Arapça metinler kitabında okuyoruz. Öyküye göre bir İngiliz işgal
altındaki Hindistan’da köyler arasında dolaşırken bir Hintliden su istemiş. O
da isteyenin yönetici İngiliz olması hasebiyle korkusundan vermiş. İngiliz suyu
içip yanından ayrılınca da Hintli öfke ile su kabını yere çalmış ve parçalamış.
Birkaç gün sonra yine bir Hint köylüsünden su istemiş, o da suyu vermiş,
içmiş. Arkasından ayrılmış ve göz ucuyla adamın tepkisini öğrenmeye çalışmış.
Bu köylü hiçbir şey olmamış gibi su kabını yerine koymuş ve işine devam etmiş.
İngiliz bu iki tepkinin farkını öğrenmek için etrafa sormuş. Demişler ki
birincisi Hindu idi, o kendi kabının bir başka dine mensup biriyle
paylaşılmasını istemez. O yüzden de onu yere çalıp kırmıştır. Öbürü ise
müslümandır. Onun böyle bir takıntısı yoktur.
Bu basit hareket İngiliz’i çok etkiler ve Müslüman olmasına giden kapıyı
aralar.
Metin daha başka bazı şeyler de söylüyor ama şunun altını çiziyor:
Müslüman davetçiler kitaplar dolusu yazı yazacaklarına, hatipler hiç durmadan
uzun uzun konuşacaklarına İslam’ı kendi içlerinden geldiği gibi sade davranışlarıyla
temsil etselerdi, çok daha etkili olurdu.
Şu basit köylünün tavrı, mağrur İngilizi düşünceye sevkedebiliyordu.
İslam fıkhına göre bir insan –inancına bakılmaksızın- tahirdir, dolayısıyla
artığı da temizdir. Kâfir de olsa bir insanın artığı olan su Müslüman tarafından
içilebilir, o suyla abdest alınabilir. Çünkü curufatlık onun bedeninde değil,
inancındadır ve düşüncesindedir. İnanç ise Allah ile kendisi arasında bir
şeydir. Bize düşen insan olarak herkese aynı derecede saygı göstermektir.
Ey Arafat’ta Veda Haccında Hz. Peygamber’in hutbesine şahit olan ve orada
anlatılanları gaib olanlara ulaştırmakla memur olan ashab! Eğer sen, senin gibi
inanmayan insanlara sevgi ile yaklaşmasaydın, nefreti öne çıkarmış olsaydın, bu
kutlu mesaj Cezire’nin dışına asla çıkamazdı. Ama çıktı ve bütün afakı tuttu,
pek çok yerin halkları tümüyle birden Müslümanlığı benimsediler. Bu sonuç senin
vazifeni bihakkın yaptığının sağlamasıdır. Şimdi ey Müslüman artık şahit
sensin. Hâlâ dünyada İsam mesajının ulaştırılamadığı milyarlar var. İmdi onlara
ulaşman nefretle mi olacak yoksa sevgiyle mi?
Öyle bir davranış ortaya koymalısın ki sade olsun, saf olsun, berrak
olsun, içinde gıllu gış olmasın, hesabilik kokmasın, o zaman senin hâl
lisanının ulaşamayacağı hiçbir gönül kalmayacaktır.
Önümüzde örnekler vardır. Bugün dünyanın en kalabalık Müslüman ülkelerine
hiçbir şekilde İslam orduları gitmemiş ve oralarda fetihler
gerçekleştirilmemiştir. Belli ki oralara gönüllerin fethi ile ulaşılmıştır.
Gönüllere giden yol ise sevgidir, ilgi ve alakadır. Nefret asla değildir.
O yüzden ey Müslüman ilmini artırmadan, edebiyatını ilerletmeden çok davranışlarını
düzeltmelisin. Ahlakiyatını tamamlamalısın. Gönül ayineni saflaştırmalısın.
Haksızlık karşısında yanan ciğerin, sadece kendi öz çocuklarına karşı olmamalı,
bütün insanlık için aynı acı ve ıstırabı duymalısın.
Bütün insanları, yaratandan ötürü sevebilmeli, onları yaratılışta eşin
bilmelisin. Bu bilinç, kendi inancını paylaşanları aynı zamanda kardeş bilmene
engel değildir. Kendi inananlarını kardeş bilmen, ayrıca akraba da olduğun
yakınlarına özel bir alaka duymana, onları daha farklı bir biçimde gözetmene
mani değildir.
Adalet herkese hakkını vermektir.
Bir kavme duyacağımız kin ve öfke bile bizi adaletten ayırmamalıdır.
Ey Müslümanlar! Herkesten daha çok siz âdil olun!
Adaletle kalın!
16.04.2013
GARİBCE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder