4 Nisan 2013 Perşembe

Bir bağ vardır bağlar içinde!




Sosyal medyada çokça paylaşılan bir resim var. Bir at, plastik bir sandalyeye bağlanmış. Hayvan o sandalyenin yanında duruyor. Sözde bağlı ya bir yere gidemiyor, sandalyeyi bir tarafa çekip sürüklemiyor.
Yorumlara bakılınca hakkında çok şey söylenmiş olduğu gözüküyor. En çarpıcı olanı da fotoğrafın üstüne ve altına yazılan “Özgürlüğün önündeki engeller bazen fiziksel değil zihinseldir” şeklinde olanı.
Bunun bir “öğrenilmiş çaresizlik” olduğu yorumu da bilimsel gözüküyor.
Oysa bir de Garibce’nin gözüyle baksak derim. O diyor ki:
“Atın boynundaki bu bağ ile bizim boynumuzdaki bağ arasında özde bir fark yok gibi. Biz bu atı oraya mıhlayanın şu görünen bağ olduğunu sanırız. Oysa bir bağ vardır bağlar içinde!”
Fotoğrafı paylaşan kardeşimiz benim bu yorumuma yorum yapmış: “Farklı bir açıdan bakmışsınız resme sayın hocam, derûnî bir bakış... hoş olmuş, teşekkürler...” demiş.
Evet, ah o atın bir dili olsa da halinden anlamayanlara bir bir anlatsa.
Bencileyin denizler gibi coşan, kaçtığından kurtulan, kovaladığını yakalayan, dağları yeller gibi aşan, istedi mi şaha kalkan bir küheylanın gücü yanında bir sandalyenin hükmü mü olur?! Gel gör ki bizi o sandalyeye kader bağlıyor. Her tavrımızı, tüm varlığı onu oraya bağlayanın emrine teshir eden ayarlıyor.
Siz hiçbir öküzün kulağından tutup da boyunduruğa koştunuz mu? O koca hayvan, sivri boynuzlarıyla kafasını şöyle bir kakalayıverse karnınız çoktan deşilir ve artık siz yok olursunuz. Oysa Allah o öküzü siz var olasınız diye var etti. Biz bunun farkında mıyız bilmem ama bütün evren bunun ayırdımında gözüküyor. Baksana inekler ürettikleri sütün bir kez olsun tadına bile bakmadan ha bire bize süt veriyor. Arılar mühendislik harikası işler yapıyor, kovan kovan bize bal taşıyor. İpek böcekleri ipek üretiyor. Koyunlar, postlarıyla bize yün üretiyor, derisiyle, etiyle, sütüyle ve hatta gübresiyle hizmet veriyor.
Hangisini sayalım.
İmdi dünyayı asırlar boyu boynuzunun ucunda taşıyan o koca öküz varlık amacının farkındalığının bir sonucu olarak Rabbine insiyakî olarak teslim olmuş ve sahibine boyun eğmiş ve kulağını ele vererek kağnıya koşulmasına ses çıkarmamışsa, at bağlandığı kazığı zorlamamış ve akşamlara kadar onun etrafında tavaf edip durmuşsa, aslında tavaf ettiği kazık değil, kendi kaderidir, o yazgıyı kendisine kader kılanın emir ve iradesidir.
Biz ise insiyakî olarak işlerin farkında değiliz. Biz ancak düşünerek bulur ve işin farkına öyle varabiliriz. Öyle olunca da bu sırdan gafil olarak pek çoğumuz o ata acıma hissiyle bakar, gösterdiği davranışı hamakatla izah ederiz.
Atın dili olsa da bir konuşabilse.
Garibce haklı dese.
Ey sahibim! Kulağımı eline verirken biraz sonra boyunduruğun altına gireceğimi ve özgürlüğümü tamamen senin eline vereceğimi ve artık insafınla doğru orantılı olarak senin yükünü ben taşıyacağımı elbette bilirim, bilmez değilim. Ana ne ki ben işte bunun için varım. Ben senin için varım. Benim insiyaklarım senin iradene ram olmak için vardır. Ah keşke sen de beni sana esir edene esir olabilsen de böylece tüm evren düzene girse, her şey yerini bulsa! Devre tamam olsa!
Eminim ki ey at ve ey öküz, sen bunları bize lisan-ı halinle söylemektesin ama onu anlayacak bizde irfan var mı?
Elbette var, ama biraz zorlamak lazım.
Kulluğun hülasası fikir, zikir ve şükürdür.
Bunun için evvel emirde galiba aklı yerine koymak gerekiyor.
Akıl başta lazımdır.
Başta olmayan aklın, ne zikri ne de şükrü olacağa benziyor.
Ya Rabbi! Sana ayandır gizlimiz saklımız.
Başımızdan alma bir an da olsa aklımız.
Dua ile
04.04.2013
GARİBCE


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...