Sosyal medyada çokça paylaşılan bir resim var. Bir at,
plastik bir sandalyeye bağlanmış. Hayvan o sandalyenin yanında duruyor. Sözde bağlı
ya bir yere gidemiyor, sandalyeyi bir tarafa çekip sürüklemiyor.
Yorumlara bakılınca hakkında çok şey söylenmiş olduğu
gözüküyor. En çarpıcı olanı da fotoğrafın üstüne ve altına yazılan “Özgürlüğün
önündeki engeller bazen fiziksel değil zihinseldir” şeklinde olanı.
Bunun bir “öğrenilmiş çaresizlik” olduğu yorumu da
bilimsel gözüküyor.
Oysa bir de Garibce’nin gözüyle baksak derim. O diyor ki:
“Atın boynundaki bu bağ ile bizim boynumuzdaki bağ
arasında özde bir fark yok gibi. Biz bu atı oraya mıhlayanın şu görünen bağ
olduğunu sanırız. Oysa bir bağ vardır bağlar içinde!”
Fotoğrafı paylaşan kardeşimiz benim bu yorumuma yorum
yapmış: “Farklı bir açıdan bakmışsınız resme sayın hocam, derûnî bir bakış...
hoş olmuş, teşekkürler...” demiş.
Evet, ah o atın bir dili olsa da halinden anlamayanlara
bir bir anlatsa.
Bencileyin denizler gibi coşan, kaçtığından kurtulan,
kovaladığını yakalayan, dağları yeller gibi aşan, istedi mi şaha kalkan bir
küheylanın gücü yanında bir sandalyenin hükmü mü olur?! Gel gör ki bizi o
sandalyeye kader bağlıyor. Her tavrımızı, tüm varlığı onu oraya bağlayanın
emrine teshir eden ayarlıyor.
Siz hiçbir öküzün kulağından tutup da boyunduruğa
koştunuz mu? O koca hayvan, sivri boynuzlarıyla kafasını şöyle bir
kakalayıverse karnınız çoktan deşilir ve artık siz yok olursunuz. Oysa Allah o
öküzü siz var olasınız diye var etti. Biz bunun farkında mıyız bilmem ama bütün
evren bunun ayırdımında gözüküyor. Baksana inekler ürettikleri sütün bir kez
olsun tadına bile bakmadan ha bire bize süt veriyor. Arılar mühendislik
harikası işler yapıyor, kovan kovan bize bal taşıyor. İpek böcekleri ipek
üretiyor. Koyunlar, postlarıyla bize yün üretiyor, derisiyle, etiyle, sütüyle
ve hatta gübresiyle hizmet veriyor.
Hangisini sayalım.
İmdi dünyayı asırlar boyu boynuzunun ucunda taşıyan o
koca öküz varlık amacının farkındalığının bir sonucu olarak Rabbine insiyakî
olarak teslim olmuş ve sahibine boyun eğmiş ve kulağını ele vererek kağnıya
koşulmasına ses çıkarmamışsa, at bağlandığı kazığı zorlamamış ve akşamlara
kadar onun etrafında tavaf edip durmuşsa, aslında tavaf ettiği kazık değil,
kendi kaderidir, o yazgıyı kendisine kader kılanın emir ve iradesidir.
Biz ise insiyakî olarak işlerin farkında değiliz. Biz
ancak düşünerek bulur ve işin farkına öyle varabiliriz. Öyle olunca da bu sırdan
gafil olarak pek çoğumuz o ata acıma hissiyle bakar, gösterdiği davranışı hamakatla
izah ederiz.
Atın dili olsa da bir konuşabilse.
Garibce haklı dese.
Ey sahibim! Kulağımı eline verirken biraz sonra boyunduruğun
altına gireceğimi ve özgürlüğümü tamamen senin eline vereceğimi ve artık
insafınla doğru orantılı olarak senin yükünü ben taşıyacağımı elbette bilirim,
bilmez değilim. Ana ne ki ben işte bunun için varım. Ben senin için varım.
Benim insiyaklarım senin iradene ram olmak için vardır. Ah keşke sen de beni
sana esir edene esir olabilsen de böylece tüm evren düzene girse, her şey
yerini bulsa! Devre tamam olsa!
Eminim ki ey at ve ey öküz, sen bunları bize lisan-ı
halinle söylemektesin ama onu anlayacak bizde irfan var mı?
Elbette var, ama biraz zorlamak lazım.
Kulluğun hülasası fikir, zikir ve şükürdür.
Bunun için evvel emirde galiba aklı yerine koymak
gerekiyor.
Akıl başta lazımdır.
Başta olmayan aklın, ne zikri ne de şükrü olacağa
benziyor.
Ya Rabbi! Sana ayandır gizlimiz saklımız.
Başımızdan alma bir an da olsa aklımız.
Dua ile
04.04.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder