu Hanife gibi olursun, o zaman…!” Arkadaş hemen hocanın sözünü “Estağfirullah efendim!” diye kesmişti. Hoca “Bakın bakın! Ebu Hanife gibi olmak istemiyor!” diye kendine has gülüşü ile talebe arkadaşa takılmıştı.
Hoca bizden büyük ideallerimizin olmasını isterdi.
Musikiden de anlardı. Birinde birkaç arkadaşa Kur’an okutmuştu. Bana da okuttu. O gün ben de hakikaten –her zamankine nispetle- çok güzel okudum. Hoca “Hangi makamdan okudun?” dedi. Meğer ben makam ile okumuşum. “Hocam!” dedim !ben makamdan ne anlarım, kaptırdım gittim!”. Hoca, “Yok yok sen rast makamında okudun!” demişti.
Allah rahmet eylesin!
Hoca, benim tefekkür dünyamda yeni ufuklar açılmasında ve özellikle de katı bir dindarlık anlayışı sahibi olmaktan kurtulmamda en fazla etkilenmiş olduğum isimlerden biridir.
Kendisine Yüce Allah’tan gani gani rahmet diliyorum, ailesine ve tüm talebelerine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Dua ile!
07.04.2013
GARİBCE





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...