Garibce de az şey
görmedi hani. Daha yaşını yeni doldurmuştu ki nerden çıktıysa bir de Vasfiye
teyzesi çıktı.
Kaçamadı, çaresi yok
dinlemek zorundaydı. “Hı! Hı!” derim nasıl olsa başımdan savarım diye düşündü.
Ama Vasfiye teyzeyi
belli ki tanımıyordu.
Vasfiye teyze
başlamıştı artık bir kere. Gerisini Hak getire.
Neler gördün neler? Diye
başladı.
Az çekmedin hani! Hem
çektin de ne oldu? diye ekledi. Arkası çorap söküğü gibiydi, sardıkça
sarıyordu. Garibce teslim olmuştu. Söz Vasfiye teyzenindi:
Daha kendi çişini
kendin etmeyi yeni öğrenmiştin ki seni aldılar ve okul denen yere verdiler be
yavrum. Hani vermesinler demiyorum. Verdiler de ne oldu onu demek istiyorum.
Sanki bıkmış gibi
halleri vardı ebeveyninin. Sen ağlarken onlar bizim çocuk adam olacak deyi
sevinirlerdi. Oysa seni iğdiş edecek, dalını, budağını yontacak olanlara
vermişlerdi seni be kuzum.
“Eti senin kemiği
benim!” demişti ya baban, o öğretmenin olacak adam seni hizaya sokmak,
sindirmek için neler yapmamıştı ki.
Az mı tek ayağının
üzerinde karatahta önünde dikildin be kuzum. Ayak değiştirmene bile izin yoktu.
Daha tek rakamlı yaşlardaydın, önünde bu çile için uzun yılların olacak ve belki
de bu gün ilk defa gördüğün nice işkenceyi andıran muameleler sıradanlaşacaktı.
Parmaklarını toplayıp
da uçlarına nice cetvel yedin be yavrum. Ama ser verir sır vermezdin. Kan
kussan kızılcık şerbeti içtim diye bir de caka satardın be cancağızım.
Hani sizin müdürün bir
yeğeni vardı adı Taceddin miydi neydi? Her gün o çocuğun kulağını çekmekten
kulak bedenden ayrılmanın işaretini vermiş, yirilen yerinden damlayan kanlar
yere izler yapardı da ibreti alem olsun diye bunu “kendi öz yeğenimden
başladım, ona göre hizaya gelin, aksi takdirde
yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” deyu öyle bir vakur duruşla
serdederdi ki yüreğinizde ne yağ varsa hepsi birden erirdi be yavrum.
Müdürü böyle yaparsa
kime şikayete gideydi öbürlerinin yaptıklarından ah benim yavrucaklarım, neler
çektiniz neler çektiniz.
He bir de gene o müdür
yüzünden kara tahtalar koç vuruşuna hedef olurmuş da koridorda bilumum sınıflar
bu gürültüden ders yapamaz, bir çoğu henüz çocuk yaşta olduğundan öğrenciler
sıraların altına altına sokulur, tırsırlarmış. Hatta rivayet odur ki korkudan kiminin ödü
düşermiş de temizlikçiler toplarlarmış.
He duymadı deme
Vasfiye Teyzen! Birinde gene sizin müdür İngilizce sınavında one yerine van
yazmışsın diye nasıl döveceğini şaşırmış, onca hırpaladıktan sonra boynunun
köküne bütün gücüyle elini yumruk yapıp balyoz gibi indirince altına etmişsin. Etmişsin derken hani küçüğünü kaçırmışsın be
yavrum. Aslında ona inat büyüğünü
yapacaktın.
Ayıp değil ya kuzum,
senin suçun yok, sen neden utanasın ki. O kadar basınç sonucu tutargaların
tutmaz olmuş, torbanın büzgü bağı çözülmüş çok mu be yavrum.
Hele arkanda duran köylünüz
Abdullah’ın döşüne indirilen yumruğun adı mı olur be kuzum senin yediğinin
yanında. Gerçi o da az değilmiş, belki senin tutamadığın şeyi görünce aklınca o
da kendini tutamamış. Sen misin gözünü önünden kaldırıp da olup bitenlere bakan.
Adamı benzetirler de demediniz be yavrum.
Yıllar yılları
kovaladı. Yiğitliğin nam saldı. Başına düşen bitlerini haydi sakladın ama, bir
yoz gibi boynundan çıkıp da sırtında dolaşan çifte koçları ne yapacaktın be
yavrum.
Hem niye utanasın ki,
el ile gelen düğün bayram demişler. Sen öyle idin de ötekiler senden yiğitlikte
aşağı mı kalırlardı sanırsın. Atalarımız ne güzel buyurmuşlar: Pire itte bit
yiğitte diye. Yiğitlik başka bir şey be yavrum.
Açlığın pençesinde
baygın düştüğün ve hastanede sedye üzerinde ayıldığın günleri hatırlar mısın?
Hani boncuk boncuk buz gibi bir ter ile kendine gelmiştin de oradakilerin “Ne yedin?” sorusuna hık mık
demiş “şöyle doyası bir bazlama yedim” bile diyememiştin be kuzum.
Yokluk vardı ama sizin
yokluk iyiden iyiye başınıza kâbus olmuş çökmüştü hani be yavrum.
Kış günü ıslak zeminde
ayağındaki kara lastikler iyi ki vardı be kuzum. Yoksa ayağın su çeker, ömrü
billah romatizmadan kurtulamazdın. Ayakta ayakkabının zamanı mı idi. Hele bir
yatılıyı kazan o zaman en iyisinden Sümer Ayakkabısını giyerdin ve pütürlü parlak yüzünü çaktırmadan pantolonun
arka paçalarına sürer parlatmaya çalışırdın. Gerçi pek parlak sayılmazdı ama lastiğe
göre kıyas mı kabul ederdi be yavrum.
Çekmedik deseniz yalan
olur.
Ama çektiklerinizin
başkalarının çektikleri yanında sözü mü olur be kuzum. Hani Kayseri yatılıya
başlamıştın ve ilk kez yün kumaştan devlet sana bir elbise vermişti. Terzi de
nasıl bir sanat eseri gibi dikmişse, nerdeyse dizkapağının üzerine dökülüyordu
ve kızlar “Ceketi güzel oğlan!” diye sana laf atmışlardı. Utanmak ne ki gururla
göğsünü şişirmiştin; çünkü giydiğin ilk yün kumaş ceketti hem altında Beykoz mamulü ayakkabı da vardı. Talebe
evlerinden kurtulmuştun ve karnın ilk kez doyuyordu çünkü önce gözün
doymuştu. Bununla birlikte çatal kaşıkla
tabak dövmenin anlamını bir türlü idrak edemiyordun. Bunlar nankördü nankör.
Bunlar ıspanağın, pırasanın, makarnanın, mercimeğin kıymetini ne bilsinlerdi
ki, ah be yavrum herkesi terbiye etmek için aslında senin geçtiğin köprüden
biraz da olsa geçirmek lazımmış.
Gerçi sen geçtin de ne
oldu?
Günler günleri
kovaladı, “eti senin kemiği benim” diye teslim ettikleri senin okulu
bitirdiğinde yapabildiğin ve yapabileceğin tek şey okumaktı. Başka hiçbir
özeliğin kalmamıştı be yavrum. Ha bir de var mıydı ki? O da belli değil. Ama ne
varsa belli ki hepsi törpülenmiş ve tek tip haline getirilmiştiniz. Artık
biriniz diğerinizden seçilmez olmuştunuz be yavrum.
Yolunu şaşırıp da
İstanbul’a amelelik yapmaya geldiğinde Kör Bahaaddin sana boşuna mı “Oklava mı
yuttun lan eşşoleşşek!” demişti. Çünkü adam bakmış bakmış çalışmanda hiç mi hiç
meymenet yok. Elindeki süpürge kalem değildi ki be yavrum okşayasın, sağa sola
çiziktiresin. Süpürgeydi ve süpürmek içindi. Dolayısıyla bütün gücünle sağa
sola savuracaktın be yavrucuğum. Sen hiç mi süpürge süpüren, çalgı tutan adam
görmemiştin? Al bakalım şimdi bu sözü nasıl yutacak nasıl hazmedeceksin. Oklava
yutmak ne demekti. Senin gibi delikanlı birine böyle bir söz nasıl
söylenebilirdi.
Delikanlılık bu ya fütüvvetten
kalma gelenekle onu da yuttun be kuzum. Yutkundun, yutkundun ama diyecek bir
söz bulamadın. Gözlerinden gizlice dökülen gözyaşlarını Bahaddin’in göreceği mi
vardı ki. Zaten adam kördü. Her şeyi sadece iş olarak görüyordu. Karşısında
gördüğü ise bir işçiye, işin adamına benzemeyen ne yaptığı belli olmayan bir
karartı gibiydi. Kızmasın da ne yapsındı?
Yahu bu okul sizi
iyice benzetmiş be kuzum.
Aradan yıllar geçti,
yükseğini de okudun. Niye okudun demiyorum. Okudun da ne oldu, onu diyorum.
Söyle hele okudun da daha iyi adam mı oldun? Daha yaratıcı ve müteşebbis bir
ruha mı erdin. Süklüm püklüm, öz güven yok, yaratıcılık yok, rızkını taştan
çıkarma azmi ve kararlılığı ve becerisi yok.
Bu ne iş? Oğlum sen,
okul okul diye kendini ezdirdin. Söyle evladım nedir senin derdin?
Öyle olunca da mahkum
oldun be kuzum. Kendi etrafına bir koza ördün ve kendini hapsettiğin bu dünyaya
da benim kaderim dedin avundun be yavrum.
Şimdi de tutmuş ellere
verirsin talkını.
Arkana düşürmüşsün bir
sürü körpe civanı, onları da kendi kaderine sürüklersin be yavrum.
Bari onları bırakaydın
be yavrum.
Sen yandın onlar yanmayaydı!
Çok çektin, çok
çektin!
Neydi be yavrum senin
böyle derdin.
Şimdi bu yavrucaklar
da arkanızdan bakıp bakıp size uyacaklar. Ala kargaların birbirine
benzemesinden daha çok birbirinize benzeyeceksiniz.
Halka halkaya bağlanacak,
bu hep böyle deveran edecek gidecek.
Hani ilkokuldu liseydi
üniversiteydi derken şimdi bir de yüksek çıktı. Hani okuma demiyorum,
okuyacağınız da ne olacak onu diyorum. Aha bakın Garibce’ye ağaracak saç da
kalmamış ağarmış, hâlâ bir şey olduğu yok. Bari siz öyle olmayın. Ben onu
diyorum.
Çok çektiniz çok! Niye
çektiniz demiyorum. Çektiniz de ne oldu onu söylüyorum.
Garibce demini
almıştı. Vasfiye teyzenin her sözü bir mermi gibi hedefi buluyordu.
Vasfiye teyze
haklıydı.
Ama dinlemeye yürek
lazımdı.
13.04.2013
GARİBCE
şimdi talebelerin yarısında son model telefonlar, zaten de ders dinlemiyor cepten face 'e takılıyorlar bide üstüne burs alıyorlar.cebinde çay parası oladan okuyan arkadaşlarından haberleri yok. veya okumak hakkı vaktiyle elinden alınıp da yıllar sonra tekrar bu şansı bulunca susuzluğunu açlığını giderircesine okumaya çalışan ablalarından abilerinden... Allah herkese içindeyken ilmin kıymetini bilmeyi nasip etsin.. etiket değil içerik nasip etsin :)
YanıtlaSilSümeyra Nalbant: Hocam, kendinizi güncellemenize ve her duruma Müslümanca bakmanıza hayranım 🤓😌
YanıtlaSil